Metal, beton ve plastiğin çevrelediği, toprak ve ağacı göremediğimiz Sincan Hapishanesi karantina koğuşundan sürgün sevkle getirildiğimiz metal, beton ve plastiğin çevreledi Kayseri Hapishanesi karantina koğuşundan Gazete Davul okuyucularına merhaba.
Özdemir Asaf diyor ki “ Yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim, öfkem yaşayamadıklarıma.” Keşke daha fazla direnseydim, daha çok eylem yasaydım, daha çok adaletsizliğe ses olsaydım diye düşündüğüm bu tutsaklıkta davulun tokmağı kalemimizdir şimdi. Biz yazalım dışarısı dinlesin.
Gümbede gümbede güm! Duyduk duymadık demeyin! “İşimizi Geri İstiyoruz” sloganı iktidarı rahatsız etmiş. Niye? KHK ile ihraç ettiği bizlerin terörist olduğuna kimseyi inandıramamış. Çünkü işini geri istemek dünyanın en haklı talebiymiş. Kamuoyu bu talebe kulak vermiş. İşini geri isteyenleri yalnız bırakmamış. Halkımız “ağaç kökü yedirtmemiş” kamu emekçilerine. Aç açıkta bırakmamış. Bu destek çok zoruna gitmiş iktidarın. “Yahu ben terörist diyorum, siz kucaklıyorsunuz. Ben dövüyorum, siz seviyorsunuz. Ben işkence ediyorum siz yaralarını sarıyorsunuz. Bu nasıl iş? Beni niye dinlemiyorsunuz” diye dövünüp duruyormuş. Halk da “biz bizi biliriz size inanmayız” diyormuş. Bu durum AKP’nin zoruna gitmiş “Durun hele ben şunları bi tutuklatayım da görün” demiş. Direnenler tutuklanmış, gümbede gümbede güm!
İşin özü aslında bu sevgili okurlar. 4 yıldır devam eden KHK ile ihraçların haksızlığına karşı süren direniş provoke ediliyor. İktidar bir çok kez baskıyla sonlandıramadığı direnişten dolayı bizi “tehdit” ediyor. Eğer eylemlerinizi sonlandırmaz, “işimizi geri istiyoruz” talebinden vazgeçmezseniz sizi örgüt torbasına sokar tutuklatırım diyor. Dediğini yapıyor.
Gözaltına alınmamızdan, savcı ve mahkeme sürecinin sonlanmasına, tutuklanmamıza kadar her şey bize talimatla işleyen bir kumpas hissi veriyor. Sabah 7 gibi kapım polis tarafından çalınıyor. Günlerden Perşembe. Pazar günü kızıma yüzük takılacak. Günlerdir bunun telaşı içindeyiz. Dünden kuaför randevuları alınmış, kesim-boya işleri aradan çıksın diye. Kıyafetler ütülenmiş, gardıroba asılmış. Damat da bizde… 4 yıldır kızım alıştı biraz, polis ve gözaltına alınmamıza. Damat şaşkın. Eylem hazırlığı içindeki öğretmen kıskıvrak yakalandı. Pazar günü evin bahçesinde nişan eylemi gümbede gümbede güm!
Ev araması yapılıyor. Aslında yapılıyormuş gibi yapılıyor. Telefon ve laptop alınıyor, iş tamam. Sabah gazetesinde yazılacak ya “dijital materyaller ele geçirildi” diye, her şey “kitaba uygun” olsun. Ha bir de “örgütsel dokümanlar” kısmı var. Yüksel TV yayınında arkama, duvara yapıştırdığım “Yüksel TV” yazan ozalit, Direnişler Meclisi logo eskizleri dokümandan sayılıyor. Bir de Fatih Yaşlı’nın “Kinimiz Dinimizdir” kitabı… Daha önceki ev aramasındaki polislerin beğenmediği bu polisler “beğeniyor” alıyorlar. Aramada silahlı örgüt üyesi dedikleri öğretmenin kapalı, içi dolu bavullarını açmaya bile gerek duymuyorlar! Ama yazsın Sabah şeysi, öğretmenin evinden kitap çıktı gümbede gümbede güm!
Ev araması sırasında kızım üzgün ve öfkeli. Pazar günü hayatının en önemli olayı yaşanacaktı. Çok haklı söyleniyor duruma. Kadın polis, yaşına başına bakmadan çemkiriyor kızıma. Ben müdahale etmesem eni konu çekişecek gencecik bir insanla. “Annesini gözaltına alıyorsunuz, evimize girip karıştırıyorsunuz, en mutlu gününü kara güne çeviriyorsunuz, bırakın da o kadar söylensin cevap verme çocuğa” dediğimde susuyor kadın polis.
Bilirim ben kızımı. Nişanın bozulduğundan çok sağlığımdan endişeli. Fahrettin Koca virüsten dolayı dışarı çıkmayın demiş. Biz de Sağlık Bakanını dinlemişiz. Kalp, tansiyon, ankilozan spondilit (omurga romatizması), astım hastalıklarım var. Hepsi raporlu. 5 ay dışarı çıkarmamış, kızım bakmış bana. Şimdi virüsün yeniden pik yaptığı süreçte evimize geliyor, annesini bilinmeze götürüyorsunuz. Ağlamaklı… Ağlamıyorsa gururundan, onurundan ağlamıyor. Annesinin ne yaptığını ne yapmadığını bilmez mi genç bir insan. Öfkesi de ondan. Hırsız değil, katil değil, darbeci değil. Kimseyi öldürmemiş, uyuşturucu satmamış, ülkesini düşünmekten başka siyaseti zenginleşmek, servetine servet katmak için kullanmamış. Hak der adalet der. Siz 4 kronik hastalığı olan bir anneyi hangi acil gözaltı gerektiren bir gerekçe ile evinden alıyorsunuz? “İşimi geri istiyorum, bu ülke halklarına yapılan adaletsizlikleri kabul etmiyorum” demekten başka ne yapmış, hangi suçu işlemiştir diye düşünüyor kızım. Sabah şeysi yazsın şimdi; çocukları ağlatanlar onmazlar! Gümbede gümbede güm!
Gözaltına alınıyorum. Siyasi şube nezareti rezalet. Battaniye tüyleri astım hastalığımı tetikliyor. Gece öksürükleri ilk günden başlıyor. Cuma-Cumartesi günü şeker ve su almayı kesiyorum. İlaçlarımı da almıyorum. Yemek filan yemiyorum. Cumartesi akşamına kadar belki savcı insafa gelir erken alır sorguya, bırakır da kızımın nişanını yaparım diye düşünüyorum. Ama almıyor. 9 gün sonra savcının karşısına çıktığımda, gözlerine baktığım zaman anlıyorum neden erken çağrılmadığımı. O gözlerdeki kin bana değil, ona anlatılana aslında. Nitekim ilk sözüm buydu savcılıkta. “O önünüzdeki fezlekede yazılan ben değilim.”
Şeker ve suyu kestiğimde polis kamerayla gelip “kendi isteğinle kestin şekeri ve suyu değil mi?” diye soruyor, kayıt alıyor. “Kendi isteğimle mi? Bir insan kendi isteğiyle hayatını neden riske atsın? Buna beni siz zorluyorsunuz. Derhal beni savcıya çıkartın. Pazar günü kızımın nişanı vardı ve evimden aldınız beni” diyorum. “Bilmiyorduk nişanı, haberimiz yoktu” diyor Nereden baksan tutarsızlık! Kimin haberi vardı acaba? “Süleyman Soylu’nun talimatıyla getirdiniz bizi buraya” diyorum, hayır demiyor, reddetmiyor. “Her şeyi biliyoruz, sizi izliyoruz” diyen siyasi şube polisinin kızımın nişanından haberdar olmaması….!! İçişleri Bakanı işimi geri istiyorum diyen bir öğretmeni gözaltına aldırdı gümbede gümbede güm!
Nezarette her şey bir irade savaşına dönüşüyor. Tuvalet ihtiyacınız olduğunda kameraya el salla diyorlar. Ben sana niye el sallayayım? Sevdiğim insanlara el sallarım. Zafer işareti yaparak sallıyorum elimi bende. Buna inatlaşıyor genç, sarışın kadın polis. Gelmiyor. Çok sıkışmışım. Tehdit ediyor beni aslında gelmeyerek. Öyle sallarsan gelmem mesajı veriyor. Sesleniyorum, kapıya vuruyorum yine gelmiyor. Yaşım gereği çok tutamam idrarımı. Bağırıyorum. “Şimdi kameranın önünde bu hücreye işeyeceğim ve avukatlarımdan görüntülerin kamera kaydını, savcının istemesini, izlemesini sağlayacağım. Bakalım nasıl açıklayacaksın durumu?” 30 saniye içinde gelip, kapıyı açıyor. Gözlerinin içine bakıyorum, bizi tuvaletle tehdit etmeyin bu işkencedir diyorum. 4 yıldır işini geri istemekten vazgeçmeyenlere tehdit sökmüyor. Gümbede gümbede güm!
Dışarıdan bir örgüt operasyonu görüntüsü elbette AKP’nin İçişleri Bakanına paye kazandırıyor gibi görünebilir. Gerçek örgüt üyelerini yakalayamayanlar, işini geri isteyen 4 yıldır silahsız,külahsız; eylemcilerin şiddet uygulamadığı, aksine şiddet gördüğü bir eylemin üyelerini örgüt üyesi diye lanse etmekten hicap duymayabilir. Ama buradan görünen o ki kamuoyunu bu konuda ikna edememişler. Hakimin tutuklama gerekçesi gazetelere haber olmuş. Yoğun eylem yapan ve tüm engellemelere rağmen eylemden vazgeçmeyen Yüksel Direnişçilerinin tutuklanmasına… Gümbede gümbede güm!
Hakimin yasal zorunluluk olmasına rağmen kararı yüzümüze okuyamaması… 5 saat değerlendirdim adil olmaya çalıştım diyerek adeta avukatlarımıza mahcubiyetini dile getirmesi… Yeri yurdu belli, ev adresleri sabit, her gün eylem alanında bulunan, adli sicilleri tertemiz, mahallelerinde bilinen, sevilen, saygı gören, kamuoyunun destek verdiği Yüksel Direnişçileri için tutuklama kararı vermek de kolay değil tabi. Ciddi bir baskının olduğunu, aman bu kez elimizden kaçırmayalım diyerek mahkeme salonuna ısrarla girmeye kalkışan siyasi polislerin hakimle göz göze gelmeye çalışmalarından anlamak da zor değil. Savcı odasında yokken siyasi şube polislerinin savcının odasında oturup kalktıklarına da şaşırmıyoruz. Hakim de ayarını bozduğu adaletin terazisinde bulabilir bir gün kendisini. O gün geldiğinde “keşke” der ama iş işten geçmiş olur. KHK direnişçilerinin eylemde ısrarı yargılandı, duyduk duymadık demeyin gümbede gümbede güm!
Çok gümbürdedim sevgili Gazete Davul okurları. Bu kadar davul çalmak bu defalık yeter. Bu ülkede görmek, duymak “başa bela”. Bu bela başımızın üstüne. Gördük, duyduk, söyledik, düşündük, itiraz ettik, biat etmedik. Zulme yenilmedik, direndik diye tutuklanıyorsak bundan onur duyarız. Ne teslim olur, ne biat eder, ne işimizi istemekten vazgeçeriz. Zulmün olduğu bu günlerde sustu, kaçtı, yandaş medyada borazancı, yağdanlık oldu dedirteceğime halkın “Davul” unu çalar, adaletsizliğe uğrayanların sesi olurum. Kalemimi adaletten yana kullanırım. Hapis mi ? Tutsaklık bir son değil. Hapishane cezaevi değildir. Aslolan düşüncelerin hapsolmamasıdır. Çıkarız, onurumuzla yaşarız.
Aynı hücreyi, aynı masayı onurla paylaştığım Mimar Alev Şahin ile birlikte her sabah ve her gece uyumadan önce birbirimize okuduğumuz Nazım Hikmet (Bütün Şiirleri) kitabından bir şiirle selamlıyoruz ülkemizin güzel insanlarını:
Sabahın sahibi vardır.
Gün daima bulutta kalmaz.
Herhal ilerdedir
Yaşanacak günlerin
en güzelleri…
Dirençle, umutla…
Sayın Acun Karadağ gümmede gümmede güm zevkle okudum .Ayrıca mizahi bir dil kullanmanız harika yüreğinize saglık.