Röportaj: Aslıhan Gençay
”Olof Palme’ye adanmış bir ödülün, benim gibi Kürt ve Türk coÄŸrafyasında insan hakları mücadelesi veren bir Kürt kadınına verilmiÅŸ olması çok deÄŸerli. Bizler gibi baskı altında mücadele eden insan hakları savunucularının bu ÅŸekilde ödüllendirilmesinin, aynı zamanda ‘koruyucu’ bir yanı olduÄŸunu düşünüyorum.”
Geçtiğimiz günlerde, İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı avukat Eren Keskin, Olof Palme Uluslararası Anlayış ve Ortak Güvenlik için Anma Forumu tarafından verilen Olof Palme İnsan Hakları Ödülü’yle ödüllendirildi. Bu ödülün Keskin’e verilmesi, ülkemizde bulunan her mağdur kesimin, kimliğin ve bireyin yanında gördüğümüz Keskin ve tüm insan hakları aktivistleri açısından gurur vericiydi. Öte yandan ülkede yaşanan ırkçılığın, ayrımcılığın ve insan hakları ihlallerinin, ciddi, cesur ve sürekli bir mücadele gerektirdiğini gözler önüne sermesi açısından da dikkate değer bir gelişmeydi.
Eren Keskin’le Olof Palme İnsan Hakları Ödülü’nü almasını sağlayan uzun soluklu mücadelesinin öne çıkan yanlarını konuştuk.
Bu hafta Olof Palme Uluslararası Anlayış ve Ortak Güvenlik için Anma Forumu tarafından insan hakları alanında ödül aldınız. Olof Palme ödülünü almak veya mücadelenizin ödüllendirilmesi nasıl bir duygu, neler düşünüyorsunuz?
YaÅŸadığımız coÄŸrafyada biz insan hakları savunucuları, faaliyetlerimiz nedeniyle genellikle cezalandırılırız. Bu yüzden verdiÄŸimiz mücadelenin bazı kesimler tarafından deÄŸer görmesi ve ödüllendirilmesi, her ÅŸeyden önce çok anlamlı. Olof Palme, yoÄŸun emperyal güç dengeleri arasında barışı ve silahsızlanmayı savunmuÅŸ bir liderdi. Bu nedenle çok önemli bir isim. Türkiye Cumhuriyeti devleti, yıllarca Palme’yi bir Kürt’ün öldürdüğünü ileri sürse de yıllar sonra Ä°sveç savcılığı, Palme’nin yaÅŸlı bir Ä°sveç vatandaşı tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Çok sayıda tartışmaya neden olan ve bu tartışmalarda Kürtlerin haksız yere suçlandığı bir suikast hakkında gerçeklerin ortaya çıkması, tabii ki son derece önemliydi.Â
Olof Palme’ye adanmış bir ödülün, benim gibi Kürt ve Türk coÄŸrafyasında insan hakları mücadelesi veren bir Kürt kadınına verilmiÅŸ olması, benim için çok deÄŸerli. Bizler gibi baskı altında mücadele eden insan hakları savunucularının bu ÅŸekilde ödüllendirilmesinin, aynı zamanda ‘koruyucu’ bir yanı olduÄŸunu düşünüyorum.       Â
Peki, ödülün kapsamı genel insan hakları alanı mı?
Ödül, aslında insan hakları mücadelesine verilen bir ödül ama 2022 yılında, benim de içlerinde bulunduğum üç kadın arasında paylaştırıldı. Üçümüz de çatışmalı bölgelerde kadın hakları alanında mücadele veren ve aynı zamanda barış savunucusu kadınlarız. Bu yılki ödülün genel bir insan hakları kapsamından çok, çatışmalı süreçlerde mücadele eden barışçı kadınlara verilmiş olması da ödülü önemli kılıyor. Özellikle benim açımdan baktığımızda, devlet kaynaklı cinsel işkenceye karşı verdiğimiz mücadelenin ödüllendirildiğini anlıyoruz.
Forum’un tanıtımında kurucusu olduğunuz Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardımlaşma Ofisi’ne vurgu yapıldı. Ofisinizden biraz bahseder misiniz?
Biz, 1997 yılından bu yana, özellikle kadınlara ve trans kadınlara karşı uygulanan devlet kaynaklı cinsel iÅŸkenceye karşı mücadele veren bir ofis olarak çalışıyoruz. Bu ofis, BirleÅŸmiÅŸ Milletler tarafından destekleniyor. Uzun yıllardır, özellikle gözaltında, ev baskınlarında, köy baskınlarında, sokak gösterilerinde cinsel iÅŸkenceye uÄŸrayan kadınlara ve trans kadınlara ücretsiz avukatlık yaptık. Ä°ÅŸkencenin belgelenmesinde, psikolojik raporun ne kadar önemli olduÄŸu da bu çalışmalarımız sonucunda ortaya çıktı.Â
Örneğin, Adli Tıp Kurumu’nun işkencenin meşrulaştırılmasında oynadığı rol alanında önemli çalışmalar yaptık. Tabii ki iç hukuk kapsamında hiçbir zaman istediğimiz sonuçları alamadık ancak yaptığımız başvurular neticesinde Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, cinsel işkence nedeniyle defalarca mahkûm edildi. Sanırım ödülün en büyük gerekçelerinden biri de, kadınlara yönelik cinsel işkenceye karşı verildiğimiz mücadele oldu.
Dernek faaliyetleri kapsamında üst düzey bürokrat ve askerî yetkililerin cezalandırıldığı cinsel şiddet suçları ve davalarından birkaç örnek verebilir misiniz?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazandığımız davalar arasından çarpıcı bir örneği vermek isterim. Yıllar önce, 2,5 yaşındaki oğluyla gözaltına alınan ve 20 gün gözaltında kalan Fatma Tokmak’ın yaşadıklarıyla ilgili, iç hukuk başvuruları yapmıştık. Fatma, oğlu Azad’la birlikte işkence görmüştü. Fatma’ya hem fiziki hem de cinsel işkence uygulanmış, küçük oğlu Azad’ın ellerinde ve sırtında sigara söndürülmüştü. Bu konu, gerek iç kamuoyunda gerekse uluslararası kamuoyunda çok tartışıldı. Ancak yapılan işkencenin raporlarla belgelenmesine rağmen, iç hukuk açısından hiçbir sonuç alamadık. Sonuçta bu dava nedeniyle Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm edildi.
Başka bir örnek olarak; Mardin’de Musa Çitil‘in komutan olarak görev yaptığı dönemde, gözaltında cinsel işkenceye uğrayan bir kadının davasını, verebilirim. Bu dava sürecinde de iç hukuk yollarıyla bir sonuç alamadık. Fakat sonuçta Türkiye yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm edildi. Mahkûmiyetin gerekçelerinden biri, kadının gördüğü işkence hakkında bağımsız bir hekimden rapor alınmamış olmasıydı. Bu karar son derece önemlidir çünkü hâlâ Türkiye’de işkencenin belgelenmesinde tek belirleyici makam Adli Tıp Kurumu. Oysa Adli Tıp, bir devlet kuruluşu, yani mahkemeler tarafından, bir devlet gücünün yaptığı işkenceyi, başka bir devlet kuruluşunun raporlaması bekleniyor. Bizler, Adli Tıp’ın tamamen siyasi iradeye bağımlı bir kurum olduğunu ve bu nedenle mahkemelerde bağımsız hekim raporlarının delil olarak kabul edilmesi gerektiğini, yıllardır dile getiriyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karar, bu açıdan da son derece önemli.
Türkiye’de pek çok kesim maalesef ki sadece devlet tarafından değil toplum tarafından da ayrımcılığa uğruyor. Ülkede her kimliğin eşit yaşadığı ve ırkçılığın, ayrımcılığın olmadığı bir dönem hatırlamıyoruz. Sizce şu anda Türkiye’de en çok ayrımcılığa uğrayan kesimler kimler, bu kapsamda LGBTİ+lar ve sığınmacılar hem devletin hem de toplumun ayrımcılık yaptığı kesimler olarak öne çıkmakta diyebilir miyiz?
Türkiye’de yerleşik resmî ideoloji, maalesef son derece ırkçı ve ayrımcı. Yaşadığımız coğrafyada, birçok etnik, dinsel ve cinsel kimlik bulunmasına rağmen, sadece Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan resmî bir ideoloji var. Aynı zamanda bir soykırım coğrafyası burası. Türk İslam sentezini temel alan ittihatçı ideoloji, genel olarak tüm toplumu belirlemiş durumda ve bu nedenle resmî ideoloji tarafından yetiştirilen insanlar da ırkçı ve ayrımcı bir pratiği benimsiyorlar. Coğrafyamızda ırkçılığa ve ayrımcılığa uğrayan çok fazla kesim var: Kürtler, Aleviler, Hıristiyanlar, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, LGBTİ+ bireyler, kadınlar… O kadar çok ayrımcılığa uğrayan kesim var ki… Son dönemdeyse ırkçı pratiklerin en çok uygulandığı kesimin sığınmacılar olduğunu görüyoruz. Maalesef sığınmacılara karşı büyük bir ırkçılık söz konusu.
Sizce Türkiye’de ırkçılık ve ayrımcılık biter mi?Â
Çok zor bir soru gerçekten. Ä°ttihatçı, ırkçı ve ayrımcı ideolojinin, iktidar ve muhalefeti etkilediÄŸi bu ortamda ayrımcılığın bitmesi oldukça zor. Ancak bu coÄŸrafyada resmî ideolojiye karşı mücadele eden bir kesim var. Ve bu kesim, baÅŸ eÄŸmeyen, biat etmeyen bir kesim. Ä°ÅŸte bu biatsız topluluk çoÄŸalırsa ırkçılık ve ayrımcılık da yüksek sesle tartışılmaya baÅŸlanır.Â
Eş genel başkanı olduğunuz İHD’nin bünyesinde, Irkçılığa, ayrımcılığa karşı mücadele ve mağdurlarla dayanışma amacıyla kurduğunuz komisyonlar var mı, hangi alanlarda faaliyet yürütüyorlar?
İHD kurulduğundan bu yana resmî ideolojiye muhalif bir örgüt olarak mücadele etti ve bu alanlarda çalışma yapan komisyonlarımız var. Komisyonlarımızdan bazılarını; Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon, Kadın Komisyonu, LGBTi+ Hakları Komisyonu, Mülteci Hakları Komisyonu, Çocuk Hakları Komisyonu, Cezaevleri Komisyonu olarak sayabilirim.