Aslıhan Gençay (@asligencay)
AYSEL TUĞLUK İÇİN ADALET-3
Adli Tıp Kurumu’na göre “kendini kötü göstermeye çalışan ve cezaevinde kalabilecek durumda olan” Aysel Tuğluk için avukatları Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na başvuruda bulunarak alternatif bir değerlendirme de aldılar. Çok yönlü gözlemlerle hazırlanan THİV’in değerlendirmesi, kamuoyu tarafından pek bilinmiyor.
Ayrıca bırakın Aysel Tuğluk gibi bir siyasi figürü, sıradan bir insan dahi günlük yaşamını cehenneme çevirecek bir “kendini kötü gösterme” tavrını neden seçsin? Neden tahliye olması hâlinde ortaya çıkabilecek bir simülasyonu yaratsın? Neden böyle bir itibar zedelenmesini göze alsın? Mantık ve bilim çerçevesinde açıklanamayacak yorumlar, tanılarla dolu ATK raporlarını ve demans hakkında merak edilenleri, TTB Başkanı ve adli tıp uzmanı Profesör Doktor Şebnem Korur Fincancı’ya sorduk.
Adli Tıp Kurumu raporlarında Tuğluk için ısrarla “kendini kötü göstermeye çalışıyor” değerlendirmesi yapılmış. Yapılan testlerle bu kadar iddialı tanılar konulabilir mi?
İlk ATK raporunda, klinik tablo değerlendirilirken “simülasyon / temaruz” yani bir hastalık varlığını taklit etme davranışı iddiası bulunduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım, nesnel bir klinik değerlendirme konusunda sınırlamaya neden olur. Simülasyon varlığı, aydınlatılması gereken bir iddiadır. Bu nedenle böyle bir değerlendirmede, mutlaka farklı görüşlerin alınması, hastanın izlenmesi, nesnel ve bağımsız bir sürecin işletilmesi gerekir. Yoksa simülasyon yapıldığı düşüncesi, hekimin görüşünü bulanıklaştırıp, tüm klinik belirtiler bu önyargıyla yorumlanabilir.
Aysel Tuğluk’a Kocaeli Seka Devlet Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu’ndan verilen çelişkili raporlar da mevcut. Mesela Seka Devlet Hastanesi ve Üniversite Hastanesi’nin raporlarında demans tanısı söz konusuyken, ATK “hafif bilişsel bozukluk” diyor. Bu çelişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muayene bulguları ve test sonuçları itibarıyla bir çelişki olmamasına rağmen, tanıda çelişki görülüyor. Örneğin ATK raporunda, Seka ve üniversite raporlarında tanımlanan benzer belirtilerle test sonuçları olmasına rağmen, orta ağır bir demans tablosuna tekabül eden bu sonuçlar, az önce bahsettiğim önyargıyla hafife alınmış gibi görünüyor. Çelişkinin temeli bu çözülmemiş önyargıyla ilişkili olabilir.
Yani raporların tümünde bulgular ve test sonuçları uyumlu, sadece tanı farklı…
ATK’nin sayfalarca tutan raporunun sadece son yarım sayfalık kısmında “hafif kognitif bozukluk” yazıyor. Birtakım nöropsikolojik muayene gözlemlerine bakıldığında; onca ağır bozulmuş kognitif / bilişsel muayene sonuçlarına, onca ağır yıkılmış güncel işlevselliğin tanımlanmış olmasına rağmen hangi gerekçelerle bu tanının konulduğu, raporda yer almıyor.
O zaman ATK hekimleri bağımsız davranmamış diyebilir miyiz?
Elbette hekimin klinik bağımsızlığı, nesnel ve bilimsel yaklaşım, hiçbir ayrımcı tutumun hastanın değerlendirilmesinde rol oynamaması gereği; hekimlik etik değerleri olarak önem taşır. Ancak “suçuna karşı ceza sorumluluğu” raporun konusu değilken, bu yönde bir raporun düzenlenmiş olması, iddia edilen suçların sağlık sorunundan önceki tarihe denk gelmesine rağmen iddianamede yer alan suçların tek tek sayılması; hekim klinik bağımsızlığın ötesine geçmiş, savcı rolüne bürünmüş, şeklinde bir duruma işaret ediyor.
Peki, Adli Tıp Kurumu tarafsız olabilir mi?
ATK Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluş ve atamalar Adalet Bakanlığı tarafından yapılıyor. Sözleşme yenileme vb gibi çalışma biçimleri, bağımsız, nesnel ve bilimsel değerlendirmeye gölge düşürecek yapıdadır.
ATK raporunu hazırlayan kurulda nöroloji uzmanı da bulunmuyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Nörolojik bir hastalığın araştırılmasında elbette nöroloji uzmanının da bulunması bir zorunluluk, ayrıca işkencenin etkili soruşturması ve tıbbi belgelenmesi kılavuzu “İstanbul Protokolü” böyle bir durumun varlığında atılması gereken adımlara, özellikle bağımsız bir değerlendirmenin önemine vurgu yapar.
Tuğluk’un avukatları Adli Tıp Kurumu ile ilgili TTB’ye şikâyette bulundular. Size göre ortadaki çelişki, bir ceza gerektirir mi?
Hekimler etik ilkelere aykırı davrandıkları veya tıbbi uygulama hatası iddiası durumunda çalıştıkları ilin Tabip Odaları tarafından soruşturulur. Bir disiplin kurulu işlevi gören Onur Kurulları tarafından durumları değerlendirilir. Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu, bir üst disiplin kurulu olarak itiraz hâlinde değerlendirme yapar. İdari değil mesleki değerlendirme söz konusu olacaktır.
TİHV’in, Aysel Tuğluk’un koğuş arkadaşlarıyla avukatlarının gözlemlerini de değerlendirdiği alternatif görüş raporunda “orta derece tipik demans” tanısı mevcut. Yani Tuğluk CDR0.5’ten, CDR2 ve CDR3 arası bir duruma geçmiş. Bu terimler demans açısından hangi aşamaları tanımlıyor?
Demans bir hastalık değil, klinik tablodur. Bu tabloya yol açan pek çok hastalık olabilir. İlerleyici özelliğiyle Alzheimer da bunlardan biri. Mesela ATK tarafından düzenlenen ikinci raporda “hafif kognitif bozukluk” yazıyor. Yani ilerleyici unutkanlıkla sınırlı fakat bu unutkanlığın günlük yaşama etkisinin olmadığı bir durumdan söz ediliyor. Oysa geldiğimiz aşamada tüm bu anlatılanlardan, dosyadaki gözlemlerden ve hücre arkadaşlarının ifadelerinden Aysel Hanım’ın ağır bir işlevsel bozukluk gösterdiği görülüyor.
ATK’nın tanısı nasıl kriterler gerektirir?
Bu tanının dayandırıldığı kriterlere göre “işlevsel bozukluğa yol açmamış objektif kognitif (büyük sıklıkla izole bellek) bozukluğu”ndan söz edilir ancak kendi muayene bulguları bununla uyumlu değil. Ayrıca Aysel Tuğluk’un hastalığının erken başlangıçlı olması ve gözlenebildiği kadarıyla çok hızlı ilerlemesi de tipik Alzheimer’den farklı bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor.
Tipik Alzheimer’den farkı nedir?
Elbette ilgili uzmanların değerlendirmesi çok önemli, haddimi aşmak istemem ancak annesinin ölümü sonrası yaşananların örseleyici etkisi ve sonrasında bu hastalığın başlaması da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu. Hem bu travmanın onarımına dair tedavi süreci için hem de, bir adli tıp uzmanı olarak değerlendirdiğimde, travmayla yıkıcı bir hastalığın nedensellik bağının varlığı açısından, sorumluların ortaya çıkarılması ve cezasızlığın önlenmesi önem taşıyor.
Tuğluk bir yandan da demans ilaçları kullanıyor. Madem resmî olarak tanı kabul edilmiyor, bu ilaçlar neden kullandırılıyor?
Bu ayrı bir konu ama doğrusu beni bir hekim olarak kaygılandıran, hastalığın başlangıcı öncesi karşılaştığı travmatik olay ve bu olayın hastalığındaki etkisi. Öncelikle bu durumun, travma konusunda çalışan, alanında yetkin psikiyatri uzmanları ve nörologlarla birlikte değerlendirilmesi, tedavi sürecinin birlikte planlanması sağlanmalıdır.
Demans, genel olarak nasıl seyreder, ilerlemenin yavaşlaması için hastanın nasıl bir ortamda bulunması gerekir?
Hastanın, bilişsel işlevleri ve gündelik işlerini yapabilecek işlevselliğinin korunması için gereken tedavi sürecinin planlanıp uygulanabileceği yeterlilikte bir tedavi kurumunda olması, aynı zamanda takibi gereklidir. Ayrıca anlattığım gibi travmatik yaşantısıyla hastalık ilişkisinin kapsamlı araştırılması ve ona uygun bir terapi sürecinin varlığı da ihtiyaçtır. Bu sürecin hapishane koşullarında işletilebilmesi mümkün görünmüyor.
Aysel Tuğluk’un koğuş arkadaşı Damla Bağcı:
Gerekli tetkikler yapılmadı, sağlığına dair sorular dahi sorulmadı
Aysel Tuğluk’la hem hastalığı öncesi hem de sonrası aynı koğuşta kalan arkadaşı Damla Bağcı, Tuğluk’un sağlığının en yakın tanıklarından. Bağcı’nın mektubu, Tugluk’un neden cezaevi koşullarında kalamayacağını gözler önün seriyor:
“… annesinin vefatı ve cenazesine karşı yapılan saygısızlık, yaşanan elim olaylardan önce yaşama katılımı güçlü, çevresine moral veren biriydi. Sonrasında yaşamdan kopan, içine kapanan, tek başına hiçbir işini yapamayan süreçler yaşadı, yaşıyor.”
“… dönem dönem, bazen de sıklıkla içine kapanıyor ve o dönemlerde yaşam alanımız kısıtlandığında da genelde uyuyarak ya da yatakta uzanarak vakit geçirme, iletişimi herkese kapatma hâli var. … ayakkabılarını kendi giyemiyor, fişleri prize takamıyor, çöp poşetini çöp kovasına sokması gerekirken çöp kovasını poşetin içine koyuyor, tüm elbiselerini ters giyiyor, dilekçe dahi yazmıyor, okuma yapamıyor, heceliyor, uzunca konuşamıyor, kelimeleri ters ya da yanlış söylüyor, çoğu zaman ifade etmek istediği kelimeleri bulamıyor, aklına gelmiyor. Bizler yanındayız, destek sunuyoruz ama yine de profesyonel destek alması gerekiyor. … tümüyle başkalarının yardımına ihtiyaç duyan bir pozisyonda.”
“Rapor alma sürecinde hastaneye giderken ben de kendisine eşlik ettim çünkü hem kendini ifade edemiyor hem de yürüyemiyor. Her bölüme gittiğimizde doktorların sorduğu soruları anlayamayıp cevaplayamadığından benden yardım istiyor, durumu anlatmamı talep ediyordu. Rapor için heyetlerle görüşmeye gittiğimizde gerekli tetkikler yapılmadı, olması gerektiği gibi sağlığına dair sorular dahi sorulmadı. Oysa ki yürüyüşünden konuşmasına, hareketlerine kadar her hâlinden Alzheimer olduğu ve sağlığının iyi olmadığı anlaşılıyor.”
“… cezaevi koşulları, pandemiyle birlikte daha da zorlaştı. Tedavisi olmayan, çabuk ilerleyen böylesi bir hastalık için ona moral verecek aktiviteler, hafızayı güçlendirici etkinlikler yapılması ve uygun şartlarda profesyonel bakım alması elzemdir. Cezaevi koşulları onun için asla uygun değildir.”
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI TIBBİ DEĞERLENDİRME RAPORU SONUÇ BÖLÜMÜ