Geçtiğimiz günlerde HDP milletvekili Oya Ersoy’un Meclis’te sarf ettiği “Size neden gerici diyoruz biliyor musunuz? Çünkü sizler 500 yıl geride kalmış Osmanlı’yı, 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz” sözleri üzerine İslamcılar ‘dinimize hakaret etti’ diye bir linç ve tepki dalgası başlattı.
Ben şahsen bu cümlede bir hakaret görmüyorum, ayrıca dinin de eleştirilebileceğini düşünüyorum, yani Oya Ersoy’un ifade özgürlüğünün yanındayım.
Beni daha çok ilgilendiren bu ‘ilerici-gerici’ kavramları etrafında başlayan bir yan tartışma.
Sol bu kavramları kullanmalı mı?
Tartışma üzerine bir takım parti ve yazarlar işte biz ‘gerici’ derken neyi kast etmek istiyoruz diye açıklamalar da yaptı.
Tabi siz bir kavramı alıp biz şöyle kullanıyoruz diyebilirsiniz ama bir de onların ima ettiği bir felsefi-tarihi derinlik vardır. Kullandığınızda da ister istemez bu derinliğe temas etmiş olursunuz. Bu temasın da bugün konumlandığınız yere bir etkisi olur.
İlericilik Kapitalizmin ve Aydınlanmacılığın temel kavramlarından birisidir. Tarihi yukarı ve ileri doğru ilerleyen bir merdiven olarak modeller. İlerler ve ‘geri/eski’ olan şeyleri geride bırakır. Aydınlanma dünyayı akıl ve bilimle rasyonel hale getirirken; karanlık, gizemli her şeyi de geride bırakmamızı hatta lanetlememizi önerir.
Moderniteye geçerken devrimler çoğu zaman din ve din kurumları ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu anlamda bu geçmişe ait her şeye ‘geri ‘ denilmesi bu mücadelenin doğal bir parçası, propaganda aracı olmuştur.
Modernitenin duvara tosladığı yer faşizmdir. Çünkü faşizm de modern bir akımdır ve geçmişe ait her şeyden nefret eder. Faşizmin sanattaki uzantısı Fütürizm İtalya’da faşizmden önce düşünsel bir akım olarak ortaya çıkmıştır.
Bu akımın temel amaçları; geçmişteki estetik değerleri ve gelenekleri bütünüyle reddetmek, dünyanın geleceğinin “Modernlik” olduğunu savunmak, ülkeleri geçmişin ağırlığından ayırıp modernleştirmek ve özellikle “Şehirleşmiş Medeniyet”, “Makineleşme” ve “Sürat” kavramlarını toplumsal hayatta bir temel hale getirmektir.
Bu geçmişten radikal kopuş kolaylıkla aklımıza Kemalizmi de getirir, çünkü Kemalizm için de Cumhuriyet geçmişten neredeyse tamamen bir kopuş hamlesidir. O yüzden geçmişe ait her şey kötüdür.
Geçmişe ait her şey ‘kötü ve geri midir?’, bu problemli bir bakıştır. Marx ‘İdeolojilerin tarihi yoktur’ der. Bir fikri, ideolojiyi, dini değerlendirmek için onun ne söylediğine bakmak gerekir.
Mesela Anadolu’daki tasavvuf geleneğinde Vahdet-i Mevcut, bütün maddenin var olan her şeyin Tanrı olduğunu söyler. Bir sineği ya da elmayı da Tanrı olarak gören bir gelenek yaratılmıştır, doğayla ve insanla barışık, şiddet karşıtı fikirlerin beşiği olmuştur.
Ya da Hindistan’da 2400 yıl önce ortaya çıkan Janizm… İnananları en küçük bir canlıyı bile öldürmemek için yolda yürürken dalları yumuşak bir süpürge ile yürüyecekleri yerleri süpürürler.
İslamcılığı karşı çıkarken de söylenecek şey; onun 1500 yıl öncesine ait olup olmadığı ya da bir din olması meselesi değildir, ne söylediğidir. Mesela; kadın-erkek eşitliğini savunmaması, LGBTİ haklarının kısıtlanması, hayvan haklarına karşı olmasıdır.
Çünkü Aydınlanmadan modernizmin bütün siyasi akımları çıkmıştır, bunun içinde faşizm ve totaliter akımlar da vardır. İlericilik-gericilik totaliter akımları sola bağlayan bir kavramsallaşmadır. Ve kullanırken istemeden onun hegemonyasına gireriz.
Örneğin bazı sosyalist yapılar, partiler Kemalizme ‘ilerici’ derken onun Dersim ve Pontus soykırımlarını da aklama ihtiyacı hissederler. O katliamların ilericilik adına gericiliği geri püskürtmek için yapıldığını söylerler. Oysa zamanın Pontus Hristiyanları ülke ortalamasının çok üzerinde Batıcı ve moderndi. Dikiş tutmaz bir genellemedir.
Velhasıl sosyalistler teorik olarak modernleşmeci totaliter akımlarla farkını ortaya koymak, onların peşinden sürüklenmesine neden olan felsefi ortaklıkları sorgulamak zorundadır.
Solun bir gelecek iddiası olması için modernizmin totaliter eğilimleri ile hesaplaşması, kendi özgürlükçü çizgisini belirginleştirmesi gerekir.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”