Yiğitçe dövüşmek, dürüst bir düellonun mertliğiyle olur.
Yüzyüze, aynı silahlarla ve ahlaki kurallara uyarak. Düelloda hile yapan “alçak” olarak damgalanır, haysiyetsiz biri olarak devam eder hayatına. Bu arada rakibini öldürüp öldürmemesinin de önemi yoktur.
Çetin Altan doğru söylüyor: “Batıda düello vardır, doğuda pusu. Biz ikisinin ortasında kaldığımızdan düelloya çağırır, pusu kurarız.” Eğer bugün yaşasaydı muhtemelen pusu kurmayı bile doğru düzgün beceremeyen aptallığımızı yazardı.
Arkasında saklandıkları ve rasgele çamur attıkları siperlerin üstünde Atatürk resmi ya da Türk Bayrağı olmasının alçaklıklarını gizleyebileceğini zannedenlerle, Kuran ayetlerini mızraklara takarak savaşan Muaviye zihniyetinin ölesiye yarıştığı ve pusu kurmayı bile doğru düzgün beceremediği zamanlardayız.
Yalan, iftira, kibir ve dizginlenemeyen bir faşizm özlemi bataklık gibi her yanı sarmış durumda. Sahici, zekice hazırlanmış bir kötülüğü ve mertçe dövüşmeyi bilen onurlu düşmanları arar hale geldik.
Bu kadar hukuksuzluk yaşanıyor, bir çok masum insan hapiste, hasta tutsaklar ölümün eşiğine gelmiş, cezaevlerinden cenazeler çıkıyor, işkence, hak ihlalleri haberleri her gün önümüze düşüyor, pandemi her yanı sarmış, insanlar açlıkla mücadele ediyor ve bu hikayenin ortasında alçak mı yoksa aptal mı olduğuna karar verememiş tuhaf bir klanla uğraşmak ayıp gibi gelmiyor değil açıkçası.
Ama, etrafta bu kadar yalan ve böylesi organize ve kahpece kurgulanmış bir kötülük başıboş halde dolaşırken, gerçekten demokrasi ve adalet istemek için önce bu bataklığın kurutulması gerektiğini görerek bu arsızlıklar karşısında susup oturmak mümkün olmuyor.
Bir kaç gün önce Ahval’deki yazımda , yalanlarını kokmuş temcit pilavı gibi servis edenlerden bahsetmiştim. Her gün bir ya da bir kaç servis elemanı, aynı cümlelerle ve aynı yalanlarla bizi zehirlemeye devam ederken nasıl ve neden susalım? Biz sustukça kendilerini haklı ve güçlü zanneden bu soslu faşistler azdıkça azıyor çünkü.
Hepsinin dönüp dolaşıp söylediği alçakça cümle aynı: “ Ahmet Altan’ın elinde kan var?”
Binlerce Kürdü öldürenlerin ve faillerini meçhul bırakanların, küçücük Ceylan havan topuyla parçalandığında susanların, Pervin Buldan’ın kocasını ,Tahir Elçi’yi, Hrant Dink’i ve nicelerini katledenlerin, solcuları işkence tezgahlarından geçirenlerin, Roboski’de çocukları bombalayanların ve hiçbir şey olmamış gibi arkalarını dönenlerin, darbecilerin, faşistlerin ellerindeki kanı sormaya yüreği yetmeyenler ya da yüzlerini her sabah o kanla yıkamaktan aldıkları sadistçe ve tiksinti verici zevki, ağızlarını her açtıklarında sıçrattıkları salyalarla ortalığa bulaştıranlar zerre kadar utanmadan bunu yazabiliyorlar.
Bütün bu saydığım vahşetin ve daha fazlasının karşısında ısrarla durmuş, her türlü kötülüğe karşı mücadele etmiş, demokrasi, barış ve özgürlük için kimsenin göze alamayacağı bedelleri ödemiş, yetmemiş üstüne bir de Türkçenin en nefis yazılarını, romanlarını yazmış bir adamın elinde ancak utanmak nedir bilmeyenlerin yüzüne yazılarıyla attığı tokatların izi vardır ve o tokatların acısı hiç geçmediği ve asla geçmeyeceği için, çünkü gerçekten demokrasi istemenin sağlam bir varoluş meselesi olduğu gerçeğini kabullenmek çok kolay olmadığından, bu ahlaksızca saldırı teşebbüsünden utanmak da karakter meselesidir elbette.
Hiç bir delil göstermek zorunda hissetmeden, “nasıl tutturursak orasından vururuz” kafasıyla bu kadar iftirayı atabilen arsız kitle, bu iddialarını çürüten her şeye karşı sergiledikleri ortak çirkeflikle aslında sadece alçak değil, aynı zamanda ahmak olduklarını da kanıtlıyorlar.
Hikayenin temel noktası, hepimizin onlar gibi düşünmek zorunda olduğumuzu zannetmeleri. Bu ülkenin gerçek sahibinin kendileri olduğunu düşünenler , bir Opera sergilenirken mesela, ortalıkta dolaşıp “Benim babam Atatürk’ün silah arkadaşıydı, Atatürk Kültür Merkezi’nde çiğ köfte bile yapmaya hakkım var.” esprisinin gerçek olduğu bir pandomimin acıklı oyuncularıdır.
Üstelik, Atatürk adını kullanarak kimler ne paralar kazanmış, kimler para dışında nelerden nemalanmış, hatta kimler ne haltlar yemiş, bilmiyor muyuz biz?
İşin bu kısmında afiyet olsun, bu onları nemalandıranların sorunudur. Ancak, hiç kimse tek başına bu ülkenin sahibi değildir, birisi onlara söylesin. Hiç kimse Atatürk’ü sevmek ya da onların sevdiği gibi sevmek zorunda da değildir. Ve herkesin, hakaret etmeden, iftira atmadan, yalan bilgilere sığınmadan Atatürk’ü eleştirmeye hakkı vardır. Tıpkı, herkes ve her şey gibi, fikir tartışmasının ve mertçe dövüşmenin ahlaki kuralları içinde; Atatürk de tartışılır, din de, milliyetçilik de. Aksini düşünmek buz gibi faşizmdir ve bunu kabul etmeyenlerin bugün iktidarla mücadele eder gibi yaptıkları şey de sadece faşizmin kendi içindeki boynuz kavgasıdır.
Ayrıca işlerine geldiğinde yargı kararlarına sığınıp, hoşlarına gitmediğinde yargıyı yerden yere vuranların hukuku ile hareket edecek de değiliz. Yaptıkları hiçbir işin arkasında duramayıp “kumpas” limanına koşanlar gibi düşünmek ve onların her sevdiğini ve yücelttiğini sevmek ya da dokunulmazlarmış gibi davranmak mecburiyetimiz de yok.
Haklı olan tartışmaktan kaçmaz, dürüst ve namuslu olan da düello yapmasını bilir zaten.
Bir de maşallah, bu servis elemanlarının yiğitlik özlemi de pek hevesli, pek şeker.
Tesadüfen bir kaç ay hapis yatıp, bir kaç bin yıllık ağlayanların, siyasi parti liderlerinin önünde hazır ol vaziyette kitap reklamı yapıp sonra kanal kanal gezerek ne kadar bağımsız ve tarafsız olduklarını anlatanların, çete liderleriyle fotoğraflar çektirip vatan sevgisi dersi vermeye kalkanların yiğitlik taslaması acıklı değilse nedir acaba?
Her baktığı yerde “FETÖ’cü” görenlerin, insanların güç kimin elindeyse onun belirlediği bir istisna hukukuyla nasıl bir kıyıma uğradığını, evrensel hukuk ilkelerinin nasıl yerle bir edildiğini kendilerine azıcık dokunana kadar bu hukuksuzluk sopasının nelere mal olduğunu zerre kadar umursamayanların, sabah öğle akşam sığındıkları mağduriyet ağlaklığının da yiğitlikle alakası olmadığı açıktır.
Zor zamanda koşan dostlarını bir kalemde satanların, çığırtkanlığını yaptığı partinin belediyesindeki yolsuzluk haberini yapmaya bir yerleri müsait olmadığı için, şimdi hapiste olan ve yerden yere vurup hain ilan ettikleri bir gazeteciye haber sızdıranların, iktidara iki laf söyleyince kendi yandaşlığını unutanların, sokakta başka, ekranda başka konuşanların, üç tane fazla kitap satmak, iki tane fazla programa çıkmak için yaptıkları soytarılığın adı mı yiğitlik?
Atatürkçü olunca demokrat olmaya , Müslüman olunca ahlaklı olmaya ihtiyaç duymayanların ve bir de tam olarak solun neresinden ne devşirmeye çalıştığını bilemediğimiz yeni tür solcuların, manasız bir kibirle kendisi gibi olmayan herkesi kötüleme telaşı mı yiğitlik, soruyorum. İktidarın kavramlarını kullanarak iktidara karşıymış gibi yapanların hasbelkader edindikleri köşelerinde ya da gezdikleri televizyon kanallarında slogan atarak, masum insanların günahını alması mı yiğitlik yoksa fişleme listeleriyle hedef göstermesi mi?
Yiğitlik öyle olmaz yavrukurtlar, yiğitlik bakın şöyle bir iştir:
Yazdığın her cümlenin arkasında durursun aslan gibi; “Ben yazdım, benimle konuşun.” der, birlikte çalıştığın insanlara siper olur, kimsenin yaftalamasına izin vermeden 40 sene aynı yerden aynı mücadeleyi verirsin; kasırgalarda bile milim oynamadan; hem de tek başına.
Beş sene hapis yatarsın bir kere bile şikayet ettiğini duyamaz kimse. Bir kere bile yüzünü asmazsın, karartmazsın. Tahliye olunca kendin için sevinmez, geride kalanlar için sözünü sakınmadan söylersin. Birileri ulumaya başladığında tekrar hapsederler, bu kez gülerek gidersin.
Bu da yetmez, hapiste üç tane kitap yazar, duvarları yıkar ve dünyayı fethedersin.
70 yıllık bir ömrün ihtişamını, 5 yıllık heybetli bir direnişle taçlandırmaktır yiğitlik.
Ben bazılarınızı da gördüm o görüş odalarında, Ahmet Altan’ı da…
Ve yine görüyor ve biliyorum ki; hapishanelerin görüş odaların gerçekten yiğit insanlar var, adalet uğruna ölüme yürümüş bir avukatın onurlu sesi o görüş odalarında yankılanıyor hala . Ona bile iftira atacak kadar alçalmışlardan yiğitlik dersi alacak değiliz yani; sahici ve onurlu yiğitlerimiz var bizim, hem de her dünya görüşünden, her inançtan, her ırktan, her cinsiyetten…
Yiğitlik, yiğitliğini söylemeyenin sözünde ve attığı her adımın sahici gücünde saklıdır, görmesini bilen görür , kimse merak etmesin.
Geçiniz yani bunları…
Biz kimin kim olduğunu iyi biliriz…
Hadi, şimdi gidip aynaya bakın uzun uzun.