Tatil kulağa hoş gelen bir kavram; huzuru ve özgürlüğü çağrıştırıyor. Düzenli bir işi ve geliri olanlar ekonomik kaygı gütmeden tatile çıkabilir. Yazıp yazmama özgürlüğüne sahip olanlar kendisine izin verip tatil yapabilir. Huzuru getiren bu özgürlük hâli.
Söz konusu TBBM‘nin tatili olduğunda farklı bir parantez açmak gerekiyor. Çünkü meclis ülke sorunlarının çözüm beklediği yer. Ülke sorunu yurttaş sorunu demek. Vekil, hem yurttaş sorunlarını çözme yetkisini elinde bulunduran hem de yurttaş olması bakımından sorunların tam odağında olan kişi demek. Bu bağlamda sorunlar çözülmeden yurttaşlara da vekillere de huzur yok demektir.
Lafı çok dolandırdığımın farkındayım, sözün özü şu:
Meclis tatile girdi ancak ülke sorunlarına tatil yok. Sorunları üstlenmek zorunda kalan yurttaşlara da.
…
Meclisin ülkemizin çözüm bekleyen sorunlarına çözmek için toplanacağı Ekim Ayına kadar neler yaşayacağız, hangi sorunları biriktireceğiz bilemiyoruz. Fakat toplum olarak garip bir yalıtım ve duyarsızlaşma yaşıyoruz. Birbiri ardına sökün eden sorunları (enflasyon, hayat pahalılığı, perdesi aralanan yolsuzluklar, lağım çukurlarından saçılan benzersiz kokular vs vs vs) ‘normal’ bir ifadeyle karşılıyor, adeta ‘daha yok mu?’ diyoruz. Bu işi uzmanları çok daha iyi bilir ama toplumsal bir majör depresyon yaşıyor olabilir miyiz? Sadece soruyorum.
…
Bu arada af söylentileri KHK mağdurlarını en az ikiye bölmüş durumda. Yargıtayda onaylanacak kararı olup yüreği korkuyla atanlar, mahpus yolu gözlemekten insanlıktan çıkanlar bir tarafta. Diğer tarafta ‘Ben affedilecek bir suç işlemedim. Kim kimi affediyor, ben af istemiyorum!’ diyenler var. Bu cenah, takipsizlik ve beraat alanlar veya adli süreci olmadan işinden olanlar ve farklı özellikteki KHK’lılardan oluşuyor: İçeri girmiş çıkmış, çilesini doldurmuş ve haklı olarak onuruna sahip çıkmak isteyeneler. İçeri girme korkusu olmamakla birlikte mahpus yolu gözlemeyenler. Benim tarafımdan aşırı sinir bozucu olanlar ise ülkenin dağdağasından bir şekilde yurt dışına çıkmayı başarmış, düzenini kurmuş, tutuklanma korkularından arınmış, ülkedeki ‘kardeşlerine’ mücadele çağrısı yapan güruh. Bu güruh bana yakınsa lütfen uzaklaşsın, bana değip dokunmasın.
Bu korkunç beladan kendi payına düşeni çekip ‘ben af istemiyorum’ diyenlere çok saygı duyuyorum. İnsanlar haklı; affetme konumunda olanlar onlar.
Beraat ve takipsizlik alan veya adli süreci olmayanları da anlıyorum: Kendi hukuk sisteminiz tarafından bile suçlanmadım, benim hangi suçumu affedeceksiniz, affetmek ne haddinize? Diyorlar. Bu duygu ve düşünceyi nasıl anlamayız, nasıl desteklemeyiz?
Konunun tam içinde olduğum için fikir yürütme hakkını kendimde görüyorum. Ben de adli süreci olmayan, 672’li bir akademisyenim. Oğlum dört yıl sekiz ay hapiste yatarak ‘bedelini’ ödeyip çıktı. Bulduğu ilk fırsatta insan olduğunu hissedebileceği bir ülkeye gitmek istiyor. Gelinimin dosyası ise yargıtayda. Onaylanırsa beş yaşındaki yavrusunu babasına teslim edip kodese girecek. (Bunu yazarkenki hislerimi ancak benim gibi olanlar anlayabilir.)
İçinde bulunduğum şartlardan soyunarak söz söylediğimi iddia edersem hem komik hem akıl dışı olur. Fakat şunu belirtmek isterim: Gelinimin böyle bir sorunu olmasaydı da bir an önce affın çıkmasını desteklerdim. Çünkü hayatım KHK’lıların tam da içinde, onların ruhlarına dokunarak geçiyor. İnsanların nasıl bir sınırda yaşadığını bizzat müşahede ediyor ve ben de ‘Artık yeter!’ diyorum.
İstemli ölümden çıkaramadığımız insanlar, zulmün şiddetiyle kaptıkları hastalıklardan inim inim inleyenler… Ruhen, kalben, aklen ve zihnen ailelerinden kopan fakat tutunacak bir dal bulamayan gençler… Bu sıraya dahil edebileceğim ne kadar çok satır olduğunu bilirsiniz fakat meramımı anlatmak için bunlar da yeter.
Son tahlilde düşüncem şudur: KHK’lılara bütün kayıplarının teslim edileceği bir uygulama (adı ne olursa olsun) gelsin, insanlar derin bir nefes alıp huzur kelimesine göz kırpsın. Sonrasında herkes yurttaşlık onurunu ikame etmenin yolunu bulacaktır zaten.
…
Huzur kelimesini çok seviyorum. Tadını, kokusunu, lezzetini unuttuğumuz bir kavram. Artık kaybettiğimiz kelimelerin lügatimize gelmesini istiyoruz. Bir toplum olarak kendiliğimizden o denli çok şey yitirdik ki haklı olarak kelimeler lügatimizi terk etti.
Bizi terk edenleri gönül koymadan ve utanmadan çağırmaya devam edeceğim. Tek gelsinler, tek gelerek bizi huzura ve kaybettiğimiz utanca boğsunlar.