Röportaj: Aslıhan Gençay (@asligencay)
15 Temmuz 2016. O karanlık gecede çok şey yaşandı ve birçoğu hâlen aydınlatılamadı. Herkesin o geceyle ilgili anlattığı bir hikâyesi mutlaka vardır. Peki ya ölenlerin hikâyeleri? Sadece sokağa çıkanlar, tankların önüne yatanlar mı öldü o gece? Ya tankların içine hiçbir şeyden habersiz bindirilen, orada ölen, linç edilen veya sağ kalıp yıllarca hapiste yatan erler, onları hatırlıyor musunuz?
Onlardan biriydi Nuh Duygun. 15 Temmuz 2016 gecesi Ankara 28. Mekanize Piyade Tugayı’nda, komutanlarının “Tatbikat var.” diye çağırdığı, ne yaptığını bile bilmeden zırhlı personel aracıyla Ankara Emniyeti’ne götürülen, aracın içinin taranması sonucu 11 kurşunla ölen, ölüsü ve ailesi yıllardır “hain” diye damgalanan, yani terhisine bir ay kalmışken tahayyül edemediği olayların içine sürüklenip yaşamını kaybeden ve cenazesine dahi saygısızlık yapılan bir erdi Nuh Duygun. Onun gibi er olan ve sağ kalan bütün arkadaşları yargılandıkları davadan beraat ettiler. Yaşasaydı o da beraat edecekti mutlaka ama artık aramızda yok.
Ailesi onun haklarını savunmak için hâlen çırpınıyor fakat hep bürokrasinin çarklarına takılıyorlar. Nuh’un hikâyesini, o gece yaşadıklarını, ölümünü ve sonrasını, Duygun ailesinin avukatı İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin’le konuştuk.
Nuh Duygun ve tugaydaki diğer erlere 15 Temmuz 2016’da, yani darbe girişiminin yaşandığı gece, komutanları tam olarak ne söylemiş ve ne gerekçeyle onları çağırmış?
O gece Nuh Duygun, annesi Antika Duygun’u saat 23.35’te telefonla arayıp “Yangın varmış, bizi oraya götürüyorlar.” demiş. Sonra ailesi ondan bir daha haber alamamış. Dosyada bulunan ifadeler de genel olarak bu yönde. Nuh’a “yangın” demişler, diğer erler arasında “tatbikat” diye çağırılanlar da var. Nuh Duygun, terhisine bir ay kalmış bir erdi ve bu nedenle gittiği yeri bilmemesi çok normaldi.
Emir komuta zincirinde askerler komutanlarının emirlerine karşı soru sorma hakkına sahipler mi?
Hayır, Askeri Hizmet Kanunu’na göre bu mümkün değil. Erler “Biz nereye gidiyoruz?” diye soramazlar üstlerine.
Dosyada üç tanık ifadesi bulunuyor. Tabii bu tanıklar aynı zamanda yargılanıp beraat etmiş erler. A.M.A., D.D. ve K.B. ifadelerinde “Tatbikat var.” diye toplanmalarına rağmen gerçek mühimmat dağıtıldığını gördüklerinde durumdan şüphelenip yine de komutanlarından G.Ş., A.G. ve M.F.ye neler olduğunu sorduklarını anlatmışlar. Bu durumda askerler nasıl ikna edilmiş?
Silahları hazır hâle getirmeleri söylendiğinde, çocuklar şaşırmış ve evet, sormuşlar. Bu defa komutanları “Genelkurmay’a terör saldırısı yapıldı.” demiş ve erler hiçbir şey bilmeden, emir komuta zinciri içinde ölüme götürülmüşler.
Yarbay E.Y.nin komutasındaki iki zırhlı personel taşıtı (ZPT) Ankara Emniyeti’ne gittikten sonra üç tane suç unsuru bulunuyor dosyada: Halka ateş açmak, polislere ateş açmak ve ZPT’yle bir TOMA’yı sıkıştırarak içindeki polisin ölümüne sebep olmak. Nuh Duygun, bu ZPT’nin içinde değil zaten. Diğerlerine gelirsek, halka ve polise ateş açmış mı?
Hayır, kesinlikle yapmamış. Zaten böyle bir şey olsaydı onunla birlikte yargılanan tüm erler beraat edemezdi. Nuh Duygun öldüğü için davası düştü ama diğerleri beraat ettiler. Yani ortada suçsuzluklarına dair bir mahkeme kararı mevcut. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu’na göre askerlerin emirlere uyma ve bunu sorgulamama görevleri var. Müvekkilim hiç silah kullanmadan vurulup ölüyor.
Tanık er D.D. ifadesinde; Ankara Emniyeti önünde teslim olmak için beklerlerken ZPT’nin üzerindeki kapağın açıldığını ve birinin aracın içindekileri taradığını belirtmiş. Bu kişinin lacivert pantolonu ve postalını polis üniformasına benzettiğini de anlatmış. Sizce Nuh Duygun’u polisler öldürmüş olabilir mi?
Bu konuda dosyada bir belirsizlik var ama bu da bir ihtimal olabilir.
Ankara Emniyeti önünde toplanan halkın veya paramiliterlerin ZPT’nin kapağını açarak içeriyi tarayabilmesi mümkün mü?
Mümkün değil, büyük ihtimalle polis kurşunuyla öldü.
Nuh Duygun
Başlangıcı ne olursa olsun, hareket etmeyen bir ZPT var, içindeki erler silahlarını kullanmıyor ve teslim olmak için bekliyorlar. Ortada bir çatışma söz konusu değilken kapağın açılıp içerinin taranması hukuki olarak meşru müdafaaya girer mi?
Anladığımız kadarıyla orada büyük bir karmaşa yaşanmış ve kimin kime ateş ettiği dahi belli değil. Aracın içindeki insanların çoğunun darbe girişimiyle hiçbir ilişkisi yok ve kim vurduya gidiyorlar.
İki ülkenin savaşında dahi teslim olanın taranarak öldürülmesi hukuki değildir. Otopsi raporuna göre Nuh Duygun el ayaları da içinde olmak üzere 11 yerinden vurulmuş. Kim tarafından öldürüldüğü hiç araştırılmadı mı, Bu 11 kurşunun hiçbirinin balistik incelemesi yapılmadı mı?
Ölenlerin kimin kurşunuyla öldüğü dosyada geçmiyor ve hâlen belli değil. Bu ölümleri araştırmanın ve nasıl öldüklerini sorgulamanın dahi suç hâline getirildiği bir süreç yaşadık. Kaldı ki erlerin cezalandırılmasıyla ilgili dosya devam ediyordu ve uzun süre tutuklu kaldıktan sonra hepsi beraat ettiler. Hatta ölümleri araştırmayı bırakın müvekkilimin ailesi dâhil olmak üzere bütün ailelere zararları ödemeleri için dava açıldı.
Bu davalar da düştü mü, bilginiz var mı?
Beraat kararından sonra büyük ihtimalle düşmüştür.
Beraat kararında tam olarak ne yazıyor?
Kararda; ”Askeri hiyerarşi içinde, suç teşkil eden emrin ifasını ve muhtevasını sorgulayamama ve mutlak itaat ilkelerinin sonucu olarak kaçınılmaz bir yanılgıya düştükleri, dolayısıyla hukuka uygunluk nedenlerinin varlığından cezaya yer olmadığına karar verilmiştir.” yazıyor. Mahkeme kayıtlarına göre de suçsuz olan insanların, neden öldüğü araştırılmadı.
Mesela ZPT’nin kapağını açıp içeriyi tarayan kişi, bu eylemi yapmasaydı Nuh Duygun şu anda yaşayacak ve beraat etmiş mi olacaktı?
Tabii ki.
Peki, el ayalarından vurulmasını nasıl yorumluyorsunuz, teslim olmak için ellerini mi kaldırmıştı acaba?
Evet, büyük ihtimalle çocuk teslim olmak için ellerini havaya kaldırmıştı, belki de “Yapmayın, vurmayın.” diyordu. Zaten bu çocuklar ne yaptıklarını, nereye gittiklerini ve başlarına neler geleceğini bilmiyorlardı ki. Birçoğu çocuk yaştaydı ve ne bir savaş ne bir çatışma yaşamışlardı.
ZPT’den sağ çıkarılan er D.D. ifadesinde; araçtan indirilirken, indirildiğinde, hastaneye götürülürken, hastanede, karakola götürülürken ve karakolda sürekli şiddet gördüğünü, linç girişimine maruz kaldığını ayrıntılı bir şekilde anlatmış. İddiasına göre; tahtalar, coplar ve floresanlarla dövülmüş, vücuduna sivri cisimler saplanmış, sedyeden yere atılmış, sürekli tekmelenip yumruklanmış… O sırada bir çatışma yokken yaralı ve teslim olmuş bir insana saatlerce periyodik olarak yapılan bu muamele, hukuki açıdan işkence olarak değerlendirebilir mi?
Tabii ki değerlendirebilir ama erler yaşadıklarını ifadelerinde anlatmalarına rağmen bu iddiaların hiçbiri dosyada ele alınmadı. Tersine bu muameleyi gören insanlar suçlu olarak yargılandı. Yaşadıkları mağduriyetler hiç görülmedi.
Bu iddialar düşünüldüğünde; Nuh Duygun’un araçtan çıkarıldığında sağ olması, sonrasında yaşanan linç ve işkence sonucu ölmesi de ihtimal dâhilinde midir?
Bunların hiçbirini bilemiyoruz. Hatta belki de araçtan indirildikten sonra vuruldu zira o gün yaşananları, kafası kesilen insanları da bilmekteyiz. Her şeyin açıklığa kavuşması için sağlıklı bir araştırmanın, soruşturmanın yapılması şart ama yapılmıyor.
Sizin soruşturma yapılması için bir girişiminiz olacak mı?
Beraat kararı verildiği için bundan sonra eğer aile isterse böyle bir girişimde bulunabiliriz. Aslında bu dosya için yapabileceğimiz başka şeyler de var.
Diğer askerlerin ailelerinin konuya dair girişimleri oldu mu hiç?
Hiç duymadım, bilmiyorum. Belki de vardır ama kamuoyuna yansımamıştır.
Korku duvarlarını yıkmaya çalıştıkları için soruyorum, Duygun ailesinin siyasi görüşleri nedir?
Nuh Duygun, Kürt bir ailenin çocuğu, aile bireyleri demokratlar ve birçoğu HDP’ye oy veriyor.
15 Temmuz gecesinden sonra Duygun ailesi yetkililere çocuklarını sorduğunda, onlardan önce ”Bilmiyoruz.”, sonra da “Gözaltında.” yanıtını almışlar. En sonunda “Gelin, cenazenizi alın.” dendiğinde ancak aile çocuklarının öldüğünü anlamış. Bu bekleme ve cenaze sürecinde aile neler yaşamış?
Müvekkilim çocuğunun ölümünü doğrulatana kadar aradan yirmi gün geçmiş. Bakın, cenaze aileye 5 Ağustos 2016’da teslim edilmiş ve bu tarihe kadar onlara hiçbir bilgi verilmemiş. Cenazelerini almaya gittiklerinde ise sürekli “Hainler” diye hakarete uğramışlar. Baskıdan kaynaklı İstanbul’da gömememişler çocuklarını ve memleketleri Kars’a götürüp orada toprağa vermişler. Ölüye bile açıkça saygısızlık yapılmış.
Peki, bu hakaretler darbe girişimi sonrası galeyana gelen sivil halk tarafından mı, yoksa devlet kurumlarında mı yapılmış aileye?
Gittikleri her devlet dairesinde, mesela morgda, morgun önünde hem aileye hem de çocuklarının ölüsüne “Hain” denmiş.
Beraat kararı çıkana kadar geçen altı yıl boyunca sosyal hayatlarında da psikolojik baskılara maruz kalmışlar mı?
Bu şekilde bir kamuoyu oluştuğu için diğer tüm ailelere söylendiği gibi Duygun ailesine de “Hain, darbeci.” denmeye devam edilmiş. Hiç suçu olmayan, askerliğini bitirmek için gün sayan bu erler ve aileleri maalesef hep etiketlenmiş. Sonuçta Duygun ailesi içine kapanmış, zaten birçok aile de korktuğu için bu haksızlıklara ses çıkaramadı. Düşünün, her şeyden önce terhisine bir ay kala çocuklarını pisi pisine kaybetmenin acısını yaşamışlar. Bu çocuğun amaçları, hayata dair planları, hayalleri vardı. Ailesi bu çocuğa ümit bağlamışken ve evlenir, iş kurar, bize de yardımcı olur, diye düşünürken birdenbire hem çocuklarını kaybediyor hem de “hain” ilan ediliyorlar. Hiç kolay değil. Sonra bize gelip başvuru yaptılar.
Nasıl gözlemlemiştiniz ruh hâllerini?
Üç senedir görüşüyoruz aileyle. Bize başvurduklarında mahkeme sürüyordu ve beraat kararı henüz çıkmamıştı. İlk tanıştığımda şaşkınlık içinde ve ne yapacaklarını bilemez durumdaydılar. Onlara, bu çocuklar hakkında kesin beraat kararı çıkacak, demiştim. Tersi kendi iç hizmet yasalarına aykırıydı çünkü. Bu kadar yıl geçtikten sonra beklediğimiz gibi oldu.
Duygun ailesinin öncelikli talepleri nedir devletten?
Müvekkilimin tek isteği, uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi. Çocuklarının hiçbir cemaatle ilişkisi yokken bilmediği olayların içine sürüklendiğini, haksız bir biçimde öldüğünü, onun ölüsüne de, kendilerine de saygısızlık yapıldığını anlatıyor ve artık bu zararlarının tazmin edilmesini istiyorlar. Beraat kararı çıktıktan sonra, 14 Eylül 2022 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına konuyla ilgili başvuru yaparak; Nuh Duygun’un, askerlik görevini yaparken öldüğü için, şehit sayılmasını ve ailesine maaş bağlanmasını talep ettik.
Başvurunuz sonuçlandı mı?
Evet, Bakanlık başvurumuzu reddetti.
Ne gerekçeyle reddettiler?
Aslında Türkiye’de şehitlikle ilgili bir kanun yok, sadece bir yönerge mevcut. Gerekçede; durumun bu yönergeye aykırı olduğu belirtilmiş ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına başvurmamız söylenmiş.
Tabii bir de 23 Mayıs 2015 tarihli bir genelge var. Bu genelge, askerlik görevini yaparken ve görevini yaptığı sırada ölen ya da engelli hâle gelen askerler için hazırlanmış. Genelgede; “Bu durumdakilere SSK ve Emekli Sandığı’na göre aylık bağlanmaz ama dul ve yetimleriyle anne ve babalarına bir kereye mahsus yardım yapılır.” deniyor.
Darbe girişiminden bir sene önce, Mayıs 2015’te böyle bir genelgenin çıkarılmasına neden gerek duyulmuş olabilir?
Hiç bilmiyorum böyle bir uygulamaya neden gerek duyduklarını.
Şimdi Kara Kuvvetleri Komutanlığına mı başvuracaksınız?
Evet, ama bunun dışında Milli Savunma Bakanlığına yeni bir başvuru da yaparak iç hukuk yollarını tamamen tüketeceğim.
Erlerin mahkemesi beraatla sonuçlandıktan sonra devletin kendi işleyişiyle, başvuruya veya bu kadar uğraşa gerek kalmadan, ölenlerin ve sağ kalanların haklarını teslim etmesi, iadeiitibar sağlaması gerekmez miydi?
Bu ülkede ancak hakkını ararsan sonuç alabiliyorsun. Haklı da olsan kimse gelip “Ben size bir yanlış yaptım, bu çocuklar öldü, bir süre tutuklu kaldı, sonra da beraat ettiler, tazmin edeyim.” demiyor. Şimdiye kadar hiç karşılaşmadım böyle bir örnekle.
O zaman askerliklerini yaparken göreve götürülen ve yaşamlarını yitiren bu çocukların haklarını kim savunacak? Şimdi burada kim suçlu? Ölümlerin, haksız yere yatırılan hapislerin hesabını kim verecek? Ailelerin uğradığı maddi ve manevi zararı kim karşılayacak? Bu aileler çocuklarını durduk yere kaybetmedi ki. Sağ kalanlar uzun süre tutukluydular ve hepsinin tazminat hakkı var. Fakat mantık şu; ölen öldü, kalan sağlar da ne yaparsa yapsın.