İnsan sürekli arıyor. Bir zaman treninin kompartımanlarında karşılaştığı geçmişiyle ve acılarıyla yüzleşmeyi aralıksız deniyor. Nedense hep kötü hatıraları yokluyor insanı. Her yüzleşmede, unutamadığı kara bir yüz beliriyor. Kötü anılarının baş kahramanına mükemmel bir mezar inşa ediyor. Mimarların, mühendislerin, usta inşaatçıların yapılarından bile daha sağlam bir mezar. Mezar taşına bir şiir, bir beddua, bir tarih atıveriyor. Kalpler bir anda ve sinsice “gömülen umutlar mezarlığına” dönüşüyor.
Sonra mı?
Sonra gömdük ne varsa içimize.
Anlaşılmasın diye de bir çiçek ektik üzerine.
Altı mezar, üstü bağ bahçe’
Vural Candar’ın şiirini tasdikler gibi iyi insanlar, güzel an’lar, lezzetli anılar az hatırlanıp çabuk unutulurken, hafızamızdaki kötü tortuların sebebi yaşayan ölüleri biriktirdiğimiz o mezar hatırımızdan hiç çıkmıyor.
Bu mezarlık kamuya değil, şahsa ait. Sakın şahsa ait mezarlık olur mu, o olsa olsa mezar bekçisidir demeyin. Yaşarken kalbimize gömdüğümüz o kadar çok insan var ki, mezarlığın yegane sahibi de bekçisi de biz oluveriyoruz. Biz bir zamanlar sevdiklerimizi, değer verdiklerimizi bize karşı hata yaptığı için kalbimize diri diri gömmüyor muyuz? Yetmiyor. Bir kalemde silip toprağa gömüyor, mezar taşına neler neler yazıp zihnimizde etiketlemiyor muyuz. “İyi bilmezdim, Allah’a havale ediyorum, hakkımı helal etmiyorum, Allah belasını versin”..ler beynimizde uçuşuyor. Çalınan yaşamımızın hesabını çaresizce yok sayarak soruyoruz. Mezarını sözlerimiz yapıp, kelimelerimizle gömüp kimsenin üzerinize toprak atmasına izin vermeyeceğimiz kalbimize gömüyoruz.
Üstüne üstlük kafamızda oluşturduğumuz tabuta bir kaç kara çiçek, siyah çelenk de koymayı ihmal etmiyoruz. Ölümün yüzü soğuk olduğundan biz de karaları bağlıyoruz. Mezar başında güneş gözlüğü en iyi işlevi gördüğünden illa ki gözlük takıyoruz. Kalbimizdeki hisler gözlerimize hücum etmişken cenazeye katılmak zorunda olduğumuz için kullandığımız bu siyah obje, duygularımızı gizlemeye yarıyor. Metafora bakın ki son kıyafet olarak sarındığımız kefen, kurduğumuz mezarın duvarları ve taşı da bembeyaz. Bu tezatlık ‘nasıl bilirdiniz?’ sorusuna verilen ‘iyi bilirdik’ cevabıyla yansıyor cenaze törenine.
Varlığın yoklukla kanıtlandığı, yokluğun taş toprakla inkar edildiği yer olan mezar, Arapça kökenli bir kelime, “ziyaret yeri, ziyaret edilen yer” ölünün gömülü olduğu yer anlamına geliyor. En temel haliyle ölen kişinin bedenini toprağa gömmek için açılan çukur, sonraları yani günümüze kadar anıtsal mezarlara kadar ilerliyor. Özellikle aile mezarları, soyların takibi açısından büyük bir önem taşıyor. Ayrıca, Antik Yunan’da bulunan farklı mezar şekilleri o dönemin sosyal ve kültürel yapılarını anlamamıza olanak sağlıyor. Kabir, sin, makber, gömüt olarak da biliniyor. Yazar Mehmet Eroğlu “İnsanın yalnız yaşamak için yaratılmadığını hatta öldükten sonra bile yalnız kalmamak için mezarlıkların icad edildiğini” Belleğin Kış Uykusu kitabında söylüyor. Biz de yaşarken kendimizi yalnızlaştırmak istiyoruz. Bir zamanlar kalbimizle sevdiklerimizi gömdüğümüz bembeyaz mezarlar yaratıyoruz.
Ey Ahali! Kendi içimizdeki o mezarlar bizim. Oraya gömdüklerimiz, bir zamanlar bizim değer verip sevdiklerimizdi. Birçok yönden birbirimize benzememize, bu kadar etkileşimde olup duygusal ve fiziksel muhtaçlık hissetmemize rağmen farklılıklarımıza odaklanma ilişki metodunu seçmiş olmamız size de ilginç gelmiyor mu? İnsanlar birbirinin dostluğuna, karşı tarafa yaptığı iyiliğin, kendisine bir zamanlar hissettirdiği eşsiz duygulara bakmaksızın bir kalemde silmesi acı vermiyor mu? Kalbimizde kurduğumuz mezar, en çok bizi öldürmüyor mu?
Halbuki dünya bu kadar. Üç gün yaşıyoruz. Birinde gülüyor, birinde ağlıyor, diğerinde de ölüyoruz.
Değer yargılarımız, ilkelerimiz üzerinden daha kalıcı ve daha insanca ilişkileri ön plana çıkarıp dayanışma göstererek yaşayamaz mıyız? Kaçarken içine düştüğümüz kara toplumda ötekileştirmeden, birlikte yaşama kültürü geliştiremez miyiz?
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”