Latife Tekin hep böyle yapıyor. Kâh gecekondu damından göğe mektup gönderen Dirmit, kâh dünyaya taptaze nefesiyle bilgelik üfleyen bin yıllık bir kocakarı -Muinar- oluyor, kalbimizi dev bir mıknatıs gibi kendisine çekiyor. Ormanın bağrında bin bir kılığa ve hâle bürünerek insanlı dünyayı renk cümbüşüne salıveren Tekin, kendisine kulak kesilenleri her seferinde sarsmayı başarıyor.
Harfler onun çağrısına başka türlü yanıt veriyor; kelimeler ses oluyor, müzik oluyor, hüzün oluyor, son tahlilde ise aşk ve erotizm olarak dünyamızı alt üst ediyor.
Böyle bir iç döküşte Latife Tekin’in eserlerinin analizini yapacak değilim. Bundan önceki seslenişinde bir kere daha kadim dostu olan yoksullara ve zamanın kahredici yürüyüşünde hiç değişmeyen yoksulluk hâllerine yönünü çevirmiş, insandışılaşmada yepyeni tepeler aşan yoksullara “Sürüklenme!” demişti. Bunu, toplumsal ve evrensel bir sürüklenmenin karşı konulmaz gibi görünen gidişatına işaret ederek yapmıştı. Doğanın sopsoğuk kentlere dönüştürülme projelerine karşı bir kez daha barikat olmuş, dünyamıza umut üflemişti.
Hayat da masallardaki gibi(ydi); az gidildi uz gidildi, dere tepe düz gidildi ve hesapta olmayan bir pandemi asrına ulaşıldı. Bu sefer saldırıya uğrayan birkaç ulus değil, bütün dünya ve insanlıktı. Bu saldırıların şiddetinden bahçemizin serin ve emniyetli kuytularına sığınan Latife Tekin göl başında oturur, ağaç başlarına bez bağlayıp hastalıklı ağaç köklerini inek bokuyla tedavi ederken, yaşama ve dünyaya toplam gibi bakmadığını bir kez daha gösterdi.
İktidar erkinin sonu gelmez, akıl yetmez, hayale sığmaz eylemlerinin ziftli dumanından bir çıkış yolu arar, ölmemeyi en büyük başarı olarak addederken, tam zamanında yani, Zamansız çıkıp geldi.
Kendini yazarken bulan bir romancı ve okur olarak, kendimi Latife’nin en hararetli okurlarından biri sıfatıyla sunmak yeterli değildir. Çünkü bu, bendeki Latife’yi anlatmaya yetmez. Latife Tekin benim dostum, arkadaşım, sevgili kız kardeşimdir aynı zamanda. Sahicilik denilen hâlin tecessüm ettiği kaç insan vardır şu kalabalık arenada? Maskelere tenezzül etmeyen, maskelerin çeşitliliğinde yüzsüz olabilmeyi en büyük başarı sayan mevcut karanlıkta temayüz eden sahici bir insan sesidir Latife Tekin. Kendinde bir ses ve bir nefes.
Bilen bilir; onun romanları sesli ve müziklidir. Berci Kristin Çöp Masalları’nda rüzgârın sesine karışan teneke tıngırtılarının, çaltaklana çaltaklana gezinen yoksul kadınların kalçalarının ahengiyle buluşmasını nasıl unuturuz? Fakat yeni bir şey olmuş pandemide; Latife Tekin külliyatının gayrı olmayan, fakat öncekilere hiç benzemeyen bir eser çıkmış Bahçe’den. Kim bilir kaç gün uğurladım o göl başında, kırlangıç seslerinin arasında ne kitaplar okudum ne satırlar yazdım… Fakat Bahçe’deki orkestranın gücünü kelimelerin aynasından ilk defa bu kadar göz alıcı seyrettim. İnsan nefesine misafir olabilen bu kutsal orkestranın büyüsüne, bir kitap/yazılı bir metin aracılığıyla ilk defa bu kadar teslim oldum.
“Aşktan başka çaresi yok dünyanın, bana öyle geldi, öyle yazdım.” dedi bana sevgili kız kardeşim. Latife’ye gelen öyle gelmiş ki, göldeki Yılanbalığı ile Gelincik’in aşk hikayesindeki büyü gün görmemiş kelime ve seslerin eşliğinde benliğimize akıyor. Bu senfoniyi dinlerken -okurken mi demeli- zaman, mekân ve varlıklar üstü bu aşk hikayesindeki sahiciliği bütün zerrelerinizde hissediyorsunuz. Öyle ki aşıkların hüznüyle dolcukuyor, arzularıyla şehvetle geriliyor ve gövdenizi dirimine ulaştırmayı talep eder hale geliyorsunuz.
“…nefesimin dalga dalga uçuşunu kızımdan gizlemekte zorlanıyorum zehir gibi korkuyorum aramızda esen rüzgârı kız kardeşin fark edecek diye yavaş em acıtma mememi dikkatli ol çabuk çabuk yudumlayarak yuttuğun süt ağzından taşıp köpükleniyor bu hoşuna gidiyor değil mi ayak parmakların bükülüveriyor zevkten…” (s.23)
“Hışırr hışır offff soyunalım çıkar çıkar, kilitle nehrin kapısını.” (s.31)
“…aşkla soluklanalım gel, özledim ağzımın kıyısında gezinen dilinle ürpermeyi…” (s.46)
“Gece koyulaşınca gel sokul, uzun tırnaklarınla dolaş kollarımda bacaklarımda, tut beni boynumdan, zehirli oklarınla vurulup yaralanmak istiyorum, solungaçlarının dikeniyle inlemeye ihtiyacım var.” (s.47)
Sadece sevdiğinizle değil, doğadaki canlılarla da sevişme arzusu ve iştiyakı uyandıran böyle bir erotizmin örneği yok. Erotizm uzmanı değilim, erotizmle ilgili metinleri inceleyip çıkarsadığım bir sonuç değil bu. Klasik Mantık’ın “Her şey kendisidir.” cümlesinde temerküz eden özdeşlik ilkesinden de hareket etmiyorum. Sadece hissettiğimi söylüyorum: Böylesine dupduru ve benzersiz bir erotizm var değildir.
…
Latife Tekin küresel iktidar savaşlarının, yoksulluğun ve pandeminin kara gölgesinde yeni bir destan yazdı ve bizi aşka çağırdı.
İçimize gömmek zorunda kaldığımız, ağırlığıyla kendimizi yok ettiğimiz aşkı ve cinselliği yaşamaya davet etti.
“Hepimiz aynı gölün hayvanı değil miyiz?”
Bu hayati soru, aslında çözüm bekleyen bin bilinmeyenli denklemlerin çözüm yollarını sunuyor bize.
Hepimiz aynı dünyanın insanı değil miyiz?
O halde, diyor insan, o halde?
Değer mi insandışılaşmaya, değer mi aşksızlıktan ve sevgisizlikten kurum kurum kararmaya ve kurumaya?
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”