Kadınların yol hikayeleri vardır. Her kadının yol hikâyesi parmak izi gibidir, değişik ve ilginçtir. Her yol dönemecinde dönüşerek güçlenen, korkusuzca büyüyen ve sonuçta istediği hayatı elde ederek kazanan kadınlar edebiyata da konu olmuştur.
Bu hikayeler turizmcilerin “destinasyon” dedikleri yol hikayelerinden farklıdır. Klasik bir macera arayanlar gezi turlarına katılır. Turlar şuradan çıkacağız, buraya varacağız, akşam 19.00’da şu noktada buluşacağız gibi klişeler içerir. Edebiyatın klasik eserleri de bizi yüzyıllar öncesinden gizemli bahçelere davet eder. Öyle bir seyahate çıkarız ki elimizdeki eserin son sayfasına geldiğinizde dönüşü olmayan bir yolun başındasınızdır. Eski siz gitmiş yerine dönüşüme davet edilmiş insan gelmiştir.
Gustave Flaubert’in anlattığı ‘Madame Bovary’ 19. yüzyılda yazılmış ilk kez 1857 yılında basılmıştır. Bovary’in yaşadığı tutkulu ve unutulmaz aşk hafızalarda yer etmiştir. Bovarizm akımı oluşmuş ve psikolojide tatminsizlik, memnuniyetsizlik anlamına gelen bir rahatsızlık olarak anılmıştır.
Tolstoy’un Anna Karenina’sı 19. yüzyıldaki Rus aristokrasisinde yaşanan yasak bir aşk hikayesi olmasının yanında otoriteye başkaldırının da başlangıcıdır.
Jane Austen’in klasik dönem romanları arasında önemli bir yere sahip olan ‘Aşk ve Gurur’ 18. yüzyıl İngiltere’sinde geçen sıra dışı, unutulmaz bir aşk hikâyesini konu alır.
Balzac’ın en bilinen kitabı Vadideki Zambak, Fransa devrimi sonrası, toplumsal hayat hakkında ipuçları içermekte, duygusal bir yakınlaşmayı da anlatmaktadır. 18. yy.da ailesi tarafından çeşitli itilişlere maruz kalan Kadınsı ve narin bir genç adam olan Félix’in zamanla hayatında olan değişimleri ve ileride tanıştığı kadına olan bağlılığı anlatılıyor. Istıraplar, son derece özgün ve iyi anlatımla yansıtılıyor.
Türk Edebiyatı yazarı Sabahattin Ali’nin son yıllarda Türk edebiyatının en çok okunan yapıtlarından biri konumunda olan romanı ‘Kürk Mantolu Madonna’ ilk olarak Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihinde “Büyük Hikâye” başlığı altında 48 bölüm olarak tefrika edildi.
Margaret Atwood’un 1985 tarihli çağdaş edebiyatın baş yapıtları arasında bulunan “Damızlık Kızın Öyküsü” romanı kadınların örgütlü başkaldırısını anlatır. Cinsel içerikli olduğu ve Hristiyanlığa saldırdığı gerekçesiyle ABD’deki birçok okul ve kütüphanede yasaklanmıştır.
Liste çok uzun.. Aslına bakarsanız tüm meşhur romanlar, kendi hayatının kahramanı olan kadınların “korkusuz kahraman yolculuğu”dur. Kahraman kadın olduğunda, yolculuk hikâyeleri mutlu sonla bitmez. En güzel peri masallarının “mutlu son” kısmı, zengin bir iyi aile çocuğu veya yüksek rütbeli bir askerle evlendirilmektir. Her bir aşamada kalbi kırılsa, incinseler de yeni açılan yola isteksiz de atılsa, dönüşen, büyüyen, güçlenen ve sonuçta kazandıran kahramanlar yine kadınlardır. Onca yol yürüyüp yaş aldıklarında bilge bir kahraman gibi ellerinde birtakım iksirler, öğütler vardır.
Kahramanlık hikâyesi aslında kadın hikâyesi ile eş değerdir. Yol, kadının tek başına yola çıkmasının uygunsuzluğundan itibaren zordur. İçindeki devrimci güç ilham verir, ruhumuzu havalandırır. Asi ruhlu kadınlar istisnanın nasıl zorlu bir yoldan geçerek mümkün olduğunu uygulamalı gösterirler. Savaş çıktığında sığınaklara inmek zorunda kalan erkekler şaşkınlıklarını uzun müddet atamaz bir elleri şakaklarında diğer ellerinde son sigaraları kara kara düşünürler. Kadınlar ise yerin dibinde yaşam alanı tasarlar, tuvaletin yerini planlar, eldeki kaynakları birleştirip ev halkını doyurur. Bunu yaparken yarınki erzakın yetip yetmeyeceğini zihninde çoktan tasarlamıştır. Ağlayan evlatlarını susturmak için sinesi hep açıktır. Dağınıklığı toparlayıp korkanları yatıştırmaları, yaralılara el uzatmaları gerekir…
Savaşırlarken bile bir yandan dökülen kanı temizlemeleri gerekir. Yüreklerinin götürdüğü yere erkekler gibi yürüyüp gidemezler. Gidenlerin ise akılları kalır. Kadın geçip gidiyorsa izi kalır, bir parçası hep geride kalır. Batan güneşe doğru ilerleyen kahramanlar kadın değil, erkeklerdir.
Ben de onca yol yürüdükten sonra kendim için büyülü bir iksir arama telaşına düştüğümde Berlin’de Dilek Dündar Hanımefendi ile buluştum. Hepiniz hatırlarsınız. 2016 yılı mayıs ayında Çağlayan Adliyesi önünde Can Dündar’a düzenlenen silahlı saldırı şoku herkesi korkutmuştu. Ancak saldırı görüntülerindeki bir kişinin korkusuzluğu ve cesareti sosyal medyanın gündemine otururken toplum hafızasında da yer etti. Bu kişi silahlı saldırganın önüne atılarak ilk müdahaleyi yapan Dilek Dündar’dı. Tam o sıralar 2016 yılı haziran ayında üç küçük çocuğumun babası beni karşısına almış ‘Hayatta bir hakkım daha olduğuna inanıyorum ve boşanmak istiyorum demişti.’ Ben ise cevaben ‘Farkında mısın? Senin için her türlü zorluğa karşı göğüs gerecek Dilek Dündar gibi bir kadından boşanmak istiyorsun” demiştim. Bu diyaloğun üzerinden zorlu ve bitmek bilmeyen uzun yollar geçti. Çocuklarımla yürüyüp gitmek zorunda olan yer artık o yürümeden önceki yer değildi. Sadece kahraman dönüşüp büyümüyor, yola da hatıralar bırakıyordu.
Evet, 2022 yılı arefesinde buluştuğumuz Dilek Dündar’ın çağdaş dünya edebiyatına konu olacak derinlikte bir hikayesi var. “Kendine kahraman”lık kadınlara göre değil. ‘Kadın kadının yurdudur’ sözü, bana hep böyle bir anlamı düşündürüyor. Tüm asaleti, zarafeti ile dimdik karşımda duruyordu. Bana büyülü iksiri verecek devrimci kadın karşımdaydı. Hayatı eksiksiz yaşamış ve çevresindekilere de yaşatmıştı ki konuşmasına bile gerek yoktu. Aurası sizi kendi cazibesine zaten çekiyordu. Konuşuyor, anlatıyor, ben su içer gibi kana kana onu dinliyordum. Geçtiği yollar geçeceğim yollardan izler taşıyordu. Bütün kızlar toplandık hikâyelerine ne kadar uzaksak, kendi hikayemize o kadar yakın o kadar aşinaydık.
Yolu sevmeyi, karşılaşmaları, karşılamaları, cadde başında ayaküstü sohbeti, gitmeyi, giderken iz bırakmayı, dönmeyi, dönüp de bulmayı, bulduğunun bıraktığından başka olduğunu görüp yeni hali sevmeyi, geçmişte yaşanan acıları sanki başkaları yaşamış gibi hatırlayıp gülmeyi… Yer kelimesinin yurt kelimesiyle ilişkisini.. Geçip gitmenin kolay, toplayıp düzenlemenin, kurmanın iyi iz bırakmanın ne kadar emek istediği..
Yeni yıla girerken bir Dilek tuttum. Adı bende saklı. Onun yolculuk hikâyesinde bana bıraktığı izler bende kaldı. İşte kadınlar böyle.. Birbirlerinde izler bırakırken birbirlerine yurt olurlar. Bırakırken, bıraktıkça izler çoğalır, büyür, eklenir, yol olur, dünya olur, yurt olur.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”