Bu duyguyu altı yıldır aralıklı olarak yaşıyorum. Benim için bu durum çoğunlukla sahte uykudayken oluyor, uyanmakla tamamen uykuya dalmak arasında bir yerde. Çok değişken bir zihinsel duruma giriyorum. İçimde bir zil gibi çalıyor, ara sıra bu duygu üzerime geliyor. Çok duygusal ama fiziksel olarak da hissediyorum. Tek bildiğim, ihtiyacım olan bir şey olduğu ve bunun bir insan mı, bir yer mi, bir eşya mı, bir his mi, bir anı mı, daha önce tanıdığım bir şey mi olduğunu bilmiyorum.
Normalde hissettiklerimi çok net ifade edebilen biriyim. Bu yüzden neyi özlediğimi bilmeme hissi çok rahatsız edici. Genellikle vurur ve geçer. Bazen gelir ve saatlerce, hatta günlerce kalır. Nedendir bilmem bu beni oldukça dalgın hale getiriyor. Genellikle vücudumla tekrar temas etmem gerekiyor. Bir nevi kendimi aklımdan çıkarıyorum.
Yürümenin ve dışarıda olmanın, kendimi bu ihtiyaçtan kurtarmak için en iyi şey olduğunu düşünüyorum. Yürüyüşe çıkıyorum ve genellikle suya yakın bir yer bulmaya çalışıyorum. Suyun akışına bakıp güneşi tenimde hissedebilir miyim, gökyüzüne odaklanıp esintiyi hissedebilir miyim, bunu düşünüyorum. Bisiklete biniyorum, kahve içiyorum ve hiçbir şeye bakmıyorum. Yüzüyorum, suyun içindeyim, bilincim ise kendi derinliklerine inerek memnuniyetsizliğimin kaynağını bulmaya çalışıyor. Ve tüm bunlar beni bir nevi merkeze geri getiriyor ve tanımlayamadığım her ne varsa onun dışında odaklanabileceğim bir şey veriyor.
Neredeyse her zaman birini veya bir yeri özlediğimi fark ediyorum çünkü neşeli görünsem bile boş, üzgün, yalnız hissediyorum ve sanki doğru yerde değilmişim gibi bir duyguya kapılıyorum. Uzaklara dalıyorum. Ve kafamın bir köşesinden biliyorum ki eğer o kişi burada olsaydı veya ben o yerde olsam kendimi oraya ait ve huzurlu hissederdim.
Ama aynı zamanda o kişinin ve o yerin uzakta olduğunu da biliyorum. Bu duyguyu tanımlayacak bir kelimem yok çünkü ben de onu hala kavramaya çalışıyorum.
Eskilere, bu duygunun başladığı yere gidiyorum…
Ailemin ortanca çocuğuydum. Cesur ve en bağımsız kız olarak biliniyordum. Her zaman yeni yerleri keşfetmek ve eğitimime devam etmek için uzaklara seyahat etmeyi hayal ettim. Ailem bunun çok iyi farkındaydı. Annem ve babam, yaydığım özgüven sayesinde her zaman bu dünyada iyi şeyler yapacağımı düşünmüşlerdi. Bunu görebiliyordum. Yıllar geçti, evden ayrılacağım gün geldi çattı. Son derece heyecanlıydım, dünyayı tek başıma ele almaya hazır olarak doğmuştum. Duygularımı tamamlar şekilde okuduğum üniversite de evime çok uzaktı. İlk günümde kelimenin tam anlamıyla ışınlanıyordum. Annem ve babam yerleşmemi sağladılar, her şey yolundaydı, gittiler. Hayır, üzgün değildim ve onları özleyeceğimi de düşünmemiştim. Her zaman herhangi bir grup insanın cankurtaran teli oldum ama burada hiç kimseyle konuşmak istemedim. Tuhaf bir şekilde üzgün hissettim. İçimde bir boşluk olduğunu duyumsadım ve neden böyle hissettiğimi asla tam olarak çözemedim.
Yaşamaya, yol almaya devam ediyoruz. Hayatta istediğimiz her şeye sahip olacağımız bir noktaya ulaşacağımızı söylemek abartı olur. Her zaman daha fazlasını isteriz. İnsanları gökdelenler inşa etmeye yönlendiren, ancak bununla da yetinmeyip daha ötesine ulaşma çabasına iten şey budur. Rahatlamak. Bu depresyon değil, evrimin motivasyonu.
Uyanırsınız kahvaltı yaparsınız, çalışırsınız öğle yemeği yersiniz, eve gelirsiniz akşam yemeği yersiniz. Karnınızı doyurmak için bitmeyen bir kovalamaca. Duygularımız ve arzularımız neden aynı olamıyor? Açlığınızı nasıl doyuruyorsanız, arzularınızı da öyle doyurun.
Ahmet Kaya’yı, Nazım Hikmet’i, Zülfü Livaneli’yi, Ahmet Ümit’i saran acımasız özlem duygusunun üstesinden gelememiş, onları şiire ve yazmaya sımsıkı sarılmış bir sevgili gibi vazgeçilmez hale getirmiştir.
Son altı yıldır her gün aynı duyguyu yaşıyorum. İçinizi kemiren, dinmek bilmeyen bir acıdır bu. Tam olarak anlayamadığınız ve tam olarak tatmin edemediğiniz, anlamlandıramadığınız derin bir özlem duygusu. Ben de üstesinden gelemediğim özlem duygusu için yara bandı çözümünü buldum. Yazmak! Ayrıca muhtemelen dokunmak gibi zihnimde ve ellerimde somutlaştırabileceğim başka şeyler de istiyorum. Diğer yara bandı çözümü iyilikten geçiyor. Ne kadar çok iyilik başarırsam, genel olarak kendimden o kadar memnun oldum. Ayrıca üretken olmak ve hayata olumlu anlamda yansıyan bir şeyler yapmak her zaman iyidir. Zihnim de ”iyi önceliklerle” meşgul olduğundan, özlemini duyduğum şeye sahip olamamanın acısı da ikinci plana atıldı.
Bazen özlemini duyduğunuz biri ya da bir yer gelene kadar neyi kaçırdığınızı asla bilemezsiniz. Tam olarak neyi özlediğinizi de… Ancak neyi kaçırdığınıza takılıp kalırsanız, istediğiniz şeyi ararken felç olursunuz. İşte tam bu noktada anda kalmak ve yaşamı kutsamak önem kazanır.
Kendi günbatımıma doğru seni kutsuyorum yaşam,
çünkü sen bana hiçbir zaman boş umutlar,
adaletsizlikler, hak edilmemiş üzüntüler yaşatmadın.
Çünkü; inişli çıkışlı yolumun sonunda gördüm ki
kendi kaderimin mimarı bendim ve şeylerin içindeki tatlılığı ve acılığı ortaya çıkardıysam
onları oraya koymuş olan yine ben olduğum içindi.
Gül ağacı ektiğimde açan her zaman güller oldu.
Elbette gençliğimin ardından kış gelecek ama
sen zaten mayısın sonsuza dek süreceğini söylememiştin.
Şüphesiz acı dolu uzun gecelerim oldu ama
sen zaten bana sadece mutlu geceler vaat etmemiştin
ve karşılığında huzur dolu gecelerim de oldu.
Sevdim, sevildim, güneş yüzümü okşadı..
Yaşam, bana hiçbir şey borçlu değilsin.
Yaşam, küs değiliz..
Amado Nervo
Özlemle..