80’lerin sonu 90’ların başı; o zaman Reyting derdi yok.
Tek kanal var, İstiklal marşı ile açılıyor ve onla da kapanıyor. Devlet dairesi gibi açılış ve kapanış saatleri var. Tek kanal olunca uzaktan kumanda yok. Açılış saati düğmeye basıyorsun, kapanırken kapatıyorsun…
Bazı arabaların sağ tarafında dikiz aynası yok. Yan koltukta oturan üstleniyor o görevi, “amannn yavaş, araba geliyor”
Şahin, Doğan ve Kartallar; Mercedes muamelesi görüyor. Bir arabaya yerine göre üç aile doluyor. Kartal’ın arka tarafında çocuk kelleleri görüyorsun trafikte.
Parası olan arabalara çıkma teyp alıyor, Ahmet Kaya daha yeni yeni piyasaya çıkmış.
Edip Akbayram’ın “Ben masumum gör hakim bey” şarkısının hit olduğu dönemler…
Perihan Abla dizisi başladığında sokaklar boşalıyor, dizi kimilerinin ev düzenine göre akşam yemeği saatine, kiminin düzenine göre de çay saatine denk geliyor.
Herkes evine çekilmiş, bir komşunun oğlu Nihat yok.
Nihat çalışıyor.
Dizi saati, o sessizlik onun çalışma saati.
Herkes evinde, sokaklar ıssız..
Nihat, arabaların teyplerini çalıyor…
Cin gibi gözleri…
Sabah kalkan teybi bulamayan, Nihat’ı suçluyor.
“Ayıp abi” diyor, “mahallemizin insanına da bunu yapacak değiliz”
Günahını alıyorlar..
Polisler geliyor, parmak izine bakıyor…
Ne hırsız, ne teyp bir daha ele geçmiyor..
Bazen sabah ezanı öncesinde sesle kalkıyorsun. Erkekler geniş çizgili pijamaları, beyaz atletleri ile koşturuyor apartmanının merdiveninden…
“Hırsız var”
Üst komşunun kızı, bakkalın oğlu ile ayaküstü konuşmuş…
“Orospu” diyorlar…
Sonrasında ne anlatırsan anlat, adını temize çıkarmak mümkün değil…
80 sonu ve 90’ların sonuna kadar bu düzende ilerliyor her şey.
Hırsız Nihat, Mahallenin orospusu Gülcan…
90’ların sonunda arabalar değişiyor, cep telefonu icat edilmiş, şehirler genişlemiş…
Tek kanallı dönem bitmiş, kanal 6, star gelmiş…
Efes bira içiyor gizli gizli gençler, depresyonun dibini yaşayan baliciler var sokaklarda
Tarkan’ın “kıl oldum” dediği günler…
Ben kendi devrimimdeyim…
Bir sevgili yapmışım Çinçin’den…
Mahallenin girişindeki marketin önüne park ediyorum arabamı…
El ele tutuşmak gençliğinin olayı o zamanlar, sadece yan yana yürüyoruz
Utancımızdan iki kelam etmeden
Zaman çabuk geçiyor, eve döneceğim arabanın jantları yok
“Merak etme! Ben şimdi bulur, getiririm” diyor
Bekliyorum geliyor… Elinde jant kapaklarıyla “Verdim plakayı arkadaşlara, bundan sonra hiç bir şey olmaz” diyor
Nihat geliyor aklıma “Mahallemizin insanına yapılmaz” ata sözüyle…
Aynı mahallede, Üniversiteli Yarmagül’ün köpeğini çalmışlar araya tanıdıklar girince, köpek sahibine iade edilmiş…
Hırsızın bile kuralı var.
Diz altı taytlar yeni moda, kızlara sevgili hak görülüyor ama taytlar orospuluk sayılıyor
Aşk ve dostluk kavgaları oluyor sokaklarda
Hapse düşen arkadaşımı ziyarete gidiyorum. Ulucanlar henüz cezaevi…
Görüşte “Bir dahakine eşarp bağla, askerler asılmasın” diyor…
Kırmızı bir eşarp sarıyorum başıma diğer ziyarete öyle gidiyorum…
Cezaevinin önünde hep garibanlar, dolmuşlardan iniyorlar.
Uzun kuyrukların içinde takım elbiseli erkekler, döpiyesli kadınlar yok. (Şener Şen’in jilet satışı gibi işte) Hanımlara beylere değil, ablalara, abilere, teyzelere dayılara işliyor çünkü kanunlar…
Sıraya girenler ya yaya geliyor, ya da bir dolmuştan iniyor.
Kapıda bekleyen lüks arabalar yok.
En lüksü cezaevi aracı işte…
Sonra anlıyorum…
“Adaleti” lüks binalarda yapmış, bir pazarda açık arttırmaya çıkarmışlar, “kanunları” tezgahlarına ürün diye koymuşlar…
Mülkün temeli değil, güçlünün-gücün mülkü olmuş…
Yasaları yapanların ya parası var ya da nüfuzu…
Nerede güçsüz, yoksul var onun sırtına vuruyorlar…
Tıpkı ahlak gibi yoksullara dayatılmış….
Bakkalın oğlu ile konuşan ya da tayt giyen kızların adını orospuya çıkarıyorlar…
Aşk ve dostluk değil yasacıların kavgası, rant ve çıkar mevzusundan vuruşuyorlar…
Tecavüz edenin “Ahlaksız”, büyük çalanın “hırsız” olmadığı mahalleler oralar…
Kriteri, kuralı, düzeni de yok!
Pijamalı adamlar, beyaz atleti ile koşuyorlar
“Hırsız var”
Küçük hırsızın maskeyle kaçtığı, büyüğünün takım elbiseyle dolaştığı topraklar….
Abiler, ablalar, teyzeler, dayılar….
Şimdi düşünüyorum…
Yasaları yoksullar, arka mahalleler yapsaydı…
Daha adil mi olurdu?
Ne bileyim, üç kuruşluk telefona yüklediği programdan, emekli maaşıyla elektrik-su faturasını ödediği banka hesabından, sarı-kırmızı-yeşil-den, bağlama çalmaktan, açlıktan, yazı yazmaktan, aşık olmaktan olmazdı belki hükümler…
Anlamadığı kavgalarda ölen gençlerin tabutları konmazdı pencerelerine poşet sarılı, tuğlalı evlere…
Ne panzer ezerdi çocukları yollarda, ne kurşun isabet ederdi kenger toplamaya çıktıkları dağlarda…
Adaleti eşit dağıtırdı belki “mahallemiz” diyen ilkeli hırsızlar…
“Kendi halkımıza yapılır mı” diyerek…
Orta Doğu’da “ortada” kalmazdı adalet-sahipsizler
“Ben masumum gör Hakim Bey” diye ünlenmezdi Edip Akbayram
Yasaları yoksullar yapsaydı…
Çocuklarının bedenlerini eteklerine toplamazdı analar…
Yasaları yoksullar yapsaydı
Ceylan’ın kara gözleri kalmazdı aklımızda…
Yasaları yoksullar yapsaydı…
(Çizim-Serpil Odabaşı)