Siyaset, denize benzer. Uzun süre sakin kaldıktan sonra bir anda fırtına patlar. Rusya’nın Ukrayna’ya girmesi böylesi bir durumdur. Fırtınanın ne zaman dineceği ve ne kadar hasar bırakacağı belli değil. Kaldı ki ortada bir savaş kadar derinleşen bir insani kriz var: Yıkılmış evler, işyerleri, okullar; yurtsuzluk, göç, açlık, yokluk ve her şeyden çok belirsizlik…
Olaylar, Ukrayna’nın NATO üyesi olma, Batı’yla bütünleşme arzusu ve Rusya’nın bu girişime karşı şu endişelerle karşı çıkmasıyla başladı:
Rusya, 1954 yılına kadar Moskova’ya bağlı ve Karadeniz filosunun merkezi bulunan Kırım Yarımadası’nın kendisi de Ukrayna topraklarında doğan Kruşçev tarafından Ukrayna’ya bağlanmasını içine sindiremedi . Kırım üzerinde kontrolünü kaybetmesi Moskova için hem “büyük devlet” politikası sürdürmesi, hem güvenliği için bir zafiyetti.
Putin, Kırım’ın doğrudan, Ukrayna’nın dolaylı olarak Rus nüfuz alanı dışına çıkması ve rakip bir güvenlik blokunun etkisine girmesini bir provakasyon olarak gördü ve gördüğünü de ilan etti. ABD ve NATO bunu biliyordu. Tabii Rusya’nın Ukrayna’ya dümdüz edecek biçimde saldırması kabul edilebilir değil ama Amerika ve NATO’nun Rusya’nın yumuşak karnına bu kadar sokulmasının sert bir tepki göreceği öngörülebilirdi.
Bilinçli olarak görülmediyse, NATO’nun genişlemesi, Rusya’yı sınamak için yapılmış, Ukrayna halkı da kobay olarak feda edildi demektir. Dolayısıyla, bu sonuçlardan ABD ve NATO da Rusya kadar sorumlu.
Son 20 yılda bir çok uzman, resmi görevli, hatta şu andaki CIA başkanı, NATO’yu Rusya’nın tehdit algılayacağı mesafeye sokmanın sakıncalarını belirttiler ve 1962’de Rusya’nın Küba’ya füze konuşlandırmasına nasıl sert tepki verdiyse Rusya’nın da benzer bir tepki vereceğini söylediler. Ama ABD birçok yolla Rusya’nın sabrını sınamaya devam ederek onu kuşattı, tahrik etti. Sonra da Rusya’nın verdiği acımasız tepki ile de Ukrayna’yı başbaşa bıraktı.
Başkan Putin’in emriyle başlayan saldırı, onun tabiriyle, Ukrayna’yı tarafsızlaştıracak “düzeltici” bir müdahale; dünyanın geri kalanı için bir savaş. Rusya’nın istedikleri gerçekleşir mi? Ukraynalılar canlarını dişlerine takarak direniyorlar. Başarısızlık Putin’in sonu demek,
Rus ordusu Ukrayna’nın önemli bir kesini yıkıp yakabilir. Ama Amerikalıların Afganistan ve Irak’a şahit oldukları gibi sahada galip gelmek bir ülkeyi ele geçirmek ve tutmak için yeterli değil. Ya askerlerini çekecek ya da asker ve şiddet oranını artırarak beklediği sonucu -en azından çoğunu- elde etmeye çalışacak. Uzlaşma olmadan asker çekmesi söz konusu değil. O halde çatışmanın dozu giderek artacak.
İşin içine duygular ve siyaset girdiğinde “kılıcımızı kuşanalım, atımıza atlayıp, Moskova’ya yürüyelim (tanıdık geeldi mi?) kıvamında tepkiler ABD ve NATO üzerine baskı yaratır. Nitekim yaratıyor. Cumhuriyhetçiler Başkan Biden’i belkemiksiz olmakla itham ediyor. Bir çok ülke halkı, NATO’nun harekete geçmesini (örneğin Ukrayna semalarını uçuşa kapatmasını) istiyor. Bu NATO’nun savaşa girmesi demek. Putin, böyle bir şey olursa nükleer cephaneliğini devreye sokacağını ima etti. Bu da 3. Dünya Savaşı anlamına geliyor.
Böyle bir olasılığı göze alamayacak olan ABD ve NATO, savaşı uzatmayı, ülke çapına yaymyı ve sivil halkı savaşa katarak yıpratıcı bir gerilla savaşını başlatmayı planlıyor olabilir. Bu olasılık, Rusya’yı Suriye veya Afganistan benzeri bir batağa sürükler. Ne yazık ki bu strateji, Batı’nın Ukrayna’yı kurtarmak, onu desteklemek vaatleriyle çelişiyor. Batı’nın tavrı, Ukrayna’nın mahvı ve Ukraynalıların acısı üzerinden Rusya’nın burnunu sürtme eylemine dönüştürülmemeli.
Pekiyi, bu talihsiz savaş önlenebilir miydi? Rus önderliği, güvenliği tehdit altına girince “ciddi” birşeyler yapacağını söylüyordu. Moskova, Ukrayna sınırına 200 bin asker yığarken Batı bu savaşı önleyecek bir arabuluculuk rolü oynayabilirdi. NATO üyeliği ve koruması ile heveslendireceğine, Ukrayna’ya güvenliği ve bağımsızlığı karşılığında tarafsızlıkta ısrar etmesi salık verilebilirdi. Saldırı/savaş başlayıp Zelenski ülkesine ne olacağını anladıktan sonra bile Amerikalıların onu uzlaşmadan caydırmaya çalıştıklarına dair bir sürü kayıt var. Ne denirse densin, ABD ve NATO otoritelerinin Rusya’nın savaş kayıplarından ve daha kazanamadığı savaşta mahçup olmasından memnun oldukları görülüyor. Ama bu durum geçici ve Rusya daha çok asker ve tahrip gücüyle netice almaya kararlı. Olan Ukrayna ve halkına olacak.
Denebilir ki bağımsız ve egemen bir ülke, tercihleri doğrultusunda ittifaklar kurabilir, bloklar arasında istediğ tarafı seçebilir ve kendisinden istenen “resmi tarafsızlık” statüsünü benimsemeyebilir. Demokrasi ve bağımsızlık ilkeleri açısından bu doğru. Ama gerçek dünya böyle değil. Ne yazık ki değil! Tarafsızlığı ve bağlantısızlığı Ukrayna’nın güvenliğinin garantisi olacaksa, Kiev için bu seçeneği tercih edeceği an gelmiş demektir. Savaş, siyasal çözümsüzlüğün “en kötü senaryo”su.
Yakın zaman öncesinde Putin’in Ukrayna üzerinden Batı güvrenlik sisteminde çatlak yaratıp yaratmayacağı soruluyordu. Yaratmadı. AB ve ABD, dayanışma halinde Rusya’ya çok ciddi ekonomik yaptırımları devreye soktu Avrupa’nın en güçlü ülkesi, Almanya, Kuzey Akımı boru hattı projesini askıya aldı. Güvenlik bütçesini ikiye katlayarak, uzun süre sadık kaldığı savaş bölgelerine silah gönderme politikasına son verdi. Finlandiya, Ukrayna’ya beş bin tanksavar silahı göndedi. Birçok ülke, AB’nin başlattığı ekonomik yaptırımlara omuz verdi ve Rusya’ait hesapları dondurdu.
Ne var ki krizin başlangıında görülen bu birlik görüntüsü, sorun uzarsa, Batı’ya da zarar vereceği için sürdürülmesi konusunda anlaşmazlıklara yol açabilir. Putin’in de bir istihbaratçı olarak dezenformasyon oyunlarıyla Batı kamuyoru içinde ikilikler çıkarması çok olası. Batı blokunda tutarlı politika ve becerikli önderlik eksikliği duyulduğu taktirde Rusya karşısında bugün sergilenen ortak tavır sürdürülemez hale gelebilir.
Savaş şimdiden Ukrayna ekonomisine ciddi zarar verdi. Fabrikaları bilinçli biçimde tahrip edildi. Daha da edilecek. Rus birlikleri tarım alanlarını yakıyor. Maksat, Ukrayna halkının direncini kırmak. Şu anda bir milyonu aşan Ukraynalı göçmenlerin 7 milyona çıkarak Polonya, Macaristan, Romanya ve Slovakya’ya sığınmaları çok olası. Bu kadar insan, söz konusu ülkelerin kaynaklarını çok zorlayacak. Milliyetçi ve yabancı karşıtlığı duyguları kabaracak. Başka amaçlara giden kaynaklar, insani yardıma harcanacak ve bundan söz konusu ülkelerin halkları memnun olmayacak.
Diğer yandan, Ukrayna tarım ürünleri bakımından çok bereketli bir ülke; kendisine “Avrupa’nın ekmek sepeti” denmesi boşuna değil. Dünyanın 4. Buğday ve mısır üreticisi. Ayçiçeği çekirdeği ve arpa ihracatında dünya devleri arasında.
Ukraynalı çiftçiler, savaş koşullarında tohum ve diğer girdileri elde edemeyebilirler, tarlalarını ekemeyebilirler, makinalarını çalıştıracak yakıt bulamayabilirler. Üretimde aksama, Ukrayna kadar ondan ithalat yapan tüm ülkeleri -Türkiye dahil- olumsuz etkiler. Yiyecek fiyatları artar, artıyor. Bu durum, enflasyonu artırır. Ana besin maddesi ekmek ve unlu mamüller olan ülkelerde huzursuzluklar çıkar.
Özetle savaş, küresel etkileri olan bölgesel bir çöküşe neden olabilir. Olacaktır da… Bu savaşı çıkaran tek-adam, bunları bilmiyor mu? Bilecek kadar akıllı. Ama demek ki tarihin akışında kendi adını taşıyan bir kırılma yaratmak istiyor ve bunu da temsil ettiği Rusya’nın ‘ali menfaatleri’ için yapıyor.
Ukrayna’ya yapılan müdahalenin başka küresel yansımaları da olacak. Dünyanın öbür ucunda başka bir güçlü ve Batı’yla rekabet halindeki ülke, Çin, Putin’in hamlesini yakındn takip ediyor olmalı. Ukrayna’yı işgal, Çin’in Tayvan’ı (Taiwan) zorla alması için bir örnek teşkil eder mi? Korkulan bu!
Rus saldırganlığının “katlanılabilir yaptırımlarla” geçiştirildiğini görüp, cesareti artan Çin, gerilediğine inandığı Batı ve ABD karşısında daha cesaretli olabilir. Bu kanaatle girişebileceği yayılmacılık, Ukrayna’da başlayan güvenlik söküğünü Uzak Doğu’ya uzanan bir yırtığa dönüştürebilir. Öyle olursa, artık dünya bildiğimiz dünya olmaz!
Ümidimiz, bir ülkenin mahvolmasını, bir milletin perişan oluşunu seyrettiğimiz trajedinin kısa sürede durdurulması. Bu da müzakerelerle olacak. Müzakereler başladı, Türkiye’de sürüyor fakat taraflar arasında uzlaşma sağlanmasına yarayacak simetri yok. Rusya her bakımdan ağır basıyor ve insan acısının önceliği olmadığını bildiğimiz bir lideri var.
Rusya müzakere masasına şu şartları koymuş bulunuyor:
• Rusya’nın Kırım üzereindeki egemenliği tanınmalı.
• Ukrayna devlet mekanizması, askeri niteliğinden sıyrılmalı ve aşırı sağcıların (Rus liderliği onlara Nazi diyor) etkisinden arındırılmalı.
• Ukrayna’nın tarafsızlığı güvence altına alınmalı. Bu da onun hiçbir askeri/savunma ittifakına üye olmaması demek. Bu maddeyle Moskova, Ukrayna’nın dış politikasına ve güvenliğine ipotek koyuyor ve ülkenin topraklarından bir bölümünü (Kırım ve Rusça konuşan doğu illerini ondan ayırıyor. Bu da ciddi bir egemenlik sorunu doğuruyor.
Ukraynalılar bu şartlara razı olacaklar mı yoksa ilan ettikleri gibi sonuna kadar (son kişi, son mermi) savaşacaklar mı? Yoksa akl-ı selim galip gelip diplomasi ile iki tarafın uzlaşacağı bir ara yol bulunacak mı?
Bilmiyoruz, umuyoruz!
Ne olursa olsun, Ukrayna krizi ve onun tetikleyebileceği Çin’in Doğu Asya ve Batı Pasifik’te hegemon ülke olmasının etkisi yeni bir küresel güvenlik ve savunma düzeninin doğuşuna zemin hazırlıyor.
Rusya, Doğu ve Merkezi Avrupa’da, eski etki alanlarını canlandırmak istiyor. Bu nüfuz alanında NATO gücü istemiyor. NATO nereye konuşlanırsa konuşlansın ama eski Varşova Paktı ülkelerinden uzak dursun istiyor. Putin sınırları belli bir Batı savunma sisteminin karşısına Rus birliklerini yerleştirerek denge sağlamak istiyor. Rusya’nın öngördüğü yeni Avrupa güvenlik mimarisi böyle.
Asya -Pasifik bölgesinde ise Çin’in hegemonyasını kabul etmek durumunda kalan Tayvan’ın yol açtığı endişe ve hareketlenme, bir çok bölge ülkesinin ABD’ye yaklaşmasına neden olacak. Zaten Rusya ile sıkı (egemenlik-tabiyet) ilişkisinde olan ülkelerin dışında kalan bu ülke grubu Avrupa’dakinin benzeri bir saflaşmaya giderse ortaya frklı bir dünya çıkacak.
Ukrayna krizi ile başlayan yeni bir güvenlik yapılanmasının şafağındayız.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”