Bir ara TLC’de bir programa dadanmıştım; programda çok yıllık, iyice eskiyip hırpalanmış evleri yeniliyorlar, evi neredeyse yeniden inşa ediyorlardı. Bildiğim kadarıyla program hâlâ devam ediyor, ancak artık seyretmiyorum.
Programı seyrederken beni en çok etkileyen şey, ev sahiplerinin ev dönüştürücülerine duydukları saf güvendi. İnsanların dolandırılmak, kandırılmak veya yüz üstü bırakılmak gibi bir kaygıları yoktu, evi dönüştürme sırasında planlanmayan bir arıza çıkıp masraf arttığında gri duygulara kapılmadan sürece uyum sağlıyorlardı. İş yapanların da yoktu kaygısı; emniyet içinde profesyonel oldukları işi yapıyor, sonucunda paralarını alıyorlardı.
Ohhh herkes mutlu…
Programı seyrederken kıskançlığa varan bir gıpta hissediyor, hüzünlenmekten kendimi alamıyordum.
Hayatımın hiçbir döneminde kendimi onlar kadar güvenli hissedemedim; herhangi bir tamir yaptırırken, büyükçe sayılacak alışveriş yaparken hatta belki inanmayacaksınız ama emeklilik başvurumu yaparken… (Emeklilik demişken, KHK nedeniyle işinden olan bizlere ‘geri dönmek üzere’ emekli olabileceğimiz söylendi ancak içimde bir kurt var(dı), kemirip duruyor: Ya denilen gibi olmazsa, ya KHK’lar iptal edildiği halde işime geri dönemezsem vs vs.)
İçimde hep bir dolandırılma, acemice avlanma, köşeye kıstırılma, “Söz vermek bir, dönmek iki, bu kadar!” kestirip atmasına maruz kalma korkusu var. Hemen obsesif kompülsif teşhisini koymaya kalkışmayınız, günümüzde Türkiye toplumunda bana benzemeyenini az bulursunuz.
Aslında bu tarz etkinliklere pek katılamıyorum ama bu gece Twitter’da TemizToplum İstiyoruz tagına katılmak kısmet oldu. Son günlerde istediğim en sahici şeylerden biri bu; nefes alırken organizmama isin pisin girmeyeceğinden emin olarak depderin bir nefes almak. Çünkü artık nefes alamaz olduk, sırf hayatta kalabilmek uğruna solunum yaparken maruz kaldığımız lağım kokusundan diğer kokulara karşı duyarlılığımızı kaybettik.
Nereden nereye, değil mi? TLC programlarını seyredemez olma nedenlerimin katlanması, hatta masum mutsuzluğumun yaşamsal endişelere evrilmesi neye işaret ediyor, cevabı olan var mı?
Tag çalışmasında bir ‘yurttaş’ gönderimin altına, “Temiz toplum derken?” yazmış. Ne demek istiyorsun, temizlik ne demek, klorak mı, kezzap mı, kül suyu mu? Temizlenmek için neye ihtiyacın var, dökül bakalım, der gibi…
Cevap veremedim. Belki de böyle bir soruya muhatap olmanın utancından.
….
Sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu hocamız kendilerine uçurduğum mektuba cevap vermiş. Kendisine ulaşan onca mektubun içinde (ona mektup yağdığını düşünüyorum) zaman ayırıp bana da cevap vermesi beni duygulandırdı. Biraz şaşırmadım değil. Sonra kendime neden şaşırdığımı sordum, normali bu değil midir? Sorunun cevabı da acımsı, acı içinde acı, acı içinde acı…
Mutsuzluğa siper olsun diye beklentilerimden öyle sıyrılmışım ki, koskoca Ömer Faruk Hoca’dan yazdığım mektuba cevap yazmasını beklememeye kadar vardırmışım işi. Olsun, bu, acı bekleyip de hayal kırıklığına uğramaktan daha iyi.
Zamanında Can Dündar ve Erdem Gül’e de yazmıştım gözyaşıyla sulanan mektuplar, hem de iadeli taahhütlü gönderdiydim, ne de olsa görevdeydim, paraya acımamıştım. Onlardan bir tebrik kartı bile gelmeyince sarsılmışım demek ki. Gardını al Zehra, seni kimsenin üzmesine fırsat verme Zehra, hayatta hiç kimse buna değmez Zehra…
Peki efendimiz, emirlerinizi aldım kabul ettim.
Sözün başına dönersek, tanıdığım ilk ve tek sahici insan hakları savunucusu ÖFG (amblemi kullanmayı seviyor hoca), bir ‘vicdan vakfı’ kurmaktan söz etmiş nazenin sesini açıkça duyduğum mektubunda. Sonra ‘Ne dersiniz?’ diye eklemiş.
Her yerde kaybettiğim masumiyetimin yasını tutarken bir temiz soluk beni hemen baştan çıkarabiliyor işte!
Ne diyeyim sevgili hocam, böyle bir öneriyi hangi temiz vicdan geri çevirebilir ki? Aynaya utanmadan bakabileceğimiz günlere ulaşmak, dahası üzerine utanmadan ayna tutabileceğimiz bir toplumu inşa etmek için öncelikle VİCDAN gerekli değildir de ne gereklidir?
Her kurum ve kuruluşunun çivisi çıkan güzel ülkemin yeniden ve hızla inşası,
İnsanlar arasında gerçek güven ve emniyetin tesisi,
Farklılıkların doğal kabulü,
Demokrasinin dil ucuyla değil arzu, şehvet ve dahi inançla çağırılması,
Hatta hatta hatta yönümüzü doğru kıbleye döndürmek, alnımızı doğru secdeye değdirmek
için VİCDAN gerekli değilse gerekli olan nedir?
Başka fikri olan varsa öğrenmek isterim.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”