Bu haftanın önemli ekonomik/politik olaylarından birisi de hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon konusu olsa bile bu haftaki yazımı bu olay üzerinden yazmayı düşünmemiştim.
Ancak baktım ki konu bilinçli ve ideolojik olarak saptırılarak yüksek enflasyon ve hayat pahalılığının siyasi ve ekonomik tek sorumlusu AKP iktidarı ve onun reisi Erdoğan olduğu halde onun hiçbir sorumluluğu yokmuş anlamında paylaşımlar, gazete başlıkları ve basın açıklamaları üst üste yapılınca kendimce “yazının konusu belli oldu” dedim.
Öncelikle bugün ortaya çıkan bu yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı sorununun nasıl ortaya çıktığına ve bu sorununun hangi hatalı ve yanlış politikalar sonucu çekilmez boyutlara geldiğine bir göz atalım.
2018 yılı ortalarında patlak veren ekonomik krizin siyasi ayağı, 2015 yılından sonra içte siyasi ve dışta bölgesel anlamda yapılan vahim politika değişikliklerinden kaynaklandığını görmekteyiz.
2015 yılına kadar büyüyen istikrarlı bir ekonomi ile işsizliğin düşürülmesi ve artan milli gelir ile yoksullaşmada refah toplumuna doğru yönü dönen bir toplumsal kalkınma ivmesinin yakalanmış olması, ülkeyi adeta dünyanın parlayan yıldızı durumuna getirmişti.
Peki, sonra ne olmuştu?
Sonra AKP iktidarı, içerde demokratikleşme ve Kürt sorunun çözüm sürecinden vazgeçti ve toplumsal sorunların çözümünü kolaylaştırmak için başlattığı tüm açılımları kapattı.
AB, Türkiye müzakere sürecini buzluğa atarak süreci dondurdu.
Tüm bunları iktidarını korumak için yaptı.
Çünkü 17/25 Aralık iktidarın kirli çamaşırlarını ortaya dökmüş ve dört bakan yolsuzluklar nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştı.
Bu sürecin deşifre edilmesine katkı sağlamış devlet içindeki diğer sivil ve askeri iktidar çevreleriyle ve onların siyasi uzantısı MHP ile siyasi ortaklığa gitmek durumunda kalarak önceki tüm olumlu gelişmelere son verdi.
2021 yılının ekonomik ve toplumsal durumunun bu kadar berbat olmasının temelleri daha o günlerde böyle atılmıştı.
2013 yılına kadar Gülen cemaatiyle işbirliği halinde olan AKP, 17/25 Aralık’tan sonra 2004 yılı Milli Güvenlik Kurulunun cemaate ilişkin kararını uygulamaya başlayarak cemaati tasfiye etmeye başladı.
Tüm bu gelişmeler sonucu AKP iktidarı önceki olumlu politikalarının tam aksi yönüne doğru yol almaya başlayınca yani içerde kutuplaşma, dışarıda gerilim siyasetine başlayınca bu durumdan ilk olarak ekonomi etkilendi.
Birde bu yanlış politikalara “enflasyon faizlerin sonucudur” gibi ekonomi biliminde hiçbir temeli olmayan uygulamalara gidilmesi sonucu faizler düşürülmüş ve bunun sonucu kur artışları fırlamış ama enflasyon düşmemiştir.
Bu durum TL’nin değer kaybetmesine, yüksek enflasyona, artan borçlara ve yüksek cari açıklara neden olmuştur.
Bu belirsiz ekonomik iklimin ortaya çıkması ve birde buna 2019 yerel seçimler süreci eklenince, AKP iktidarı bu kötü ekonomik tabloyla seçimlere gitmemek için bir takım ekonomik tedbirler almak zorunda kalmıştır.
Bunların başında ise kur artışlarını durdurmak, faizleri düşürmek geliyordu.
Merkez Bankası (MB) ve hazine aralarında kamuoyunun bilgisi içinde bile olmayan bir anlaşma üzerinden arka kapıdan kamu bankalarına döviz satışı yapması ve kamu bankaları eliyle bu dövizlerin piyasa sürülmesi sonucu döviz fiyatlarının düşürüleceği hesaplandı.
Ama öyle olmadı evdeki hesap çarşıya uymadı ve bunun sonucu MB döviz rezervleri eridi, bitti.
Hani “128 milyar dolar nerede” diye soruyorlar ya işte o para bu para…
Ekonomi raydan çıkmıştı.
AKP 2019 yerel seçimlerinde büyük bir hezimete uğrayarak İstanbul, Ankara, Adana ve Mersin gibi kritik belediyeleri kaybetmişti.
Bugün Türkiye ekonomisi bu kötü gidişten bırakın kurtulmayı, tüm ekonomi otoriteleri yarın dair umut verecek bir gelişme görmediklerini söylüyor.
İşte şimdi iktidar ve onun yandaşları omuzlarına çökmüş olan bu yükü kendi sırtlarından atıp başkasının sırtına yıkmak için türlü yalanlara ve iftiralara hiçte yüzleri kızarmadan başvuruyorlar.
Son gelişmelere bir bakalım.
Erdoğan’ın önce Kahramanmaraş ve sonra Kırşehir’de yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı hakkında yapmış açıklamalar ki bu açıklamalar aşağı yukarı birbiriyle aynı anlamı taşıyor.
Erdoğan mealen “fırsatçılarla mücadele etmek suretiyle fiyatlardaki ve etiketlerdeki fahiş fiyat artışlarının önüne geçerek, enflasyonu kontrol altına alacağız.” diyordu.
Bu açıklama üzerine Sanayi ve Ticaret bakanlığı marketlerde, toptancılarda fiyat denetimleri yapmaya başladı.
Hatırlarsanız aynı konu patates, soğan kıtlığı nedeniyle de yapılmış ve hatta damat sokakta patates soğan satmaya başlamıştı.
Bu tür davranışların hiçbiri piyasa şartlarında bir işe yaramamıştı.
Çünkü sorun bakkal veya market ve/veya toptancı ile sınırlı bir sorun değildi…
Sorun üretim ve üretim girdileriyle ve yanlış ekonomi politikalarıyla ilgili bir sorundu.
Nasıl mı?
Siz kur artışı nedeniyle elektrik, akaryakıt ve doğal gaz fiyatlarına fahiş zam yaparsanız…
Siz kur artışı nedeniyle ara malı ve makine girdiler daha pahalı girişine neden olursanız.
Siz tarım ürünlerinin ithalatını serbest bırakıp içerde çiftçimize destek vermezseniz.
Ve tüm bunlar üretim, nakliye vs fiyatlarına yansırsa bu da yüksek enflasyona neden olur.
Diğer yandan bir başka gerçekte üretici, üretim maliyetlerini tam olarak fiyatlara yansıtamamakta bu da ÜFE ile TÜFE arasındaki enflasyon farkından anlaşılıyor.
Bunun anlamı fahiş fiyat artışları devam edecek ve yüksek enflasyon ekonominin en önemli sorunu olmayı sürdürecek demektir.
Şimdi tüm gerçekler orta yerde dururken mahalle bakkalı Avni ile tüccar Hüsnü’yü hedef göstermek iktidarı bu işteki günahlarını ortadan kaldırmaz.
Ancak bu günahları ortada kaldırmaya ve kendine durumdan vazife çıkarmaya çalışan yandaş gazeteci ve gazeteler yok değil…
Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur pişkince “gıda enflasyonunun tek amacı var. Erdoğan ve cumhur ittifakın devirmek.” deyiverdi.
Hemen arkasından akit gazetesi “şer ittifakından zam kumpası” başlığı ile çıktı.
Milletin gözünün içine baka baka bu yalanları söylemek herkesin yapabileceği bir şey değil…
Son olarak;
Bugün hayat pahalılığı ve yüksek enflasyonun nedenini bakkalda, kasapta, manavda aramayın ve hedef şaşırtmaya kalkmayın.
Tüm bunların siyasi ve ekonomik sorumlusu bu kararları verenlerdir.
O da Erdoğan’dır.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”