Her gün bir kadının öldürüldüğü ülkede bütün mirasını kız çocuklarının okutulması için Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışlayan bir sanatçıyı anlatmak hem zor hem de kolay.
Zor olan; anlatmakla bitmeyecek bir kişilik, eksik kalacak birçok özelliğini bir yazıya sığdıramama endişesi. Kolay olansa; bahsedilen insan kendi alanının devrimcisi. Süslü cümleler kurmaya, ıkınmaya zorlanmaya gerek kalmadan yazdırır kendisini. Su gibi dökülür sözcükler sayfaya.
“Devrim” sözcüğü bana değişimi çağrıştırır, bir şeyi devirmeyi değiştirmenin öncülüğü yapmayı anımsatır. Bu noktada “Devrimci” dendiğinde aklıma sadece sistemi değiştirmeye çalışan insanların adı gelmez. Kendi alanında devrim yapmış, değişime imza atmış ve bunu büyük mücadeleler vererek yapmış isimler de gelir. İşte o devrimcilerden biridir bana göre Seyfi Dursunoğlu ve devrime katkı sunan Huysuz Virjin.
Orta Doğu toprakları kendi biçtiği kıyafeti giydirir insana. O kıyafetin dışında bir kıyafet giymenin imkânsız olduğu dönemlerde kadın kostümleri giyip kanto yaparak çıktı sahneye Seyfi Dursunoğlu. İlk mücadelesini ailesi ile verdi ki kolay değildir aileye karşı verilen mücadele. “Devrim ailede başlar” sözü işte burada bir kez daha anlam kazandı ve ailesine karşı verdiği mücadeleyi kazandı.
Bağımsızlığını ilan etmiş zeki, kararlı insanın karşısında kimsenin duramayacağını kanıtlamanın elbette bedeli vardı. O bu bedeli fazlasıyla ödeyenlerdendi. Ermeni kantocu Minyon Virjin’in adını alıp başına “Huysuz” mahlasını koyup adım attığı sahnede kırk beş yıl zirvede kalarak sürdürdü sanat hayatını.
Aykırı Huysuz Virjin, İstanbul Beyefendisi Seyfi Dursunoğlu olarak eğilip bükülmeden yaşadı. Özellikle şimdilerde sık sık gördüğümüz sanatçı profilinden çok çok uzaktı. Partisiz, tarafsız hiçbir liderin gölgesine sığınmayan, “beni çok sevsinler” kaygısına kapılıp gereksiz açıklamalar yapmayan, olduğu gibi görünen, olmadığı gibi görünmeye çalışmayan, kırk beş yıl can verdiği Huysuz Virjin gibi dobra, tarafsız, aykırı… Kimseye sırtını dayamadan kendi emeğiyle zirveyi çıkan nadir sanatçılardan biri.
Elbette zor olanı başarmanın getirisi olduğu kadar götürüsü de oldu. Hem çok sevildi hem de çok yerildi. Bir erkeğin kadın kostümü giyip sahneye çıkmasını hazmedemeyen muhafazakar kesimin her zaman hedefindeydi. Yaşarken bitmeyen kinleri ölünce de bitmedi. “Ölenin arkasından konuşulmaz” sözünü unutup işlediği günahlara bir günah daha ekleyen Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, Seyfi Dursunoğlu’nun arkasından, “Haydi sanat adı altında, bir haltlar yemiş… Parasını kazanmış, geçmiş gitmiş. Şimdi gittiği yerde, vereceği hesabı düşünsün” dedi. Yaşarken defalarca bu
ve buna benzer cümleleri duyup gülüp geçen sanatçı öldükten sonrada aynı karanlık odakların iğrenç sözlerine maruz kaldı. Yaşamı boyunca haram yemeyen insana “bir haltlar yemiş” diyen karaktersizler haram yemeyene alışamadıklarını bir kez daha gösterdi ve hakikati görmezden gelmeyi seçti. Biliyorlardı elbette Seyfi Dursunoğlu’nun kazandığı helal parayı yalnız yemeyip paylaştığını. Biliyorlardı sarayın sanatçısı olup halktan toplanan haram parayı yemediğini. Biliyorlardı hırsızın şakşakçısı, arsızın yardakçısı olmadığını. Biliyorlardı bilmelerine de; bünyeleri alışık değildi haram yemeyen sanatçıya.
LGBTİ+’lerin gündemden düşmediği, onlara yaşam hakkı bile tanımayan siyasilerin hedefinde hayatta kalmaya çabaladıkları şu günlerde aklıma Seyfi Dursunoğlu’nun yaptığı bir röportajdaki şu sözleri geldi: “Türkiye eşcinselleri seviyor; gidip seyretmeyi dalga geçmeyi seviyor. Bunu seviyor, fakat çoluğuna çocuğuna seyrettirmez. Televizyonda olmaz.” Haklıydı. Genel anlamda ülke insanının bakış açısı budur, özetimiz de budur. Haklıydı. Kadın kostümü ile sahneye çıkan Huysuz Virjin çok sevildi, fakat onu canlandıran Seyfi Dursunoğlu homofobik kişiler tarafından Türk geleneklerine uygun erkek profili çizmediği gerekçesi ile dışlandı.
Ölümünden sonra ünlüler “Otuz yıllık dostumdu.” “Kırk yıllık can dostumdu.” “Elli yıllık can dostumdu.” diye yıl yarışına girmiş olsalar da gerçek anlamda yaşarken sahip çıkılmadı. Dostları tarafından RTÜK’ün Seyfi Dursunoğlu’na koyduğu ekrana çıkma yasağı hiç gündeme getirilmedi. Parmak hesabıyla kaç yılık can dostu olduklarını saymaya devam ettiler can dostları. Hep olan tekrar oldu; sanatçısından gazetecisine, siyasetçisinden vatandaşına hepimiz yine en kolayını havada kapıp Seyfi Dursunoğlu’nun ölüsüne sahip çıktık. “Neden ekranlarda yok?” diye sormadığımız,
soruşturmadığımızı hatta sosyal medyada milyonlarca takipçisi olan, ekranlarda boy gösterebilen sanatçılar, gazeteciler, siyasiler yaşarken ona uygulanan yasağı ona dair tek bir cümle ile dillendirmediler. Lakin hafif vicdan yapmadan suçluluk duygusu hissetmeden paylaştılar Seyfi Dursunoğlu’nun arkasından taziye mesajlarını.
12 Eylül’de yasaklı olmayıp 2000’li yıllarda yasaklı olmasını, günden günde geriye giden ülkenin analizini de şu sözlerle dile getirdi: "Kırk beş sene evvelki Türkiye beni kabul etti de 45 yıl sonraki mi kabul etmeyecek?" Kırk beş yıl önce Türkiye’nin sanatçıları ve onun dostları Hamiyet Yüceses, Perihan Altındağ, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Tanju Okan gibi sanatçılardı ve o sanatçılardan Müzeyyen Senar sahnede rakı içip bardağını yere fırlatarak hem bir kadının hem de bir sanatçının farklılığını ülkeye göstermişti. Şimdilerde fotoğraf çektirirken rakı bardağını masanın altına saklayan sanatçıları görünce, normal yaşamında yarı çıplak dolaşan, Erdoğan ile görüşmeye giderken
kapanan sanatçıları görünce, “Evet, kırk beş yıl önce Türkiye ve Türkiye’nin sanatçıları neymiş!” diyesi geliyor insanın.
O günlerden bugüne gelen Seyfi Dursunoğlu, meddah, orta oyuncu, zenne, drag queen, cesur, aykırı, zeki ve merhametli bir insan olarak yerini aldı. “Sahnede seyircimin karşısında ölmek istiyorum.” demişti fakat olmadı. RTÜK kütüklük yapıp, “Hiçbir erkeği kadın halinde görmek istemiyoruz.” dedi ve insan gibi insanları eleyip insan gibi insan olmayı başaramamışlara açtı yolu.
Aysel Gürel’in, “Venüs kadar güzelsin, hiç değişmeyeceksin sendeki neşe bendeki hayranlık ve sen ebedisin.” dediği gibi, Venüs kadar güzel, hiç değişmeden, neşe dolu haliyle ebedileşerek kaldı benliklerimizde.
Son isteği, “Beni görmediğiniz zamanda da sevin lütfen.” oldu. Sevmemek mi? Mümkün mü?
Benzemez kimse sana tavrına hayran olayım. Otuz, kırk, elli yıllık dostun değilim lakin seni her daim
saygı ile anacak olanım.
Benim devrimcim Seyfi Dursunoğlu…
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.