Evet, taciz nedir?
Ben kendi cevabımı vereyim öncelikle: Eğer bir söz veya bir davranış beni rahatsız ediyorsa ve rahatsız olduğumu da karşı taraf biliyorsa ve ısrar ediyorsa benim açımdan bu tacizdir. Kişinin bedenini ve ruhunu örseleyen , bu bütünlüğe zarar veren her söz ya da davranış taciz olarak kabul edilebilir bana göre.
Tartışması oldukça hassasiyet gerektiren bir konu, bu nedenle kendi adıma bazı ayrımları açık ve net şekilde ortaya koymak zorunda hissediyorum. Zor kullanılan ve şiddet içeren her türlü eylemi , tecavüzü ve de çocuklara uzatılan kökünden koparılası kötü niyetli her dil ve eli ayrı bir yere koymak isterim öncelikle. Şiddet ve şiddeti gerçek kılan her kavram, karşısındakini çaresiz bırakır ve zaten bizzat varlığı tartışma dışı bırakır kendisini. Ve eğer mağdur çocuksa, ona yönelik cinsel niyetin konuşulacak nesi olabilir; çocuk o!
Buraya kadar bir sorun yaşamadan geldiysek eğer, bir ayrıma daha gideyim. Bir erkek, maddi ya da manevi gücünü, karşı taraf üstündeki otoritesini kullanıyorsa; maaşını ödüyorsa mesela, ya da karşı tarafın hayati bir durumuna dair yetki sahibiyse, o durumda zaten karşı tarafın bir süreç içinde sessiz kalması, boyun eğmesi hatta bundan hoşnut görünmesi bile o davranışı taciz olmaktan çıkarmaz. Mesela, bir seks işçisinin rızası olmadan ona dokunulamayacağını söylememe gerek yok sanırım.
Peki, şimdi gelelim en belirsiz ve bu nedenle de en tehlikeli yere; bir yetişkin erkek ve bir yetişkin karşı taraf arasındaki taciz konu olduğunda durum nedir?
Günlerdir bir taciz-ifşa meselesi konuşuluyor; özellikle edebiyat dünyasının ünlü bazı isimleri hakkında ifşaatlar yapılıyor, kadınlar uğradıkları tacizleri anlatıyorlar. Bu çok çok önemlidir; kadınların taciz-tecavüz gibi suçlara dair faili işaret edebilmesi kolay değildir; ve söylemek lazım , hele ki seks işçilerinin ve LGBTİ’lerin işi bir kat daha zordur. Çünkü onlar, toplumun daha büyük bir kısmı tarafından ahlaki anlamda “öteki” sayılır ve acı olan o büyük kısım içinde bir grup kadının da varlığıdır.
Tacize-tecavüze maruz kalan kişi öyle bir travma yaşar ki; kendini suçlamakla başlayan ve kendinden tiksinmeye kadar varan ruh halleri içinde yolunu kaybedebilir. Bu nedenle, birbirleriyle dayanışma içinde tacizcileri ifşa edenler çok cesurca davranmaktadırlar, buna asla şüphe yok. Ayrıca, henüz ifşa olunmayan saygın(!) ve ünlü tacizciler de, korkudan bile olsa, durabilirler ki, bu da amaçlanan sonuçlardan biridir. Ve bütün bunlar hayati bir mücadelenin olmazsa olmazlarıdır; sonuna kadar varım.
Ancak, son günlerde gelinen noktaya dair ciddi bir sorunumuz olduğu gerçeğini gözardı etmem de mümkün değil. “Kadının beyanı esastır” evet; ama kadının beyanı soruşturmaya esastır, hükme değil. Tacizi ifşa edenin beyanını kabul edecek, gereken soruşturmayı (adli-vicdani) başlatacağız. Tam burada, benim ve benim gibi düşünenlerin, bazı kesimlerle ayrı düştüğümüz nokta şu; peki bunu yaparken ifşa olunanın masumiyet karinesini ihlal etmeye de hakkımız var mı? “ İfşa olunanın masumiyet karinesini ihlal etmeye hakkımız yok” diyeni “tacizciye yardım ve yataklıktan” suçlamaya hakkımız var mı? Tacizin ifşasını ve failinin cezalandırılmasını aynı anda masumiyet karinesini koruyarak yapmanın bir yolu yok mu?
Bu ve benzeri soruları sorduğumuz anda, tacize, tacizin yarattığı erkek baskısına karşı durduklarını söyleyen bazı kadınların “siz tacizciyi aklıyorsunuz, kadın duruşunuz yok v.b.” gibi suçlamalarla ve “biz böyle düşünüyoruz, böyle yapıyoruz, siz de böyle yapacaksınız aksi halde karşı taraftasınız” baskısıyla örülü bir duvara çarpıyoruz. Bu soruları sormaya başladığınız anda ne “işbirlikçiliğiniz” ne de “kadın duruşundan uzak zavallı halleriniz” kalıyor ve bu ithamlar tartışmasız birer gerçekmiş gibi boynunuza asılıyor.
Baskıya karşı olanların, başkalarını baskıya karşı olmaya ikna etmek için baskı uygulamayı kendilerine hak gördükleri bir yerde, baskıya karşı çıkmanız nasıl mümkün olabilir?
“Böyle bir şey olur mu?” diye soranlar için hemen söyleyeyim; hem de öyle bir olur ki; tam da o anda, o yerde, soru sormanın, şüphe etmenin olanaksızlığını kavramadan kuracağınız her cümle, sizi aslında tamamen bambaşka bir yerde konulandırır; ve kendinizi aslında karşı olduğunuz bir şeye dönüşmüş halde savunma yaparken bulabilirsiniz. Bu durumda inatla “Tamam ama, bir de işin şöyle bir yanı olamaz mı? “ sorusunu sormak ancak aptallıkla açıklanabilir; çünkü ancak bir aptal(!) bu manasız saldırılara maruz kalmayı göze alır. “O zaman sorma!” denebilir, “Aptal olma hakkım da mı yok? “diye yeni bir soruyla devam edebilirim…
Kadınlara yönelik şiddete, LGBTİ’lere yapılan şiddeti bir türlü dahil edilemeyişine dair bas bas bağırışımız da çoğu zaman boğulsa da; Özgecan’ın hak ettiği dayanışmayı trans kadın Hande’nin, ya da pavyonda çalışan Nuran’ın neden bir türlü hak etmediğini sormaya devam ederken, başka bir iki yüzlülüğü de ben ifşa edeyim. Çünkü, hak mücadelesi insanları birbirinden ayırarak yapılmaz, bu olabilecek en tehlikeli ahlaksızlık hallerinin başında gelir.
HDP Milletvekili ve insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu, yine günlerdir, çıplak arama işkencesini gündeme getiriyor; olaylar, vakalar ve mağdurları bir bir sayarak. Gözaltında ya da cezaevlerinde yaşanan çıplak arama, otur-kalk işkencesi, hatta ziyaretçilerin adetli olduklarını kanıtlamak için pedlerini göstermelerinin istenmesine varan bir işkence, aynı zamanda direkt ve tartışmasız, çünkü karşı gelinemeyecek bir güç tarafından dayatılan taciz, mağdurların kimliği yüzünden ötekileştirilirken; tıpkı terörist oldukları gerekçesiyle çıplak cesetleri sokaklarda sergilenen kadınlara dair tavırla eş değer bir sessizlikle karşılanırken, bu ötekileştirmenin faillerini ifşa etmeyelim mi?
Adil olmak neden bu kadar zor, anlamıyorum; yine aptallığıma verin.
Soru sormak neden ille de bir şeye karşıt-yandaş olmakla özdeşleştiriliyor diye sormaya mecalim varken hala; bir kadın olarak tacize karşı olduğumu, erkek şiddetine karşı olduğumu kanıtlamak zorunda bırakılmam da başka bir taciz değil mi?
Ve son bir söz, bu taciz ifşasının ortaya çıktığı edebiyat alanına dair olsun, sonra dayağımı afiyetle yerim.
Tacizci edebiyatçıları ifşa edelim, kadınların beyanını esas alarak gerekli soruşturmaları yapalım, failini de cezalandıralım; utanmakla başlayacak ve gittiği yere kadar gidecek bir sürecin yanındayım ve bunu söylemek zorunda olmak bile yıpratıcı. Ama, edebiyatı cezalandırmaya kimsenin hakkı yok. Roman kahramanının tecavüz etmesi romanın yazarını tecavüzcü yapmaya başladığı anda edebiyat ölür. Çünkü edebiyat özgürlük alanıdır; bir ideolojiye, bir düşünceye ya da herhangi bir şeye hizmet etmeye başladığı anda edebiyat olmaz artık o.
“Edebiyatın kendisini suçlu ilan edemezsiniz!” demek suçsa, ben bu suçu üzerime alıyorum.
Dediğim gibi, aptal olma hakkımı kimse elimden alamaz!