Sedat Peker sekizinci videosunu dün sabah, Pazar sabahı erken saatlerde yayımladı. O saatte uykudan kalkamadığım için ben videoyu saat 8.30 gibi izlemeye başladım. Bir saatten fazla süren videoyu biraz atlayarak ta olsa bitirdim.
Bu videoyu bundan önceki videolardan ayıran en önemli fark, Peker bir sonraki videoyu “Tayip abi” dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan ile “helalleşmek” için çekecek olmasıdır. Yine bu son videoda dikkat çeken bir diğer fark ilk kez Suriye meselesi ve Suriye’ye silah ve mühimmat sevkiyatının hangi yol ve araçlar üzerinden yapıldığının açıklanmış olmasıdır.
Bu videoda Peker’in Süleyman Soylu hakkında söylemleri ve tehditleri yine vardı, ancak önceki videolardaki kadar tonu yüksek değildi.
Az buz değil erişilmesi çok zor bir izlenme sayısı var orta yerde, Peker videoları elli milyon civarında izlenme sayılarına ulaşıyor. Ve bu işin ilginç yanı kamuoyu bir suç örgütü lideri ve bir mafya babası olan kişiyi ne olduğunu bildiği halde pür dikkat milyonlarca kere izliyor. Bu bir reyting rekoru…
Bunun bence anlamı toplum, devlet, siyaset ve mafya arasında olan ilişkileri bilmediğinden değil, bu ilişkilerin içeriğini ve gerçekleri merak ediyor. Bu durum bile tek başına tam bir sosyolojik ve siyasi araştırma konusu olabilir.
Neyse, Süleyman Soylu’nun Haber Türk kanalında tek kale oynadığı programda, gazetecileri 2-3 dakika konuşturarak, bu konuda ne kadar cevval olduğunu gösterdi. Soylu, bu programda Peker’in özellikle kendisine koruma polis verilmesi konusundaki iddiaları hakkında karşı sözler söylediyse de ikna edici bulunmadı.
Peker son videoda da bu iddialarını sürdürdü ve ilave olarak Soylu’nun sahibi olduğu sigorta şirketinin tüm büyük şirketlerin sigorta işlerini aldığı iddiasında bulundu. Bu karşılıklı açıklamalar sürerken ve kamuoyu bu açıklamalar nedeniyle çalkalanırken Erdoğan sessizliğini korudu.
Ta ki Ak Parti meclis grubu toplantısına kadar. Erdoğan’ın tavrı ne olacaktı? Bu iddiaları dikkate alarak Soylu’yu görevden alacak mıydı, yoksa ona sahip mi çıkacaktı? Erdoğan yaptığı konuşmada sadece Soylu’ya değil Binali Yıldırım’a da mealen “bu ülkemize bir ajan tarafından yapılan bir saldırıdır.” diyerek sahip çıktı.
İşte bu açıklama Peker’e bir “Tayip abi” videosu hazırlaması için yeterli oldu. Peker’in son videosunda iktidar ile Suriye arasındaki ilişkiler hakkında verdiği bilgiler ne kadarı doğru bilemem. Ancak kamuoyu Suriye’ye binlerce tır dolusu silah ve mühimmatın Türkiye üzerinden sokulduğunu ilk kez Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan Can Dündar haberiyle öğrenmişti.
Bu haber yüzünden Dündar’ın başına gelmeyen kalmamıştı. Gözaltı, silahlı saldırı, ölüm tehdidi… Dündar, çareyi sürgüne gitmekte buldu.
Evet, bir mafya lideri bir başka ülkeye denetimsiz, kontrolsüz silah gönderebiliyordu. Üstelik devlet yetkililerinin bilgisi dahlinde. Bu devletlerarası hukukta açıkça suçtur.
Suriye meselesinde ikinci ve vahim bir iddia ise savaş sırasında yapılan illegal ticaretin kimler tarafından yönetildiği meselesidir. İşin içinde saray bürokratlarından tutun da, damada, oradan da El-Nusra terör örgütü yöneticilerine varıncaya kadar herkes gözüküyor. Kaçak petrol, bakır, gıda maddeleri, ikinci el araçlar, torba dolusu dolarlar…
Bu iddialar Türkiye’nin iç barışı sağlamak için Suriye’de olduğunu değil, oradaki ticaretten pay almak ve elde edilen “ballı dolar” için olduğunu gösteriyor. Ya hayatını kaybeden o kadar asker?
Şimdi… Peker’den çok önce Rusya lideri Putin yapılan petrol kaçakçılığını açıklamıştı. Anlaşılan o ki Suriye savaşı üzerinden uluslararası bir dava açılırsa pek çok açıdan Türkiye’nin başı belada olacak demektir.
İşin siyasi değerlendirmesine gelirsek bu açıklamalar ve iddialar sonucunda orta yerde bir kanun devleti bile kalmadığı görülüyor. Devlet, El-Nusra gibi terör örgütleriyle, Sedat Peker gibi mafya lideriyle açıkça iş tutmuş ve birlikte para çevirmiş ve suç ortaklığı yapmış görünüyor.
Devlet yönetimleri, anayasa ve yasalara sırtını dönüp kararların tek kişi tarafından alındığı kaotik dönemlere düşer. Türkiye 2015 yılından beri bu boşluğa düşmüş, anayasal rejimden uzaklaşmış ve adeta kabile devletine dönmüştür. Geçmişte de bu ve benzer durumlara düşen Türkiye, her defasında bu durumları büyük ekonomik ve siyasi bedeller ödeyerek atlatabilmiştir. 90’lı yıllar bunun en yakın örneği olmuş 2000-01 yıllarında ekonomik krize giren ülke 2002 seçimlerinden sonra bu kaotik durumdan çıkabilmiştir.
Bizim hikayemiz, Yunan mitolojisindeki Sisifos’un hikayesine benziyor. Sisifos koca bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına çıkarmaya mahkum edilmiştir. Sisifos, kayayı tam zirve noktasına çıkarır ama her seferinde kaya aşağıya tekrar yuvarlanır. Anlaşılan bizim de kayayı zirve noktası çıkarmamızı istemeyen güçler var. Bu kaya zirveye çıkarılırsa bu güçlerin düzeni bozulacak ve haktan adaletten yana bir düzen kurulacaktır. Bu güçler Teşkilat-ı Mahsusa sürecinden günümüze kadar aynı güçlerdir.
Bunlar Enver, Talat ve Cemal paşalardan Çerkez Ethem’e, Topal Osman’a, oradan Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref ve Dr. Behattin Şakir’e; Abdullah Çatlı’dan Mehmet Ağar’a oradan Sedat Peker’e kadar uzanan bir derin devlet zinciridir.
Evet…
İşin aslı 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi; cumhuriyet, cumhuriyete benzemedi.
1924, 1961 ve 1982 anayasaları yapıldı ama bırakın hukuk devleti olmayı anayasal devlet bile olamadık. 1950 yılında çok partili demokratik siyasi düzene geçmemize rağmen 71 yıldır modern demokratik sisteme uyum sağlayamadık.
İşte tarih boyunca gösterilen bu çabaları her defasında engelleyenler bazen askeri vesayet, bazen sivil vesayet olarak karşımıza çıktı. Son olarak derin devletle karşılaştık.
Bu kısır ve kara döngünün toplumu bağladığı zincirleri kıramazsak, her defasında tepeye çıkardığımız kayanın aşağıya yuvarlanmasını çaresizce seyrederiz.
Muhalefet partilerinin siyasi sorumluluğu sadece toplumu bu çeteleşmiş iktidardan kurtarmakla sınırlı değildir; aynı zamanda demokratik yeni bir anayasa ile toplum ve ülkenin geleceğini kurtarmaktır. Karşımızdaki en önemli görev demokratik bir cumhuriyeti yeniden kurma sorumluluğunu cesurca göze almak ve kararlı bir şekilde bu cumhuriyeti kurmaktır.
Çare yeni demokratik bir cumhuriyeti kurmaktır.
*1 Haziran Dünya Çocukları günü tüm çocuklara kutlu olsun…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”