Türkiye’de şiddet, toplumsal hayatın adeta ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor. Hemen her alanda yaşanan şiddet ve şiddet olayları öylesine kanıksanmış durumda ki şiddet olayları ve şiddet sonucu hayatını kaybedenler veya mağdur olanlar bir gün sonra unutulup gidiyor.
İşin daha da acı veren yanı, her sabah yeni bir şiddete uyanan ve ertesinde bunu unutan bir “zihni yalamalık sendromu” içinde olmamızdır.
Başa gelen çekilirmiş diyen kaderci ve suskun bir rıza toplumu reflekslerine sahip, eyyamcı bir yaşam kültürü sarmış adeta bir ahtapot gibi her yanımızı ve işin daha kötüsü bu durumdan kurtulmak isteyen belirgin bir çaba içinde gözüküyor bile değiliz.
Kadına şiddet, en hazin ve en acı şiddet olarak hemen her gün bir kadın cinayetiyle güne başlamak Türkiye için artık o kadar sıradanlaştı ki kadın cinayeti olmadığı gün bir gariplik mi var diye aval aval birbirimize bakar olduk.
Kadın cinayetlerinin yılda beş yüz kadının ölümüne tekabül ettiğini söylersek durumun vahameti daha açık anlaşılır.
Silahla, bıçakla, sopayla işlenen kadın cinayetlerine son olarak ta samuray kılıcı ile işlenen yeni bir cinayet daha eklendi ki böylelikle samuray kılıcı ile işlenen ilk cinayetimiz daha oldu.
Doğaya karşı şiddet, bir diğer şiddet alanı ki yeşillikleri, mavi suları ve bereketli toprakları gördüğümüz an, gözü dönen bir canavara dönüşerek bu doğa güzelliklerini rant uğruna harap etmek için elimizden ne geliyorsa ardımızı koymaz olduk.
Son yirmi yıllık Ak Parti iktidarı döneminde tüm zamanlarda görülmeyen bir çevre ve doğa katliamı yaşandı.
Kaz dağlarından Toroslara, oradan Karadeniz’e, Egeden Anadolu’nun her bir yanında el atılmadık hemen hiçbir yer ve mevki bırakılmadı, adeta bunlar da yetmez gibi çıkan orman yangınları ve zamanında yeterince alınmayan önlemler sonucu binlerce hektarlık ormanlık alanlarımız da yok oldu, gitti…
Dedik ya şiddet toplumun her alanında hız kesmiyor.
Çocuğa şiddet, yaşlı insanlara gösterilen şiddet geniş bir uygulama alanında karşımıza çıkıyor.
Tabi bu kadar şiddet eğilimi olan toplumda ister istemez karşımıza devlet şiddeti de çıkıyor.
Hem de en acımasız bir biçimde çıkıyor.
Ak Parti iktidarı “işkenceye 0 tolerans” diye yola çıkmıştı, ama bugün gelinen noktada işkenceyi artık sistematik bir duruma getirdi.
Polis merkezlerinde ve hapishanelerde hemen her gün bir işkence olayı duymak ve yaşamak sıradan haberler arasına girdi.
Van’da 11 Eylül 2020 tarihinde askerler tarafından gözaltına alınan Servet Turgut ve Osman Şiban daha sonra askeri bir helikopterden aşağı atılmış ve bunun sonucunda Servet Turgut, 22 günlük yaşam mücadelesi sonucunda hayatını kaybetmişti.
Osman Şiban ise işkence sonucu almış olduğu ağır darbeler nedeniyle bilincini kaybetmiş ve köyünde ayrılarak Mersin’e göç etmek zorunda bırakılmıştı.
Bu olay işkence tarihimizde bir ilk olarak yerini almış ve ilk kez devlet iki yurttaşını havalanan helikopterde aşağı atarak başka bir rezalete daha imza atmıştı.
İşkencelere daha çok faşist askeri darbe dönemlerinde yaygın olarak başvurulduğu bilinen gerçekler arasında olsa da ilk kez sözüm ona bir sivil iktidar döneminde bu kadar yaygın olarak görülmesi, tek adam otoriter yönetiminin her alanda suskunluk istemesine bağlanıyor.
Evet, suskun ve itaat eden bir toplum istiyor tek adam iktidarı…
Bunu sağlamak için de her türden şiddet ve hukuksuzluğa başvurabiliyor.
İşte şiddetin bugünden yarına giderek arttığı bir alanda siyaset alanı…
HDP üzerinde acımasızca sürdürülen devlet şiddeti, tek adam rejimini tahkim etmek isteyen ve bu nedenle muhalif olan herkesi “düşman” gösteren ve bu ısrarla sürdürülen bir siyasi şiddettir.
HDP’li siyasetçiler yukarıdan aşağıya hemen her kademede bu şiddete maruz kaldılar.
Bu şiddetin en belirgin örnekleri ise HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın suçsuz yere beş yılı aşkın bir zamandır cezaevinde tutuluyor olmasıdır.
İktidarın seçimler yaklaştıkça siyasi şiddeti uygulamada kapsama alanını daha da genişleteceğini ve muhalif olan tüm partilere karşı HDP’ye uyguladığı şiddetin aynısını uygulayacağından bugünden kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Dün HDP’ye yapılan hukuksuzluk ve haksızlıklara karşı genelde seyirci kalan diğer muhalif partilerin tutumu, iktidara HDP’yi kapatma davası açmaya kadar iştahını kabartmıştı.
Peki, şimdi nereye gelindi, şimdi CHP’nin kapatılması dillendiriliyor.
Sabah gazetesi yazarı, yandaş başı Mehmet Barlas durdu, durdu “ yani bir bakarsınız, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönettiği Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış ve seçime girmesi yasaklanmış olabilir.” deyiverdi.
Ve arkasından CHP ve İYİP dikkatli olun diye de ayar çekti.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyeceğim ama yetmez, bu açıklama duman değil ateşin kendisi oldu.
Aman ne olur ne olmaz HDP ile yan yana görülmeyelim kurnazlığı şimdi hiçbir işe yaramadığı gibi, HDP üzerindeki iktidarın siyasi şiddeti şimdi daha geniş bir siyasi alana yayıldı.
Bu gelinen durumda artık HDP ile köşe kapmaca oynayan bir tutumu bırakmak, birlikte neler yapılacağını konuşmak ve paylaşmanın zamanı çoktan geldi ve geçiyor.
Çünkü iktidar hepinizi bir çuvala koyarak yere vuruyor.
Önce Kılıçdaroğlu’na yumruklu saldırı ve sonra Meral Akşener için yapılan Rize karşılaması ve son olarak Lütfi Türkkan’a çekilen Bitlis provokasyonu, bunların hepsinin nedeni iktidarın tüm muhalefete “düşman” gözüyle baktığının göstergesidir.
Ve işte muhalefetin birlikte hareket etmesinin başka bir nedeni daha…
Neden, muhalefet bir bütünlük içinde hareket etmelidir.
Çünkü yapılan anketlerde Millet İttifakını oluşturan partilerin tek başına iktidara gelecek kadar oy potansiyeline sahip olamadığı görülüyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi dışında milletvekili seçimlerinde de durum ortada gözüküyor.
Bugün İstanbul ve Ankara büyük şehir belediyelerinde olduğu gibi Cumhurbaşkanı seçimini muhalefet kazanabilir ancak milletvekili seçimlerini de Cumhur ittifakı kazanabilir.
Bunun anlamı devlet yönetiminde iki başlılık demektir.
Hasılı iktidarın gözünde tüm muhalif olanların birbirlerinde farkı yok, hepsi ya “apocu” ya da “fetocu” yani al birini vur ötekine diyen bir tek adam iktidarı var.
Böylelikle iktidar, muhalefetin bir arada olması ve birlik içinde olması için üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getiriyor.
Sorun birlik görevini yerine getirmekte istekli olmayan muhalefette…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”