“Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki fark sadece bir illüzyondan ibarettir” diyor, Einstein.
Zaman doğrusal akan bir nehir olmadığını biliyoruz, aksine döngülerden oluşuyor. Ama sanırım bu döngü de kapalı bir daireden çok bir helezon gibi… Zira zaman dediğimiz şey de ‘akan’ gezegenlerin, yıldızların döngüsünden oluşmuyor mu? Ve bu döngü her ne kadar daire gibi algılansa da aslında helezonik bir akış…
Ben bunları düşünürken fonda bir Zeki Müren şarkısı çalıyor;
“Sen hep beni mazideki halimle tanırsın Hâlâ bilirim aşk ile bekler inanırsın
Hep böyle siyah saçlı ve hülyalı sanırsın Hâlâ bilirim aşk ile bekler inanırsın.”
İnsanın ömür adlı hikayesi de dikkatle bakılırsa doğrusal akmaz, hep gizli döngülerden oluşur. Ama diğer yanda da tıpkı bir helezon gibi aynı kalmayan, tekrar etmeyen ve yukarıdaki şarkıda dendiği gibi değişen ve asla geri gelmeyen bazı şeyler de vardır. Bu nedenle bizi mazideki halimizle tanıyanlar, bizde aynı kalanları görürken pek azı değişenleri fark edebilir. Tersten söylersek kendimiz de başkalarını sadece mazideki haliyle tanırız ve değişimi gözden kaçırırız. Zira bizi onlara bağlayan, hafızamızı tazeleyen, farklılaşan yanları değil aynı kalan fiziksel ve kişisel özelliklerdir.
Ama gerçek şu ki kimse aynı kalmaz, mutlaka değişir, hatta değişmekle kalmaz dönüşür.
Aslında kişilik veya şahsiyetimizin bir yüz gibi kendine has bir sureti vardır ve yediden yetmişe değişmeyen bazı temel hatlara sahiptir. Ancak öbür yandan kılık, kıyafet, saç, kaş, cilt ve yüz ifadelerinde öyle nüanslar değişir ki eski resimlerdeki bazı insanları tanıyamayız.
Surette görünen bu değişim insanın iç yolculuğunun özetidir aslında. İnsan, eğitim, yaşam tarzı, değer yargıları ve de tecrübeleriyle inanılmaz bir farklılaşma potansiyeline sahiptir. Ve genelde biz bunu sadece geçen zamana bağlarız. Değişimin zaman ile olan ilişkisi elbette yadsınamaz.
Sanki her insanın bir mevsimi vardır, tıpkı ağaçlar gibi. İster meyve veren, ister vermeyen bir ağaca benzesin, insanın gerçek kimliği zamanla belirginleşir. Bazıları ilk bahar çiçekleri gibi çabuk açar, ama yaprakları erken solan bir ağaç gibi erkenden gölgesiz kalır, bazıları ise son bahar ağaçları gibi ebruli renklere bürünerek güz güzelliğine erer. Bazı ağaçlar baharda verir meyvesini ve renklerin en güzeline kavuşurlar ama daha yaz ortasında sararıp solarlar. Bazıları baharda ve ve yazda daha hamdır ve meyvesini güz güneşlerine saklar.
Saçlara düşen aklar, aklın olgunlaşmasıyla eş zamanlı olduğu gibi, duygular da soldukça pastel renklere dönüşen bir yaprak gibi daha da güzelleşir.
Elbette geçen zaman herkes için gelişme, olgunlaşma ile sonuçlanmaz; aksine zamanla çürüyen ve solanlar da hiç az değildir.
Evet, bir yörünge de aksak ta, etrafında döndüğümüz yıldızda, galaksi de hareket halindedir ve biz dairesel değil helezonik olarak döneriz, bu nedenle her döngü de farklı bir noktada oluruz.
Yine de bizi hep mazideki halimizle tanıyanlara, hala hülyalı ve siyah saçlı sananlara selam olsun…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”