28 Mayıs ilk tura göre daha kolay geçti ve sonuç belli ölçüde hazmedildi. Türkiye toplumunun bundan sonra evrileceği güzergâh üzerine pek çok yorum yapılıyor, geleceğin -iktidar cenahı dahil- hiçbirimiz için parlak olmadığı açık. Yeni dönem, demokrasi yanlısı muhalifler için ne kadar zorsa ülkeye kendi çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışanlar için de o kadar, belki daha zor olacak.
Toplumsal tablonun vehameti muhaliflerin gelecek kaygısını farklı bir yöne savurmuş görünüyor. Derin yoksulluk, deprem gibi afetlerde bile sosyal devlet imkânlarından mahrumiyet, hukuk sisteminin raydan çıkması, kadına yönelik şiddet ve istismarın meşrulaşması, ülkemizin uyuşturucu tacirlerinin cenneti hâline gelmesi gibi ilk anda sayılabilecek büyük sorunlar değişim arzusunun temel nedenleri olarak ortaya çıkmıştı. Ancak bütün bunlar toplumun %52’si için yeterince sorun teşkil etmedi ve sayın Erdoğan seçimi kazandı.
Seçimde iktidar cenahının hayallerini süsleyen fark (%60- 70), devletin bütün imkânlarını sonuna kadar kullanmalarına rağmen ortaya çıkmadı. Böylece iktidarın ense kökünde aldığı soluklarla otokratik sistemin hareket alanını daraltan muhalif halk kesimi, Türkiye’nin hiçbir zaman Afganistan veya Pakistan olmayacağını bir kez daha gösterdi.
İktidar cenahına yönelik bu toplumsal tepki ve yük, taşınabilir veya görmezden gelinebilir gibi değil. Ayrıca ülkenin ekonomik sorunlarının derinliği, ekonomi biliminin kısa vadede çözüm getirebileceği sınırları bile çoktan aştı. Mevcut sorunların temel sorumlusu olan iktidar, ürettiği sorun yumağıyla karşı karşıya.
…
İktidara kim gelirse gelsin, mevcut tablonun iyiye gitmeyeceği sır değil. Fakat seçim sonrasında muhalif seçmen genelinde garip bir huzur ve ipin ucunu bırakmışlık havası hakim. Bu hâl, ülkenin varacağı yerle ilgili kaygıların tükenişine dayanmıyor. Daha ziyade asılsız propogandaların peşinden giderek olguları yok sayan seçmenin “gününü görmesi” dileklerini içeriyor. Açlık sınırının altındaki yaşam koşullarında saray yaşantısını alkışlayan ve sarayla gecekondu arasındaki bu aşılmaz mesafeye razı olan seçmen, Türkiye sahnesindeki seyirlik aktörler artık.
Muhaliflerin ruhunda dalgalanan rüzgarda, rasyonalitenin sınırlarını aşan seçmen tercihindeki akıl dışılığın izleri, akıldan özgürleşenlerin taşkın coşkusu var.
Tam yedi yıldır insani yaşam şartlarından mahrum bırakılan, intihara sevk edilen, toplum dışına itilen KHK’lılarda ise daha farklı bir kendine güven temayüz ediyor. Onlar artık üzüntü sınırlarını aşan bir duygu durumuyla sanki şöyle demek istiyor:
-Hadi ey halk, artık ne yaşarsanız yaşayın, umurumda değil! Açlıktan nefesiniz kokabilir, delilsiz tutuklanabilir, cezaevinde ölebilir, malınıza el koyulabilir, karınız ve kızınız müslüman görünümlü birileri tarafından cariye ilan edilebilir… Bunların hepsi mümkün. Bu ihtimaller sizin umurunuzda değilse bizim hiç umurumuzda değil, çünkü bizler buna çoktan alıştık…
Görünen tablonun etraflı analizinin ne kadar zor olduğunun farkındayım. KHK’lılar, koyu kahverengi bir çukurdan bakan gözlerindeki ışıltıyı çoğunlukla kaybetmediler, ışığını kaybedenlerse ölümü seçti. Dile kolay, yedi yıldır en az yüz kırka yakın can kendi ipini çekerek “Artık çabalamaya değmez!” dedi.
Bütün bu deneyimler, hayatlarını karartan devlet terörüne karşı çıkarak aydınlık bir dünya yaratmaya yönelen KHK’lıları güçlendirdi. Yukarıdaki cümleler yok edilmeye direnerek varlığını korumayı başaran öznelerin kendilerine duydukları güveni göstermektedir. Çünkü maruz bırakıldıkları hayat, tarihin hiçbir döneminde hiçbir topluluğun deneyimlemediği zulümlerle doludur. Acı patlıcanı kırağının çalmayacağını kendi özünde hissetmiştir KHK’lılar. Bundan sonra bir eksik veya bir fazla… Onlar için çok da önem taşımamaktadır.
28 Mayıs’ta ulaşılan sonuç, demokratik bir toplumun inşası için şartların henüz olgunlaşmadığını göstermiştir. Ancak olanlar, bu utanç behrinin karanlık tayflarında varoluş mücadelesi veren KHK’lıların olgunlaştığını ve mücadele güçlerinin katlandığını da işaretlemektedir. Muktedirin ense kökünde atan kalplerinde, kişisel endişelerden çok sistem kaygısı ve demokrasi ideali vardır. Tek adam rejiminin en büyük tehlikesi ve itirazcısı olduklarına dünya ahalisi de şahit olmuş ve haklarını teslim etmiştir.
Bundan sonra yürünecek yolda artık daha fazla yolcu vardır, bu yolcular ellerinde özgürlük ve demokrasi bayraklarını tutmaktadır. Bayrakların çok renkliliği göğün sakinlerini bile galeyana getirmektedir. Bu öyle bir galeyandır ki, göktekilerin türküsünün yerdekilerin coşkusuna katılması an meselesidir artık.