Aslıhan Gençay (@asligencay)
Eğer Norveç’te yaşıyor olsaydık, şu anda düşünürdüm neyi yazsam, ne yazsam diye, konu bulamazdım belki de ama -her şeye rağmen çok fazla sevdiğimiz- Türkiye’de yaşıyoruz ve tersine acaba konulardan hangisini yazsam diye seçemiyoruz. Rusya’nın Ukrayna işgaline, siyasetçi, yazar, aydın, sanatçı, entelektüel diye tanınan birçok kesimin bir anda NATO’cu kesilmesine girsem, yeni zamlar, hayat pahalılığı, tepemizdeki giyotinler eksik kalacak; 8 Mart yasakları, polis saldırısı ve gözaltılardan bahsetsem, meclis muhalefeti kendini dokunulmaz sanacak… Öyleyken böyle işte, ülkede yazacak o kadar çok şey var ki hangi birini ele alalım bilemiyoruz ne yazık ki.
Ben yaşadığımız duruma artık YAŞAMA HAKKIMIZIN elimizden alınması diyorum zira başka türlü içine düştüğümüz çıkmazı ifade edecek kelime bulamıyorum, tanımıyorum. Fotosentez yapan, üzerine basıp geçilen, ağzı dili olmayan otlar gibi olmamız isteniyor nicedir. Ve nicedir YAŞAM HAKKIMIZ elimizden alındı: Mesela kombi açamıyoruz, ışıkları yakamıyoruz, doğru düzgün alışveriş yapamıyoruz, dışarıda yemek yiyemiyoruz, sinema, tiyatro veya konsere gidemiyoruz, evdeki ve sokaktaki hayvanlara mama alamıyoruz, ölüyor, eziliyoruz ama hesabını soramıyoruz, 8 Mart’ta Taksim’e dahi çıkartılmıyoruz. Bitmedi: Gözaltılar, cezaevleri ve mahkemelerden kafamızı çıkaramıyor, içimizden geçenleri söyleyemiyor, neredeyse nefes alamıyoruz. Yani hâl böyleyken, bu saatten sonra bu ülkenin HALKLARININ öncelikli derdi, bırakınız düşünce, ifade özgürlüğünü, demokrasiyi, YAŞAMA HAKKIDIR, YAŞAMA HAKKI! Çünkü otlara dahi böyle bir hayat reva görülmez.
Peki, bizim YAŞAMA HAKKIMIZI kim ve neden elimizden aldı Sayın Recep Tayyip Erdoğan? Size soruyorum zira bu ülkeyi yirmi yıldır yönetiyorsunuz. Hiçbir art niyet aramayınız, biz şu anda sadece ve sadece elimizden alınan YAŞAMA HAKKIMIZI geri almak istiyoruz. Her şey bu kadar basit aslında, bunun için yapılacaklar da bir o kadar basit. Artık açık konuşmalıyız eğer yönetenler tarafından hiçbir şey yapılmayacak ya da yapılamayacaksa, en tabii hakkımız olan YAŞAMA HAKKIMIZ bize geri verilmeyecekse, herkes şunu bilsin ki bize reva görülen bu hayatı kabullenmek yerine, hakkımız olanı isteyeceğiz, bize vermeyeni de göndereceğiz. Hizmet edecek, hakkımızı verecek olanları seçeceğiz. Biz bu durumdayken kimse kendine, karizmasına, ağzının iyi laf yapmasına, ideolojik duruşuna güvenmemeli bence. Çünkü o kadar net ve kararlıyız ki, artık herhangi bir koltukta oturacak kişi veya kişiler ancak bize “hizmetkârlık” yaptığı sürece o mevkici / makamı işgal edebilecek.
BİZ PUTİN’Cİ DEĞİLİZ DE SİZ NEDEN NATO’CUSUNUZ KARDEŞ?
Geçtiğimiz aydan bu yana bir diğer can sıkıcı mevzu da Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliydi. Üzerine basa basa belirtiyorum bu satırların yazarı antiemperyalisttir, antifaşist ve antikapitalisttir, bu tutumunu pratiğine de dökmüş, misliyle bedelini de ödemiştir. Konuya dönersek; “bizim” eski emperyalistlerimiz bellidir: Amerika, Avrupa’nın güçlü ülkeleri, onların askeri ve ekonomik sömürü kurumları. Bunlar yüzyıllardır, dünyanın Orta Doğu ve Afrika’sına inanılmaz acılar götürmüş, işgaller ve sömürüyle insanları öldürmüş, bir avuç çıkar için acımasızca binlerce insanın canını harcamıştır. Sonra bildiğiniz üzere bu grubun içine Rusya da katılmış, oligarklarının yanı sıra hempaları Çin ve İran’la birlikte üçüncü bir kutbu oluşturmaya başlamıştır.
Çok açık söyleyeyim: Her zaman iki kutup birden, üç kutup ikiden iyidir zira biz besin zincirinin en alt sırasında bulunan ülkeler ve onların halkları, her daim bu güçler tarafından sömürülür, kullanılırız. Hâl böyle olunca da emperyalistlerin kendi içlerindeki dalaşlarda taraf tutmayız, tutamayız çünkü halklar sadece halkların yanında saf tutarsa, ırkçılıktan, dincilikten, mezhepçilikten sıyrılıp birleşebilirse bu büyük kan emicilerin karşısında sağlam durabilir. Aksi her zaman kandırılmak, yedeklenmek, stepne olmaktır. Şimdiye kadar başka bir “doğru” yol da icat edilmedi.
Şimdilerde herkes Rusya ve Ukrayna uzmanı olduğu için konuyu az çok biliyorsunuz. 2014’ten bu yana Rusya’dan uzaklaşıp ABD ve NATO’nun yedeğine girmiş olan Ukrayna devleti ile ABD, NATO ve AB’den tam destekli başkanı Zelensky, aralarına girmek adına ülkeyi tam bir NATO üssüne çevirmişti. NATO ve ABD ülkeye silah yığınağı yapıyor, bu vesileyle karşı emperyal grubu denetim altına almaya çalışıyordu. Malum S-400, F-35 meselesinde bizim de arada kaldığımız gibi filler tepişirken çimenler yine ve yeniden eziliyordu.
Lakin Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki şehirler ise NATO, AB ve Ukrayna yandaşlığını kabullenmeyerek, Rusya’nın yanında olmak istediklerini açık seçik ifade etmekte, hatta referandum yaparak açıklamakta, bundan dolayı da Minsk Anlaşması’na rağmen Ukrayna devleti tarafından sürekli bombalanmaktaydılar. Yani Rusya işgali başlamadan önce de Donbass’ta bir dram vardı ama kimse ilgilenmiyordu. Rusya fırsatını kolladı ve sonunda Donbass bölgesine bir işgal başlattı, girdi. Sonrasında ise durdu ve hasımlarının tavrını bekledi. Ne oldu peki, Ukrayna devletine o zamana kadar “Arkandayız, yanındayız.” diyerek Rusya’ya kafa tutan adımlar attıran ABD, NATO ve AB büyük bir sessizliğe gömüldü, ortalıkta sadece kınama mesajları dolaşmaktaydı. Putin ise bu tavırsızlığı görerek işgale devam etti.
Ancak direnip savaşırsa bu güçleri yanına alabileceğine inanan Zelensky, emrindekiler ve taraftarlarıyla direnmeye başlasa da emperyalist “dostlarının” yine tek yaptığı silah göndermek ve Rusya’ya yaptırımlar uygulamak oldu. Hatta savaşa girmek zorunda kalmasınlar diye, Zelensky’nin krizi i fırsata çevirme amacıyla sürekli tekrarladığı Ukrayna’nın NATO ve AB’ye alınması talebini de kesin bir dille reddettiler. Ne de olsa Ukraynalılar ve Ruslar ölüyordu, onlar değil.
Ukrayna halkı da, Donbass bölgesindeki Ruslar da, yaptırımlarla karşı karşıya kalıp düşmanca tavırlarla muhatap olan Rus halkı da perişandı fakat gerek Putin ile oligarklar, gerek ABD ve NATO, gerekse de AB sadece çıkarlarının derdinde, Rusya, Çin, İran bloğunu sıkıştıracak hamleler peşindeydi. Kim ölmüş, kim kalmış kimin umurunda!
Bizim aydınlar
Bu ortamda sağlıklı düşünen bir antiemperyalist ve anti kapitalistin alması gereken tavır, iki tarafın ekmeğine de yağ sürmeyecek şekilde Ukrayna’daki hem Rusya, hem NATO varlığına karşı çıkmakken, bizim ülkemizde kendine siyaset erbabı, aydın, sanatçı, entelektüel diyen birçok kesim “Savaşa hayır” derken, sadece Putin’i ve Rusya’yı yermeye, NATO ve AB’den Rusya’ya müdahale talep etmeye başlamaz mı… Bu kesimlerin objektif olarak düştüğü durum, barış isterken neredeyse üçüncü dünya savaşı çıksın diye kendini parçalamaktı maalesef.
Belki düşüncesizlikten, belki cahillikten -zira Rusya Donbass’a girmeden önce oradaki durumdan, Ukrayna devleti tarafından sürekli bombalanan halktan, Ukrayna’ya yapılan NATO yığınağından, Minsk Anlaşması’nı Ukrayna’nın bozduğundan bihaberdi çoğu, sadece savaşa hayır deyip durmaktaydılar-, belki de bile isteye, kendilerini bu duruma düşürüverdiler işte.
E hadi iyi niyetle düşünelim, madem ABD ve AB’nın bu dezenformasyonuna geldiniz, araştırmadan naralar ve imzalar attınız, peki neden size anlatmaya çalışan antiemperyalistleri çaktımcı mantıklarınızla Putin’ci ilan ettiniz? Açık seçik tekrar belirtiyorum: Biz Putin’ci değiliz de siz neden NATO’cu oldunuz kardeş? Tongaya bastığınızın hâlen farkına varamadınız mı, halkların alması gereken tavrın -bu büyük güçler için rüzgâr etkisi taşısa da- Ukrayna’da birbirine karşı hesap yapan tüm emperyalist güçlerin askeri varlığına karşı çıkmak olduğunu anlamadınız mı?
Bu süreçte şunu da çok net gördük ki; her kesim kendi işgalini haklı, başkasınınkini ise kötü ve savaş olarak görmekteydi. Mesela Türkiye, “Sınırlarımda tehdit var.” diyerek Barış Pınarı ve Zeytin Dalı operasyonlarını yaptığında alkışlayanlar, Rusya aynı hamleyi yaptığında lanetliyordu. KKTC Türkleri, “Biz Rum yönetiminden zulüm görüyor, bağımsız olmak istiyoruz.” dediğinde Türkiye’nin müdahalesini haklı bulanlar, Donbass bölgesinin Rus halkı için aynı şeyi söylemiyordu. Kendi ülkelerindeki oligarkları görmezden gelip dost bilenler (bkz büyük tekeller ve sahibi aileler), Rus oligarklarını kınıyor, Irak, Suriye ve Afganistan’da yaşananlara hiç ses çıkarmayanlar, Ukrayna için çırpınıp duruyordu. Tabii emperyalist güçler de bu arada kanlı surat ve ellerini Putin’le temizlemeye çalışmaktaydı. Avrupa ülkeleri, Ukrayna halkının ilticasını kabul ettiğinde ise gizlemeye çalıştıkları ırkçı yüzleri tamamen su yüzüne çıktı, zira Ukrayna’dan gelen siyahîlere geçiş izni verilmiyor, adeta ölmeye terk ediliyorlardı, aynen Suriyeli ve diğer “kara kafalı” mültecilere yapıldığı gibi. Alın size demokrasi beşiği Avrupa!
Ama “bizimkiler” durmadı: Orta Doğu ve Afrika’nın cellâtları, sömürgecileri ABD, İngiltere ve Fransa, hatta NATO, bu kesimlerin kör gözlerinde bir anda barış elçisi oluvermişti. Normalde tam burada “yerseniz” diyebilirdik ama üzülerek belirteyim: Yiyen çok oldu.
Bize de şimdilik afiyet olsun demek ve bu kesimlerin gelişmeleri geçmişe dönük tekrar araştırıp öğrenmesini, tutumlarını sınamasını, gerçek barışın savaştan zarar gören halklarla dayanışmaktan, emperyalist güçler arasında ise taraf tutmadan hepsine mesafeli davranmaktan geçtiğini görmesini ummak kalıyor.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”