Bu sene 55 yaşına bastım. Çocukken 40 yaşına gelenlerin çok yaşlı olduğunu hatta 45 yaşında herkesin ölmesi gerektiğini düşünüyordum. 50’ler 60’lar benim algımın tamamen dışındaydı. Meğer yaş ilerledikçe insanın yaş algısı da değişiyormuş aslında yaş aldıkça değişen sadece yaş algımız olmuyor tabii…. Yaş aldıkça, hayatın dersleriyle yüzleştikçe her şey değişiyormuş an be an… Algılar, inançlar, doğrular, yanlışlar…
Özellikle son 4 yıldır zamanımın büyük çoğunluğu otizmle ilgili araştırmaları takip etmek, otizm gruplarına katılmak, bazı otizm destek gruplarını yönetmek, kimi zaman üniversitelerin, kimi zaman özel eğitim merkezlerinin, kimi zamanda otizm kuruluşlarının verdiği kurslara katılarak eğitimimi devam ettirmekle geçiyor; çünkü anladıkça, öğrendikçe, gözledikçe kendimle ilgili de yeniden ve yeniden bir şeyler öğreniyorum. Bir şeyler anlıyorum… Bir şeyler keşfediyorum…
Mesela konuşamama yada yazamama durumum… Bu durum aslında hayatım boyunca vardı ancak ben hiçbir zaman bunun beni nasıl etkilediğinin farkında değildim… Bu yaşımda bile bana bağırmaya başlarsanız, hele de haksız yere bağırırsanız, yada beni sakince bile olsa suçlarsanız ben donup kalırım. Sözcüklerim yok olup gider beynimden, sonra bir zaman sonra yazmayı denersem de öylece kala kalırım… Beynim ve parmaklarım asla koordine olmaz… Daha sonra kimi zaman aylar, kimi zaman yıllar sonra o konuyu yazmaya çalışıp kendimi anlatmaya çalışırsam da bu sefer mide bulantısı, baş dönmesi ve baş ağrısı krizi ile baş başa kalıyorum ve vazgeçiyorum. Kendimi doğru dürüst savunmak benim için kimi zaman imkansız, kimi zaman ise sinir krizi gibi yaşanan müthiş bir duygusal patlamayla son bulan korkutucu bir süreç. Duygusal patlama yaşadığım zamanlarda da sinirim her zaman kendime yönelir, sesim yükselip avaz avaz bağırsam bile her seferinde ya yumruğum duvarda patlar, parmaklarım çatlar ya kafamı öylesine yumrularım ki sonrasında ki bir kaç gün kafamda morlukların ve şişkinliklerin ağrısı ve yaşadığım utanç duygusu içinde yataktan kalkamam… Çaresizlik ve anlaşılamamak sanırım benim için en büyük iki sorun… Şimdi şimdi bu durumlar karşısında kendimi kendimden korumayı öğreniyorum…
Mesela bu ayki yazımı ancak bugün ayın 7’sinde yazabiliyorum çünkü depremden sonra bütün sözcüklerim benden uzaklaştı. Böyle durumlarda uzakta olmak durumu daha da zorlaştırıyor çünkü söyleceğim her sözcük sanki uzaktan maval okumak gibi geliyor bana…
Ne söylenebilir ki…
Bunca çaresizliğin içinde akıl sağlığını korumak ve güçlü olabilmek çok önemli ama işte uzaktan bunları söylemek yada yazmak… Ne kadar üzüldüğümü, beni ne kadar etkilediğini yazmak da istemiyorum çünkü bunun kimseye bir faydası yok ne bana ne de okurlarıma; peki o zaman?..
Peki o zaman… İşte böyle zamanlar benim için “peki o zaman” durumları. Duygularımın ağırlığını kontrol edebilmek, çaresizliğin yarattığı acıyı ve duygusal patlamalarımı yaşamamak için an’a konsantre olmayı öğrenmeye çalıştığım zamanlar… “Peki o zaman”lar başladı mı içimde hemen durumun farkında olmaya çalışıyorum ve kendimi hiçbir şey için zorlamıyorum. Bazen saatlerce konuşmadan doğadaya yüremek, kimi sabahlar uzun saatler yatakta kalmak, kimi geceler hamakta saatlerce bomboş film izlemem gerekiyor o günleri geçirebilmek için ve bazen sözcüklerden uzak durmak yada onlar benden uzak duruyorsa onları yakalamaya çalışmamak…
Peki o zaman….