Rahmetli annem durup, durup “evladım ne oldum deme, ne olacağım de ve haline şükret” derdi.
Bugünlerde dilime pelesenk olan bir söz oldu, annemin bu söyledikleri.
Putin’in Ukrayna’ya saldırması ve ortaya çıkan ekonomik ve insani felaket manzaralarına bakıldığında bu savaşın iki ülke arasında bir savaş olacağından daha çok yeni bir dünya savaşına da zemin hazırlayacağı riski ve tehditleri tüm dünyayı sarmış bir korku gibi gözüküyor.
Nasıl olmasın ki bir yanda hukuk, ahlak tanımaz işgalci bir tiran Putin, diğer yanda çaresiz ve her türlü saldırıya uğramış bir ülke olarak Ukrayna…
Hemen herkes aynı düşüncedeydi; yani bu savaşın çıkabileceğine son saate kadar kimse ihtimal vermiyordu.
Ama Putin tüm bu iyi niyetli ihtimalleri boşa çıkaran bir karar ile savaş dedi.
Ve bu savaş kararı ile Avrupa adeta 2. dünya savaşı günlerine geri döndü.
Annemin sözü burada önemli işte; ya dünya savaşı çıkarsa…
Devam edelim…
Üç milyondan fazla Ukraynalı ülkelerini terk ettiler.
Başta batı komşuları Polonya olmak üzere dört bir yana dağıldılar. Kadınlar, çocuklar, yaşlı ve hasta insanlar bu kış gününde yollara döküldüler. Herkes bulabildiği araçlarla gidebileceği neresi varsa zor zahmet oralara ulaşmaya çalıştılar.
Acı olan gerçek; insanlar savaştan, ölümden ve Putin’in konutları hedef alan füzelerinden kaçıyorlardı.
Putin’in Ukrayna saldırısı asla kabul edilemez ve hiçbir şekilde de affedilecek bir karar değil.
Çünkü Putin yalnızca Ukrayna’ya saldırmakla kalmadı.
Putin aynı zamanda uluslararası hukuka, insani ahlak ve vicdan kurallarına da saldırmış oldu.
Uluslararası hukuk ve küresel insani vicdan bu saldırı karşısında ağır bir hasar aldı.
Bu hasarın onarılması ve giderilmesi için uluslararası camia, BM başta olmak üzere yeni kararlar ve yaptırımlarla yeni bir güven ortamı kurulmasını ve ancak uluslararası hukukun yeniden tesis edilmesini sağlayarak giderebilir.
Evet, uluslararası camia ve tüm bir dünya bu saldırıları kınadı, herkes kendince Putin’e ve Rusya’ya karşı çeşitli yaptırım kararları aldı.
Rusya dışişleri bakanı Lavrov “alınan yaptırım kararlarının beş bini aştığını ve bununda bir rekor olduğunu” açıkladı.
Gerçi bu yaptırımların her alanda ortaya çıkan sonuçları Putin’i daha fazla köşeye sıkıştırmış olsa da, sahada saldırılar ve insani dram devam ediyor.
Kanımca yaptırımlar Rusya, Ukrayna görüşmelerinde masaya da yansıyor olacak ki görüşmeler için yapılan açıklamalarda “tarafların anlaşmaya daha yakın” olduğu yönünde haberler geliyor.
Diğer yanda ise 24 Martta Brüksel’de toplanacak olan NATO zirvesi, bu süreçte tüm dikkatleri üzerine çekmiş durumda.
Bu zirveden NATO’nun askeri bir müdahalede bulunacağı kararının çıkmasını kimse beklemese de herkesin ortak beklentisi NATO’nun bugüne kadar Ukrayna’ya sağlamış olduğu silah, mühimmat ve diğer yardımlara ilaveten daha başka ne tür destek verebileceği noktasına odaklanılmış durumda gözüküyor.
Daha önce Ukrayna’ya savaş uçağı verilmesini “sorunlu” gören NATO ve ABD, desteğini sadece konvansiyonel silah temini ile sınırlı mı tutacak, daha başka ne tür silah yardımı yapacak birlikte göreceğiz.
Bu arada Türkiye’nin Rusya-Ukrayna arasındaki savaşta bir nevi “ne şiş yansın nede kebap” siyaseti, onu özellikle Rusya’ya karşı yapılan uluslararası yaptırımlara destek olmakta alıkoyduğu gibi bugüne kadar da Rusya’ya karşı hiçbir yaptırım kararı almayarak kendini adeta tarafsız bir çizgide tutmuş olduğunu gösteriyor.
Bu siyasi tutumunun semeresini de almaya başladı.
Antalya diplomasi formunda iki ülke dışişleri bakanlarını sonuçta çok bir şey olmasa da bir araya getirmiş olması, onun başarı hanesine olumlu bir not olarak girdi.
Ve bu gelişmenin özellikle Avrupa ülkeleri arasında olumlu etkisi çok oldu ki Fransa ve Almanya liderleriyle olan görüşmelere bu Salı günü Hollanda Başbakanı Rutte ile devam edilecek.
Bu gelişmelerin diğer bir anlamı ise insan hakları ve demokrasi sorunu ile araları iyice gerginleşmiş olan Avrupa-Türkiye… Ukrayna savaşının yarattığı etkiler ve Türkiye’nin Rusya karşıtı siyaseti ama Rusya ile temasları kesmeden bu süreci yürütmüş olması, ona Avrupa ile olan bu gergin ilişkilerde yumuşama fırsat yarattı ki bu fırsat Erdoğan’ın içerde içine düştüğü özellikle ekonomik alanda belli iyileşmeleri yakalamasına neden olabilir.
Evet…
Memlekete dönecek olursak siyasi hava iyice seçim havasına dönmüş ve döndürülmüş durumda.
Ben başında beri 2022 yılı seçim yılı olacak diyenlerdenim.
Ne seçimi kardeşim, seçim kanunu hakkında yasa tasarısı meclise geldi. Bunun anlamı seçimlerin zamanında yani Haziran/2023 tarihinde olacağı böylelikle kesinleşmiş oldu.
Şeytan ayrıntıda gizilidir derler.
Gerçekten öyle mi olacak?
2018 seçimleri pratiği bunun böyle olamayacağı hakkında çeşitli sonuçlarla orada duruyor.
Nasıl mı?
İktidar partileri mecliste erken seçim kararı alır, muhalefet bu karara yeni seçim kanunu üzerinden itiraz eder ve itirazını AYM götürürse, ne olur peki, seçim kararı meclisten çıkmış olur.
YSK hemen yasal süre ve işlemleri başlatır, seçim takvimi ve günü orta yere çıkmış olur.
Siz de muhalefet olarak gözünüzü AYM diker bakakalırsınız.
AYM daha sonra bu itirazı görüşür ve karara bağlar ama yani 2018 kararı gibi “ret” eder.
Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur.
Bu arada YSK üyelerinin çoğunluğunun görevi Ocak/2023 tarihinde son buluyor olması başka bir dikkat noktası olarak göze çarpıyor.
Yeni seçim kanununda yapılmak istenilen değişikliklerin başında seçim barajının %7’ye düşürülmesi geliyor.
Bu iyileşmeyle küçük partilerin meclise girmesi sanki bu nedenle kolay olacak gibi görünse de, işin aslı tam tersi Ak Parti, CHP, İYİP ve HDP yeni getirilecek olan bu seçim sistemin en avantajlı partileri olacağı bugünden görülüyor.
Diğer yanda seçim kurullarına atanacak hakimlerin kura ile belirlenmesi ve sandık kurulu üyeleri için getirilmek istenen sınırlamalar seçimler üzerinde olası baskılara ilave ekler getirmesi bakımından manidar gözüküyor.
Tabii HDP hakkında AYM’de süren davanın seçim süreciyle olan bağlantısının ne olacağı şimdilik bilinmiyor.
Ancak ortak endişelerin başında baskın seçim ve baskın kapatma kararı gibi gelişmeler geliyor.
Daha önceki yazılarımda belirmiştim, iktidar seçimleri kazanmak için “papaz kıyafeti” bile giyer demiştim.
Bizden demesi…
Bugün 21 Mart…
Bugün doğanın baharla birlikte yeniden uyanış günü.
Bugün gece ile gündüz adeta doğanın eşitlikten yana olduğunu gösterir gibi eşit…
Ve bugün demirci Kawa ustanın halkların özgürlüğü için verdiği efsanevi mücadelenin günü…
Kutlu olsun.
Newroz Piroz Be…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”