İktidar cenahındaki adaletsizlikler değişmeyen konumuz, çünkü toplumumuzun sürüklendiği karanlığın temelinde devlet eliyle yürütülen hukuksuzluk garabeti var. Son yedi yıldır duygularımı en çok kanırtan konu ise kadınlar ve çocuklarla ilgili.
Zamanında “bâtıl” tarafından ötelenmiş İslâmcı kadınların mücadelesindeki masumiyete inanmış bir aktör olarak, beni örseleyen önemli aktörlerdir İslâmcı kadınlar. Temel argümanları Asr-ı Saadet’i yeniden inşa etmek olan İslâmcı aktörlerin, savunduklarını iddia ettikleri ideolojinin sahilinde bile dolaşamadıklarını çok geç anladık. Bu aydınlanmanın temelinde, yirmi yıldır devam eden İslâmcı siyasete içerdiği hiçbir yanlışlık ve hukuksuzluk nedeniyle iç eleştiri geliştirilmeyişi, üstüne üstlük bütün kötülüklerin arsızca meşrulaştırılması vardı.
Son günlerdeyse İstanbul Sözleşmesi konusunda fikir ayrılıkları olduğunu anladığımız iktidar cenahında bizi şaşırtan bir tepki ortaya çıktı. Bu tepkinin bizi şaşırtması normal, çünkü saray dostu kadınların İslâmcı eril ağızlardan çıkan aşağılayıcı söylemlere itiraz ettiklerini, buna karşı yeni söylem geliştirme çabasında olduklarını hiç görmedik. Tesettürlü kadınların giyim ve davranışlarını “müslüman değil süslüman” gibi kadınlık onurunu aşağılayan söylemler hep söyleyenlerin yanına kâr kaldı. Bu bağlamda bir yandan İslâm mücadelesi verdiklerini söyleyen, diğer yandan İslâm’ın kadın özneleri özgürleştirdiğini iddia eden İslâmcı kadın aktörlerin bu iddialarının içi hepten boşalmış oldu. 80’li ve 90’lı yıllarda büyük bir cesaret ve özgüvenle temayüz eden bu hareketin kadın aktörlerinin samimi bir varoluş kavgası vermediklerini, ideallerini bir kaç ceylan derisi koltuğa değiştiklerini hep birlikte anlamış olduk.
Hâl böyle olunca, AKP’nin seçimi kaybetme telaşı içinde Yeniden Refah Partisi’ne ve Hüda Par’a sığınmasıyla pazarlık konusu olan İstanbul Sözleşmesi’ne gösterilen tepkilerin şaşkınlık uyandırması doğaldır. İstanbul Sözleşmesi için “Kırmızı çizgimizdir.” diyerek tepki gösteren AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık ve AKP Sakarya Milletvekili Çiğdem Erdoğan Atabek, Sakarya Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu tarafından ağır şekilde tehdit edildi. Tehdit, zihinlerimizi zorlayacak korkunç argümanları içermesi bakımından dehşet vericiydi. Bu durum hem Sofuoğlu’nun bunu söyleme cesaretini nasıl bulduğuyla hem de İslâmcı eril öznelerin zihin yapılarına tuttuğu ayna nedeniyle dehşetengizdi.
Tehdidin bununla sınırlı olmadığı, özellikle Zengin’in İslâm cenahındaki erkek öznelerden çok sayıda tehdit aldığını öğrendik. Kadının insan haklarının korunması için mücadele eden bir kadın olarak bu olayda Özlem Zengin saflarında yer almam beklenebilirdi. Ancak Sofuoğlu’nun tam karşısında durmama rağmen Zengin’in yanında yer alamayacağım açıktır. Bunun herkes tarafından anlaşılabilir nedenleri var.
Sayın Özlem Zengin’in, kıymetli dostumuz Ö. Faruk Gergerlioğlu’nu üç ay cezaevinde yatıran çıplak arama konusundaki tavrını bugün gibi hatırlıyoruz. Sayın Zengin çıplak arama konusunu reddettiği gibi bunu dile getiren kadınları ahlâksızlıkla suçlamış, “Eğer gerçekten ahlâklı olsalardı zamanında bu konuyu ifşa ederlerdi.” gibi bir cümle kurabilmişti. Sayın Zengin’in hafızalarımıza ve gökyüzüne kazınan bu tavrından sonra, yüzlerce tehdit aldığını söyleyerek meselenin ciddiyetini anlamaya davet edişi benim gibilerin dünyasında kelimenin tam anlamıyla havada kaldı. Öyle olmaya devam edecek, çünkü biliriz ki yaptığımız eylemlerin tesiri eylemlerin sahiciliğine bağlıdır. Sahicilik ise insana göre pozisyon almayı gerektiren bir durum olamaz.
Bu noktada Özlem Hanım’a bir çift sözüm olabilir: Sayın Özlem Zengin, insan hata yapan bir varlıktır; hiçbirimiz hatadan arınmış değiliz, olamayız. Çünkü alt tarafı insanız. Bu konuda gerçekten çözüme ulaşmak ve bu topluma bir fayda sağlamak istiyorsanız öncelikle kendinize bir fayda sağlamalı, arınmalısınız. Üstünüzde bu kadar ahhh, gözyaşı ve koyu renkli dilekler (bakın beddua demiyorum) oldukça bırakın mesleğinizde, hayatınızın hiçbir aşamasında huzur ve mutluluk bulamayacaksınız. Çünkü bu durum evrenin düzenine -hadi sizin ifadenizle söyleyeyim- adetullah kanunlarına terstir. Çünkü biliriz ki, doğru ve yanlış aynı anda ve durumda bir arada bulunamaz. Bu mantık dışıdır. Yani siz aynı anda ve durumda AKP rejimi tarafından hukuksuzca cezaevlerine atılmış kadınların uğradığı zulümleri inkar edecek ve görmezlikten gelecek kadar kötüyseniz, İstanbul Sözleşmesi’nin getirilerini savunacak kadar iyi olamazsınız. Bu mümkün değildir. İyi olmak istiyorsanız, öncelikle üzerinize yapışan kötülüklerden sıyrılmanız gerekmektedir.
“Ramazan Ayı’nda hem oruçlu hem abdestli hem de tesettürlüyüm, mübarek ramazanda Allah bütün günahları affeder.” diyerek kendinizi avutma ihtimaliniz yüksektir. Fakat şunu biliniz, benim ve sizin inandığınız tek olan Allah, kullarının hakkını helal etme hakkını kendisine VERMEZ. Bu onun ahlâkına uymaz çünkü.
Teklifim açıktır: Bir basın toplantısı düzenleyip KHK’lı ve KHK’lı olmayan mahkum kadınlara haksızlık ettiğinizi, bu konuda çok üzgün olduğunuzu, onların yüce gönüllerinden af dilediğinizi söyleyebilirsiniz. Özlem Hanım eğer böyle bir kahramanlık yaparsanız, evladı çıplak arama ve daha beter hakaretlere maruz kalmış KHK’lı bir anne ve bilim insanı olarak İstanbul Sözleşmesi konusunda yanınızda olacağıma söz veriyorum.
(Hilal Kaplan vakası başka bir yazıda ele alınacaktır.)
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”