Otizm eskiden çok nadirdi ama şimdi çok yaygın efsanesinin devamı…
Amerika’da 1980’lerde ebeveynler çocuklarına otizm teşhisi konması için 10 farklı uzmana göstermek zorunda kalıyormuş. İşçi sınıfı ve siyah ailelerin bu teşhisi karşılayabilecek ekonomik gücü olmadığı için o yıllarda sadece ekonomik düzeyi iyi olan ailelerin çocuklara teşhis konabilmiş.
Otizmi olan kızlar ve kadınlar ise 20.yy sonuna kadar psikiyatrik kurumlar için neredeyse görünmez olmuş.
Bazı araştırmacılar bugün bile aşılar gibi otizm için bir tetikleyici bulmaya çalışmakla meşgul olsalar da henüz böyle bir veriye ulaşılmış değil.
Kanner’in kendi teşhis kriterlerine demir gibi tutunması ve hiçbir esnekliğe yanaşmaması İngiliz psikiyatr Lorna Wing tarafından derinden sarılmıştır.
Lorna Wing otistik küçük bir kızın annenin olarak 1980’lerin sonunda “otizm süreklilik” (bu kavram daha sonra spektruma dönüşmüştür) kavramını ve Asperger sendromunun belirtilerini tanıtarak, hasta popülasyonlarının renkli ve çeşitliliğini kanıtlamıştır. Lorna’nın çalışmaları Kanner’in dar modelinden çok daha geniş ve kapsayıcı bir otizm tanımına ulaşılmasına neden olmuştur.
Otizmin Kanner’in ortaya koyduğu gibi nadir bebeklik psikozu değil, ömür boyu süren gelişimsel bir farklılık olduğu da Lorna sayesinde kabul edilmiştir.
Lorna Wing 2011 yılında yaptığı bir söyleşide “Spektrum kavramı kabul edildikten sonra otizm yaygınlığının artmasını beklediklerini ve aşıların bu artıştan sorumlu olabileceği fikrinin tamamen ret edildiğini söylemiş ve altını çizerek “Bu bir tanı meselesidir” demiştir.
Ne yazık ki bugün bile Ulusal Sağlık ve Otizm Speaks gibi Amerikan kuruluşları tarafından finanse edilen araştırmaların önemli bir kısma otistik insanların ailelerinin acil ihtiyaçlarını göz ardı ederek, otizmliler için daha iyi sağlık, barınma, eğitim ve istihdam yaratmaya çalışmak yerine modern dünyanın zararlı yan etkilerini ve değişen çevresel yaşam koşularının otizm için potansiyel tetikleyici olup olmadığına odaklanması büyük bir sorun teşkil etmektedir.
EFSANE 2: Otizmli kişiler empatinden yoksundur.
Ne yazık ki nesiller boyunca, otistik bireyler klinik literatürde ve medyada sosyopatlara benzer şekilde şefkatsiz, duygusuz olarak tasvir edilmiştir. 1990’da Asperger sendromu ile ilgili ilk gazete haberlerinin birinde “hissedemeyenlerin vebası” yazarken, spektrumdaki insanlar “acımasız” “kalpsiz” olarak damgalanmıştır.
Gerçekte ise otizmli bireyler etraflarındaki insanların duyguları ile genellikle son derece ilgili hatta kimi durumlarda kendilerini felç edecek kadar ilgilenirler. Ancak otistik olmayan bireylerin duygusal durumlarını birbirlerini doğal olarak ilettikleri sosyal sinyalleri anlamlandırmakta zorlanırlar ve çoğu zaman yanlış sinyaller iletebilirler. Bu sinyaller yüz ifadesi, beden dili, ses tonundaki inçe değişimler olarak tanımlanabilir.
Otistik bireylerin empatiden yoksun olduğu düşüncesi MNCBC’nin, Joe Scarborough gibi medya mensuplarının hiçbir veriye dayanmadan seri katilerin spektrumda yer aldıkları idealarını sık sık tekrarlamaları bu yanlış inancın yayılmasına fazlasıyla katkıda bulunmuş ve otizmli bireylerin pek çok haksızlığa ve suçlamalara maruz kalmalarına neden olmuştur.
Otistik bireyleri empatiden yoksun diye yargılamak yerine spektrumdaki çocuklar için “sosyal hikayeler, kişilerarası etkileşimlerin görsel gösterimleri gibi metodlarla öğrenme süreçleri hızlandırılabilir.
Günümüzde sadece otistik çocukların değil otistik olmayan çocukların ve yetişkinlerin de dünyayı birbirlerinin bakış açısından görmekte zorlandıkları anlaşılınca artık otistik çocukların yaşıtlarına sorunsuz bir şekilde uymamaları fikri, çok şükür ki, yavaş yavaş terk ediliyor.
Lütfen unutmayalım : EMPATİ İKİ YÖNLÜ BİR SOKAKTIR…