Bazen kendimizi yalnız, değersiz ya da kıymeti anlaşılmamış hissettiğimizde…
İnsanların kendini değerli hissetmek için takındığı bütün o soyut veya somut maskelerin ardındaki maskaralıktan bıkınca…
Derin bir ilişkiden yoksun kalabalığın kabalığından bıkıp, ne söyleyecek söz, ne de yapacak bir şey anlam ifade etmediğinde bu duygu suyun dibinden fırlayan balon gibi yüzeye çıkıverir; o duygu ‘’olmayan birini özlemek’’…
Neşet Ertaş türküsünde dendiği gibi ‘’…bu garip halimden bilen, gizli dertlerimi anlayıp halimi bilen, sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen, gönlüm hep seni arıyor neredesin sen’’ der.
Bu arayış öyle ya da böyle herkesin karşısına çıkar. Çok az insan, derin ve anlamlı ilişki kurabileceği bir eş, arkadaş veya aile üyesine sahiptir. Ya da geçmişte böyle bir ilişki içinde bulunmuştur ve o artık hükmünü yitirdiği için aynı güçlü bağı yeni birisiyle kurmak ister.
Kimi bu derin ve anlamlı ilişkiyi bir dost ve arkadaşta kimi bir gönül ilişkisinde kimi de çocukları veya ebeveynlerinde bulur, kimi de hiçbir zaman bulamaz.
İnsan ruh gezegeninin yerçekimi böyle bir derin ilişkidir. Eğer insanı olduğu yere bağlayan böyle bir ‘psişik gravity’ yoksa o, yavaş yavaş gitmeye hazırlanır. Hatta bir çok intiharın altında böyle bir yersizlik-yurtsuzluk hissi vardır. Bir kedi ya da köpeğe bağlandığı için intihardan vazgeçen çok insana şahit oldum.
İnsanın gerçek anavatanı sevdiklerinin kalbidir çünkü ve eğer insanın gerçekten sevdiği biri varsa ne yalnız kalır ne de yalnız bırakılır. İşte bu yüzden şarkılarda ‘ben gurbette değilim gurbet benim içimde’ diye ifade bulur bu duygu.
Eğer içinizde taşıdığınız böyle bir ‘gurbet’ varsa yola çıkmanız kaçınılmazdır. İnsan iki türlü de yol alır biri kaçtığı diğeri aradığı için. Kaçtığı için yol alanlar kolay anlaşılır da, arayış için yola çıkanlar pek anlaşılamaz.
Demek istediğim ‘yeryüzünde böyle biri yok ve özlemeyi bırakın’ değil. O zaman ne aşk kalır ne dostluk ne de sevgi bağı. Olmayan birini özlemekten kastım; şu anda yanında olmayan, temas etmediğin aradığın ilişkiyi tanımlıyor. Evet, biraz gerçeküstü bir beklenti olduğu da açık. Neredeyse bir bebeğin annesinden beklediği şefkat, ilgi ve sevgiyi aramak gibi. Aslında insan tatmadığını bilmez, o nedenle ‘temel güven duygusu içeren güvenli bağlanma, sevgi ve şefkat’ geçmişte yaşadığımız ama sonrasında kaybettiğimiz yitirilmiş cennetimiz.
Bence insan istese de özlemeyi ve arayışı bırakamaz ve bırakmamalı da. Fakat bu duygusunu tanırsa ve yolculuğunu bilirse, Kaf dağının arkasındaki Simurg’un kendisi olduğunu fark ederse, özlediğinin ‘dışarda’ olmayan biri olduğunu anlayacak. Hatta bence en değerli ve sahip olunması gereken o özlemin kendisi, bu nedenle ben Aşk’ı bisiklet ile dünya turuna benzetiyorum, varılacak bir hedef yok, asıl olan yolun kendisi, yürüdükçe ve aradıkça aşk var, menzile varınca bitiyor…
Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”