Güç ve iktidar birbirini besleyen ve birlikteliği zorunlu kılan kavramlar. Tarihin en eski dönemlerinden beri güçlü olan yönetim erkini elinde tutmuştur. Başka bir deyişle, yönetim erkini elinde tutmak için güçlenmek zorunlu koşuldur.
Bir siyasal yapı öncelikle kendisini belirleyen söylemi üretir. Söylem güçlü olursa, doğal bir akışkanlık içinde öteki zihinlerin diline, sonrasında hâline yerleşir. Bu bakımdan siyasal yapının kendisini inşa ederken hangi söylem üzerinden temayüz edeceğini tespit etmesi hayati önem taşır.
Doğal dokusu mağduriyetlere karşı duyarlı olan Türkiye toplumunda siyasal İslâmcı söylemin kendisini kurması zor olmadı. Cumhuriyetin modernleşme sancıları içinde hunharca ötekileştirilen dindar muhafazakâr kesimin, demokratik bir düzenin vazgeçilmezi olan eşitlik ve özgürlük ihtiyacını haykırabileceği mağduriyetleri ve yaraları fazlasıyla mevcuttu. Kemalist ideolojinin kraldan çok kralcı olan ideologları tarafından toplum dışına itilen siyasal İslâm ve taraftarları, kendisini kurma ve güçlenme sürecinde bu mağduriyetleri başarılı bir şekilde kullandı.
Başörtüsü yasakları ve mağduriyetleri üzerinden inşa edilen söylem, hak ve özgürlükler temelinde ortaya çıkmıştı. Modern bir dünyanın “dindar” özneleri olan yurttaşların seküler olanlardan farklı muamele görmesi kabul edilemezdi. Bu sav toplumdaki pek çok aydın tarafından desteklendi, desteklenmekle kalmadı cesurca savunuldu. Dinsel düşünme biçimine yerle gök kadar uzak olan pek çok aydın, yurttaşların istedikleri düşünce bağlamında yaşama ve kamusal alanda yer alma özgürlükleri olduğunu savundu.
Demokrasinin vazgeçilmez kavramlarını kendi mağduriyetleri çerçevesinde Makyavel’i yattığı yerde ters döndürecek bir başarıyla kullanan siyasal İslâm, yeteri kadar güçlendikten sonra, perdelediği asıl yüzünü ve ideolojisini hiç gocunmadan açık etti. Söylemin ibresi gün geçtikçe örtük bir İslâm devleti ve normlarının vazgeçilmezliğine kaydı. Seksenli ve doksanlı yılların tesettür mücadelesi veren tesettürlü bacıları ve eril yoldaşları için artık demokrasinin evrensel kuralları gerekmiyordu. Emirlerine itaat etmenin tartışılmadığı bir sultan ve tebâ kültürü egemen kılınmak istenen yegâne şeydi artık.
Kendisini haşmetli ibarelerle sunan bu ideolojinin söylemlerini süsleyebileceği Osmanlı gibi bir hazinesi vardı. Geçmişe özlem, modern ötesinin karşı koyulmaz hızında ve savrukluğunda bile hortlatılabilecek bir özellik taşıyordu. Halkın güvenini sağlamak için dinsel menkıbeler, aşere-i mübeşşereye dair kıssalar, peygamber hayatından kesitler anlatmak yetiyordu. Hakim söylemin en önemli dayanağı, CHP tarihindeki zulümlerdi. Dinsel büyünün tarihinde görülmemiş bir özgürlükle yüceltilebildiği bu siyasal yapı, CHP zihniyetinin günahkâr barbarlığına karşı tek garanti olduğunu iddia ediyordu.
Zaman içinde su yüzüne çıkan bazı yolsuzlukları tebâ gördü ve anladı, fakat bu tür “insanî” hataları affetmek zor değildi. İslâmî sembollerin mebzuliyetle kullanıma açıldığı bu benzersiz dönemde, son model kıyak arabaların içinde arz-ı endam eden sakallı beyefendiler ve en pahalı marka kıyafetler giyen bol makyajlı tesettürlü bacılar yer alıyordu. Seksenlerin yüzü solgun İslâm mücahideleri, çektikleri eza ve cefaların intikamını alan sosyetik İslamcılara dönüşmüştü.
Kutsalla donatılan söylem, yoksul dindar ve muhafazakârları başarıyla yerinde tutuyordu. Dindar halk bir daha tesettür yasağı belasını görmemek ve inşallahlı maşallahlı devlet büyüklerini kaybetmemek için, iktidar elitlerinin hayatlarıyla kendilerininki arasındaki açının iflah olmaz biçimde açılmasını önemsemiyor gibiydi.
Yoksulluğun, zenginlik ve şatafat içinde yüzen din adamlarının riyakâr söylemleriyle yüceltildiği bu devirde, söylem bile kendine şaşıyor olmalıdır.
Burada işaretler ve semboller önemlidir. Devletin yönetim kademelerinde yer alabilecek başarıyı gösterenlerin kullandıkları dil kadar, giyim kuşamları ve aksesuarları da önemlidir. Kutsalın temayüz ettiği kelimelerin cömertçe serpiştirildiği bu söylemde, artık en önemli muhatap yoksulluğun derin derelerine mahkûm edilen dindar halktır.
Bu bağlamda AKP millet vekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun televizyon kanallarındaki röportajlarda kullandığı dil (hayatımı 6666 ayete bağladım) ve gündelik hayatta kullandığı argümanlar mevcut ideolojinin söylemine içkindir. Zehra Hanım’ın Mine Tozlu Sineren ile görüşürken elinde tuttuğu tespih, çoklu anlamlar taşır. Tespih, tanrıyla ilişki kurmanın araçsallığını üstlenmesi bakımından adi bir boncuk dizisi değil, aşkın anlamlar taşıyan bir aksesuardır. Dindar seçmenlerin nezdinde tespih, kullananı yücelten anlamlar taşır. Hele milletin vekili olma başarısına erişmiş bir kadının elindeyse, bulunduğu makamı dinsel normların ve bahsedilen 6666 ayete bağlılıkla kullanmanın önemli işaretlerindendir. AKP ‘ye gönül vermiş yoksul kitlenin gönül dünyasının yegâne mayası olan dinsellik, bu sahnede vermesi gereken en güçlü mesaja içkindir.
Diğer taraftan aynı tespih, Mine Tozlu Sineren gibi bir para kaynağının karşısında farklı anlamlar taşır. Burada tespih kutsal anlamlarından önemli ölçüde sıyrılmış, paranın kaynağı olan bir özneye karşı hem devletin hem de mafyatik ağlardaki gücün göstereni olmuştur. Tespihi tutan el, her durumda gücünü korumakta ve bunu yerine göre bir tehdit unsuruna dönüştürebilmektedir. Görüldüğü gibi gücün göstereni, gücün gösterileceği muhataplara kendisini nasıl sunacağını çok iyi bilmektedir.
Başlangıçta iddia edilen “temiz ve kutsal” özden böylesine uzaklaşan (belki hiç uzaklaşılmamıştır, hep bu kuyudan uçurulmuştur bütün riyakâr uçurtmalar) siyasal özne, on yıllardır elinde tuttuğu mağduriyet söylemlerinin gücüne o denli inanmaktadır ki, rüşvet çetesinin önemli aktörlerinden biri olduğu hâlde, önümüze düşen rezalet videosunda “başının açık olduğundan yakınabilmiş, bu durumdan mağduriyet devşirmeye kalkışabilmiştir.
Gücün insanı bozduğu sır değildir. Fakat gücün düşünsel melekeleri bu denli akamete uğrattığını bilmezdik. Aslında kendi içinde tutarlı bir tablodur görünen. “Buradan aya yol yapacağız.” desek inanacak bir kitlemiz var diye övünen eski ekonomi bakanının söylemlerini desteklemektedir bu kirli yönelim. Fakat unuttukları veya hiç bilemedikleri bir şey var:
Tenceresi kaynamayan kişileri kutsalla avutmak mümkün değildir.
Kırılan güveni toparlamaya hiçbir söylemin gücü yetmez.
Ve son olarak, insan pek çok delikten sokulabilir, belki hepsini unutabilir. Fakat kutsal iğneyle sokulanların acısı asla dinmez ve unutulmaz…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”