Muhalif olan yani iktidara biat etmeyenler için siyasetçi veya gazeteci ve/veya başka birisi fark etmez, bu toprakların tarihinde kanun yoluyla cezalandırılmalarının yanı sıra sokakta suikasta kurban gitme veya dayak, kötek ile cezalandırılmışlardır.
Osmanlıdan, Cumhuriyet dönemine değişmemiş bu kader…
Hasan Fehmi, Serbesti gazetesi yazı işleri müdürü ve başyazarı, İttihat ve Terakki yönetimini açık ve sert bir dille eleştiren yazılar yazdığı için 6 Nisan 1909 tarihinde güpegündüz Galata köprüsünde suikasta kurban gitti.
O gün bugündür Türkiye’de bugün “Öldürülen Gazeteciler Günü” olarak kabul edilir.
Abdi İpekçi, Uğur Mumcu ve Çetin Emeç gibi gazetecilerde cumhuriyet tarihinin en dikkat çekici gazeteci cinayetleri olarak öne çıkar.
Gazetecilere yapılan saldırıların ise haddi hesabı yok.
bianet raportörleri Erol Önderoğlu ve Sinem Aydınlı’nın BİA Medya Gözlem 2020 raporunda gazetecilere yapılan saldırılara bakıldığında, Türkiye’de 2021 yılı yani daha başında sayıldığımız yılın ilk üç ayında 7 gazeteci saldırıya uğramış ve bu sayı 2020 yılında 18’e ve son beş yıla baktığımızda ise toplam 139 gazetecinin saldırıya uğradığını görüyoruz.
Bu tablo, bu durum tam bir otoriter yönetime sahip Ortadoğu ülkesi olduğumuzu bize gösteriyor.
Bu arada Ortadoğu ülkelerine haksızlıkta yapmamış olmayı umarım.
Evet…
Gazetecilere yapılan bu saldırılardan arkadaşım Levent Gültekin’de payına düşeni aldı.
Gültekin, şehrin göbeği Bakırköy meydanında akşam saat 7.30 sularında, milletin işten dönüş saatinde, ortalıkta insan kaynayan bir zamanda saldırıya uğruyor.
Belli ki daha önceden planlanmış, Gültekin’in Halk TV’ye programa gitmek için o yolu kullandığı daha önceden tespit edilmiş ve birden ortaya çıkan şehir eşkıyaları Gültekin’e saldırmıştır.
Gültekin tekme tokat yere düşürülmüş ve eşkıya güruhu yerde tekmelemeye devam etmiş ve daha sonra kaçıp gitmişlerdir.
Bu sahneleri içim sızlayarak ve gözlerim dolarak izledim.
Bu çok kalleşçe yapılan bir saldırıydı.
Çetin Altan üstadımızın dediği gibi “batıda düello vardır, doğuda pusu kurarlar” misali bu saldırıda da Levent’in karşısına mertçe çıkamayan eşkıyalar ona pusu kurmuşlardı.
Gazeteci ve toplum insanı olmaktan başka, ülkesinin, halkının barış, özgürlük ve refah içinde bir arada yaşamasını istemekten başka bir çabası olmayan sözü ve gönlü açık bir insana yapılan bu saldırı vicdanları kanatan acı bir saldırı olmuştur.
Diğer yanıyla da beklenmedik bir vandallık ve eşkıyalık olmadığını da görmek gerekiyor.
Çünkü…
İktidar bloğunu oluşturan Ak Parti ve MHP sözcüleri her ağızları açıldığında kin ve nefret kusuyorlar. Bu ayrımcı, şiddet ve düşmanlaştırma dili muhalif olan herkesi hedef alan tehdit, şantaj ve korku içeriyor.
Çünkü topluma anlatacakları hiçbir “iyi şey” kalmadı, tükendiler.
Oy kaybediyorlar. İktidarı da kaybedeceklerini biliyorlar.
Hele iktidarın kuyruğunda gezen MHP, tüm anketlerde %10 seçim barajının altında kalacağını bildiği için daha azgın ve saldırgan bir dil kullanmaktan başka çare görmüyor.
Devlet Bahçeli’nin ağzından bir güne bir hayırlı bir kelam duyan var mı?
Her ağzı açıldığında nefret, her defasında düşmanlaştırmak ve toplumu iyice kutuplaştırmaktan başka ağzından hayırlı bir söz çıktığını duyan varsa beri gelsin.
İşte bu kör ve kabız zihniyetin sokaktaki tezahürü muhalif olana saldırmak ve şiddet olarak karşımıza çıkıyor.
Gazetecilerin yanı sıra siyasetçilerde bu saldırılardan nasibini alıyor.
Yakın zaman örneklerinden Deva Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ bunlardan birisi…
Peki, ne oluyor…
Saldırıya uğrayan gazeteci ve siyasetçiler bu tehditlere pabuç mu, hayır, aksine daha bir iman ve şevkle muhalefet etmeye devam ediyorlar.
Levent Gültekin o gün saldırıya uğradıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi programa çıktı ve inandığı doğruları ve düşüncelerini bangır, bangır söyledi.
Hem de iki parmağının kırık olmasına rağmen söyledi.
Ve söyleyecek ve hep birlikte söyleyeceğiz.
Susmuyoruz ve korkmuyoruz.
Geçmiş olsun kardeşim ve arkadaşım Levent…