Toplumsal bagajımızda biriktirdiklerimizi yeniden gözden geçirerek arınma ve dirilme zamanıdır. Kültürel kodlarımıza köklenen kutsal(lık) algısı, moderniteye karşıt tepki olarak semirmiş gibi görünse de geldiğimiz noktanın açıklaması bu kadar basit değil.
60’lardan sonra temayüz eden İslâmcı siyasetin özündeki dogmatizm başarıyla gizlenmişti. Aslında coğrafyamızın aydınlık dimağları perdeler arkasına saklanmış gizli ajandaların hep farkındaydı ve toplumu mevcut tehlike konusunda uyarmaktaydı. Fakat İslâmcı cenah çalışkandı; cumhuriyetin getirdiği mağduriyetler büyük bir iştahla kabartılıyor, şanlı geçmişin bugündeki hayalleri resmediliyordu dimağlara. Sunum etkileyiciydi; çoğunluğun kültürel ve tarihsel hafızasındaki kodların gösterişine kapılıp şanlı rüyalarda uyanma hayaline tutunması çok zor olmadı. Eleştirel düşüncenin zenginliğine ve verimliliğine dokunmamış kitlelerin duygu ve düşünce dünyasını yönetmek, bu hayallerin beslenmesiyle mümkün kılındı.
Fakat artık mızrak çuvala sığmıyor.
Gücün semirttiği gövdelerin bu denli saldırganlaştığını, iktidarla sarhoş olmuş zihinlerin bu denli körleştiğini bilmezdik. Bilmediklerimizi bilimsel makaleler yerine deneyimleyerek öğrenmek her zaman çok daha kalıcı ve yeniden inşaya imkan sağlayıcı. Toplum olarak bu öğrenme sürecinden geçmekte ve sürecin kanırta kanırta verdiği dersi anlamaktayız.
Anlamak ve yorumlamak analiz yetisini gerektirir; bilgileri hap gibi yutmak yeni bir inşa için yeterli değildir.
Kutsala dair anlatıların ve öğretilerin, kitleleri heyecana sevk eden ve galeyana getiren tarihsel sahnelerin eleştirel düşüncenin konusu olduğunu görmek güzel. Bu, ezberlerin insan aklını ve ruhunu doyurmadığını, kutsal inşanın yapı söküme uğradığını gösterir.
İnsan yaşamında yapı söküme uğraması en zor ve riskli alan kutsala dairdir. Kutsalın alıp kabul edilmesi için bilimsel ispatlara gerek duyulmaz; üstelik kutsala dair anlatılar kendini besleyen ve büyüten bir rasyonaliteye oturtulmuştur. Bu rasyonal izlekte derinlemesine düşünme alışkanlığı olmayan zihnin verileni alıp kabul etmesi, dahası süsleyerek başka zihinlere sunması hiç zor değildir, on yıllardır olagelen de budur.
Karizmatik dinsel otoritelerin tehlikesi, takipçi kitlesini kutsala dair her şeyi sorgusuzca alıp kabul eden bir yığına dönüştürme gücünden gelmektedir. Dinsel grupların ülke coğrafyasında verdiği fotoğraf tam da böyle bir inşanın ürünüdür. Her şeyi bilen ve zamanı en doğru okuyan karizmatik dinsel otoritenin bildiğini ve gördüğünü hiç bir takipçi bilemez ve göremez. Hatta onun seviyesine yaklaşma hadsizliğine kapılamaz.
Tarihsel bagajımızda rengarenk örnekleri bulunan bu yapı, modern dönemdeki yeniden inşasının çeyrek asrını doldurdu. Başlangıçta dinsel inanç ve yaşantının el sürülemezliğiyle safiliğini korur gibi görünen İslâmcı siyaset anlayışı, artık bütün kıyafetlerinden soyunmuştur. Öyle ki, özünü oluşturan dehşetli argümanları yumuşatmaya bile gerek duymamaktadır.
Kutsalın dokunulmazlığı ve şiddeti, yurttaşın dokunulmazlığını ve nezafetini çoktan aşmış ve çiğnemiştir. En büyük iddiası ve mottosu yalandan uzaklık olan bir dinin savunucularının nasıl bu kadar doğruluktan ve samimiyetten uzak olabildikleri aslında ciddi bir araştırma konusudur.
Kısacık Türkiye tarihinde dinsel söylem ve eylem arasındaki açının bu denli genişlediği bir dönem görülmedi. Dinsel söylemlerin dinci aktörlerin yıkıcı eylemleri ve zorbalıkları altında bu denli karartıldığına şahit olunmadı. Bütün dinlerin özündeki huzur ve barış ikliminin savaş ve barbarlık tamtamlarıyla bombardımana tutuluşuna rastlanmadı.
Hep baş üstünde tutulduğu söylenen, ayaklarının altına cennet serilen kadının bu denli aşağılandığı ve köle pazarlarına sunulduğu olmadı. Kutsal anlatılarda cennete giden yolların dikeni olarak kodlanan dünya malı, hiç bu kadar büyük bir şehvetle depolanıp yağmalanmadı.
Sözün özü toplumsal habitusumuza yabancı sayılabilecek bir barbarlıkla temayüz eden mevcut düzen bizi bir yol ayrımına getirmiştir. İyi kötü, kırık dökük bir demokrasi deneyimi olan bu toplum, çocuklarına nasıl bir dünya bırakacağına karar vermelidir.
Son çeyrek asrın evlatları için gençliğimizde deneyimlediğimiz ve hiç beğenmediğimiz demokrasi, buğulu bir tarihten ibarettir artık. Çocuklarımız çizgi romanlardan, Olacak O Kadar programlarından, GırGır’dan, Akbaba’dan, müzikten, tiyatrodan, hasılı insan olmanın inceliklerini sunan değerlerden uzak bir iklimde büyümüştür. Onlara aydınlık bir dünya, dört ayrı mevsim ve gökkuşağını borçluyuz.
14 Mayıs Kurtuluş Günü’nde, “dahili ve harici bedhahlarımızın” kurduğu bütün kumpasların üstüne gitmeli, sokakları mesken tutmalı ve demokrasi bayrağımızı olması gerektiği zirveye dikmeliyiz.