’Küstürdüm gönlümü güldüremedim,
Gönüle yârini bulduramadım
Baharım güz oldu, yazım kış’’
(Bir Abdal türküsü- kaynak Neşet Ertaş)
‘Küstürdüm gönlümü güldüremedim’ diyor bir iç Anadolu türküsü. Bu ifade bana öyle çarpıcı gelir ki sanki psikoloji biliminin ötesine geçip, söylenmesi gerekeni sanatsal duyarlılıkla bir çırpıda deyivermiştir. Gönül Türkçede köken olarak göğüs anlamına gelse de mecazi anlamda ‘kalp’ anlamında kullanılır ki bunun da psikolojideki en yakın karşılığı (psche) psişe’dir. Bu kelime Cambridge sözlüğünde ‘bir kişi veya grubun ruh-bilinç-zihni, en derin düşünceleri, hisleri ve inançları olarak tanımlanıyor. Sanatsal bakış ile bilimsel bakış elbette tam olarak örtüşmez ancak bir birlerine kapılar açabilir. Ve ben türküde geçen ‘gönül’ ifadesinin psikoloji perspektifi ile karşılığının insanın benlik (ego) yapısı olarak yorumluyorum.
Peki insan kendi gönlünü nasıl küstürür? Bu önemli bir konu olduğu için birlikte anlamaya çalışalım: İnsan kendi benlik yapısını tekli bir yapı gibi algılar, oysa insanın psişesi farklı kuvvetlerin çarpıştığı, içten yanmalı bir motor gibidir. İçimizde patlayan arzular, bizi sıkıştıran zorlayan sert bir gövde ile sarılıdır ve buradaki zıtlık hareketi doğurur. Ben insanın iç dünyasındaki ‘süperego’ denilen ‘üstbenlik’ sistemini Amerikan filmlerindeki mahkeme salonlarına benzetirim. Orada yargıçlar ve avukatlar olduğu gibi bir de jüri vardır. Bu jüri insanın sosyal bir varlık olarak sosyal hayatta dengede yaşamasını sağlayan içsel bir denge mekanizmasıdır. Ego-yani ‘ben’ diye tarif edilen ise işte orada sanık sandalyesinde tek başına duran kişidir. İşte o içimizdeki özdür, bir çocuk kadar masumdur. Ne kadar suçlu olursa olsun hakları vardır. insanın iç dünyasında kurulu bu mahşer ve mizan terazisi aslında gelecekte değil şimdi hali hazırda kuruludur. Ama insan bunu göremez ve onu hep başka hikayeler içinde ve gelecekte resmetmeye meyillidir.
Fakat bazen insanın içindeki bu jüri her zaman sağlıklı kararlar vermez veya hakikat bazen onların göremeyeceği kadar perdelenmiştir. 12 kızgın Adam filminde olduğu gibi insanlar başkalarını yargılarken kolaya kaçar ve anlamak zor olduğu için peşin hüküm verirler. İnsan kendi iç dünyasındaki böyle yargılayıcı, baskılayıcı, indirgemeci, değersizleştirici gözleri dışarıdaki bazı insanlardan ödünç alarak, o ödünç gözlerle kendine bakar. Adeta bu kem gözlerin nazarı değmiş gibi kendine olan inancı-güveni kırılır. Zaten önüne gelen herkes; ‘kendine güvenme’yi kötülemekte, ‘bireyselliği’ taşlamakta ve belli sosyo-kültürel normların kölesi olarak yaşamasını salık vermektedir. Oysa onların bahsettiği kibir-kendini beğenmişlik, kişinin yetersizlik hissiyle baş etmesinin kötü bir stratejisidir, oysa kendini sevilesi-değerli ve güvende hisseden bir insan kibire ihtiyaç duymaz. Vahşi hayvanlar bile sevildiğini bildiğinde insana saldırmaz.
İçindeki jürinin müebbete mahkum ettiği insanlar sevilmediğinden emindir. Ve bu mahkumların iki çeşidi vardır. Birincisi gerçekten sosyal dünyaya uyum sağlayamadıkları, sevilmedikleri için dış dünyaya öfkeli olanlar, hem dışardaki otorite figürlerine hem de kendi içindeki temsilcileri olan jüriye karşı öfkeli ve isyankar olanlardır. Onlar sosyal kurallarla çatışan gerçek suçlular gibidir, öfkelerini dışa yansıtarak saldırgan, kibirli, mütecaviz ve antisosyal tutumlara yönelirler ve şimdi bunun içsel dört duvarına hüküm giymiş mahkumlardır. İkinci kısım ise sosyal dünya ile oldukça uyumlu olmalarına karşın, içsel adalet sisteminde ve jürinin patolojik olmasından kaynaklı olarak, uydurulmuş suçlarla hüküm giymiş masumlardır. İşte türküde geçen kendi gönlünü küstürmüşler bana göre bu haksız hükümlülerdir. Küsmek de bir çeşit pasif agresyondur fakat zararı sadece kendinedir başkasına değil.
Katı esnemez bir üst-benlik bazen diktatör bir yönetim gibi adalet ve düzen sağlama vaadiyle insanı esir alabilir, kişi artık doğaçlama yaşayamaz ve hep bir şablona kendini uydurmaya çalışır. Türküde geçen ‘gönüle yârini bulduramadım’ dizesinde olduğu gibi aslında sevmeyi de beceremez, seçimlerini o katı ‘mantık’ ile yapmak zorundadır. Bu mantık özellikle ilişkilerinde bir paradoksu da beraberinde getirir. İster sosyal isterse romantik ilişki olsun onun esnemez bazı mantık kriterleri vardır ve bu kriterleri karşılama çabası doğallığı yok ettiği için tıpkı kendisi gibi biriyle ilişki arar. Sevgi ve doğallıkla seçim yapmaz ama en önemlisi kendisi de doğal bir sevgi ile sevilemez. İşte mantık üzerine kurulu ilişkinin paradoksu budur ‘sevilmemek’… sevmeden seçen sevilmeden seçilir. Bu yüzden türküde geçtiği gibi gönlünüzü kendinize küstürürseniz, gönüle yârini asla bulduramazsınız. İşte o zaman insanın gönül göğünün mevsimleri şaşar yazı kış, baharı güz olur. 12 kızgın adam filminde olduğu gibi o jürinin içinde mutlaka mevcut algıyı sorgulayan biri vardır, gerçeklerin peşinde olan, delilleri sorgulayan ve suçsuzluğunuz hakkında makul şüphe taşıyan biri… Bence iyi bir ayna bu işlevi yapan kişidir, bizi bize sevdiren, kendimizi affettiren… O ayna bazen bir eş, bazen bir dost, bazen de arkadaştır. Gönlünüz şen olsun.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”