Dr. Bradley Nelson, Duygu Şifresi adlı kitabında hayatın normal akışında yaşadığımız olumsuzlukların etkilerinin zararlı bir enerji şeklinde bedenimizde sıkışıp kaldığını ve bunun farklı hastalıklara neden olduğunu söylüyor. Ona göre, insanların “duygusal bagajları” zannettiklerinden çok daha geniş ve kalabalık. Bu kalabalığın tesirinden kurtulmadığımız taktirde bize nedensiz gelen bedensel arızalarımızın devam edeceğinden emin olabiliriz.
Duygusal bagajımız hayatı bize zehir eden bir patronun, eski eş veya sevgilinin yaşattıklarının duygusal ürünleriyle olduğu gibi, anne karnı travmalarımızın oluşturduğu hasarlı enerjiyle de yüklenmiş olabiliyor. Uzmanların önerdikleri ise aslında çok basit: Altında ezildiğimiz duygusal yükleri layık olduğu yere, yani kendi dışımıza bırakmak, böylece sıkışıp kaldığımız duygu durumlarından kurtulmak.
Bu başarılabildiği taktirde bel fıtığından diz kapağı ağrısına, mide ağrısından yutma zorluğuna kadar uzanan bir hastalıklar zincirinden azat olunabilir. Fiziksel bedenimiz rahat ettiği gibi, şu ana kadar iyiye dönmeyen ilişki şansımız açılabilir, iş alanında ummadığımız bir düzeye evrilip ekonomik darboğazlardan kurtulabiliriz.
Konuyu bu boyutuyla ele alan ve hastalarının hayatını olumlu yönde değiştiren Dr. Nelson gibi pek çok uzman var. Bu yazının amacı, bünyemizde sıkışıp kalan duygularımızın bize neler ettiğini ve onlardan nasıl kurtulacağımızı anlatmak değil. Bu nedenle konuyu uzmanlarına havale ederek asıl meseleme dönmek istiyorum.
Bünyemizde sıkışıp kalan duyguların hayatımızı dönüştürmede ne kadar büyük bir engel olduğunu anlayalı aşağı yukarı dört yıl oldu. Dört yıldır salıverilmeyi bekleyen duygularımızın bizi nelerden mahrum ettiğini, onları salıverdiğimizde önümüze hangi ışıklı yollar açıldığını aile olarak deneyimliyoruz. Dr. Nelson’un Duygu Şifresi adlı kitabını okumaya başladığımda, çoktandır içinde bulunduğum sağaltıcı bir yöntemin yeniden onaylandığını görerek mutlu oldum. Ancak içime çöreklenen keskin bir sızı bu mutluluğun tadını çıkarmama engel oldu. Ben de konuyla ilgili duygularımı siz sevgili okurlarımla paylaşarak, kitlesel anlamda tertemiz bir atmosfere transfer olmanın yollarına işaret etmek istedim.
…
Bundan tam olarak altı yıl önce bir gece yarısında hayatları karartılan KHK’lıların duygusal bagajlarının öncesini bilemeyiz. Tahminlerimiz olabilir, ancak tahmin bilgi değildir. KHK’lı insan teklerinin duygusal bagajlarında her gün debisini arttırarak biriken duygular acı, keder, endişe, korku, hayal kırıklığı, terk edilme ve ihanete uğrama olarak özetlenebilse de dahası olduğunu biliyoruz. Bu duygular, suçlandıkları fiillerle alakası olmayan masum insanları en yüksek debisiyle deldi geçti, ezdi geçti, biçti geçti.
“Geçti” kavramını sözün gelişi olarak söylüyorum; geçmedi: Ezmeye, biçmeye, eritmeye, eritip bitirdikten sonra yeniden diriltmeye ve yeniden eritmeye devam etti, devam ediyor. Bireysel olanı kitlesel olana uyarladığımızda ise dünya ve ülkem tarihinde nadir tablolardan biriyle karşılaşarak irkiliyoruz. Çünkü kitlenin en az yüzde doksanı derdini söylemeye ar edinen, hep dinlemeyi öğrenen, üstelik hayatı boyunca uğradığı haksızlıklara itiraz kültürü geliştirmeyen bir prototip. Duygusal bagajlar böylesine nadir bir yükle dolduğunda, söylememeye ve dertlenmemeye devam edilse de yüklenen yükün onulmaz ağırlığıyla gövdelerin çatırdadığı, dilin söyleyemediğini bedenlerin haykırdığını duyduk. Dile kolay, altı yılda binlerce sapasağlam insan onulmaz hastalıklara duçar olup terk-i diyar eyledi. Bagaj öylesine alışılmadık bir yük ve tazyikle gerilmişti ki, bedendeki organlar derdine çare bile arayamadan iflas bayrağını çekti. Bu iflasın adına kanser dendi, o dendi, bu dendi, şu dendi. Giden gittikten sonra denenlerin önemi yok.
Gövdedeki duygu bagajlarını boşaltmada zamanın zannedildiği kadar sağaltıcı olmadığını söylüyor uzmanlar. Geçip gittiğini, salıverip rahatladığımızı zannettiğimiz duygular bile bilemediğimiz bir beden kuytusunda bizi lime lime ediyor olabilir. Halbuki geçip gitmeyen, bizi bir türlü terk etmeyen bir saldırı ve karanlık içinde gövdemizin ve ruhumuzun erimini arıyoruz.
Bu arayışı demokratik bir düzene ulaşma mücadelesi olarak adlandırışımız çok anlamlı. Çünkü ulaşmak istediğimiz nihai amaçta, böylesine kitlesel bir kıyım yaşanmayacağı gibi bireysel bir özgürlüğe ve refaha ulaşacağımızı düşünüyor, buna inanıyoruz. Aslında sosyal hukuk devletini inşa etmeye çalışırken, bu mücadeleye paralel olarak kendi varlığımızın haritasını çizmeye başladık. Bu yüzden KHK’lılar kitlesinin mücadeleye dahil olanlarında iyileşme belirtileri geliştiğini düşünüyorum.
Bunun en iyi örneklerinden biriyim. Haftanın iki gecesinde yürüttüğümüz tag çalışmalarında büyük bir heyecan ve tutkuyla içimi boşaltıyor, sesleniyorum. Yönetim erkine veya yönetime talip olanlara istediklerimi(zi) ve istemediklerimi(zi) haykırıyorum. Altı yıldır içim(iz)de biriken koyu karanlık duyguların ucunu açıveriyor ve sanal aleme boşaltıyorum. Sonra ne oluyor biliyor musunuz, iyileşiyorum. Tek kelimeyle hafifliyorum. Bu yazıyı baştan sona kadar okuyan arkadaşım bu hafiflemenin kapsamını idrak etmiş olmalıdır. Bu, gövdemi kemirerek o, bu veya şu isimlerle beni alt etmeye çalışacak hastalıkların önünü kesmek, var olanları kendimden dışarı göndermek demektir.
“Eylem şifadır!” deyişim boşuna değil anlayacağınız.
…
Son tahlilde yapmak istediğim şey, KHK Platformları Birliği’nin çalışmalarına katılmanın zorunluluğunu ve gerekçelerini sağlam bir temele dayandırmak değil. Duygusal bagajımızda irademiz dışında birikenlerin bireysel ve kitlesel etkilerine işaret etmek.
“Bomba”, “patlama”, “infilak etme” gibi kavramlar bize ürperti verir. Çünkü bu kavramlar yıkmayı, yakmayı ve parçalamayı çağrıştırır. Sekiz milyonluk bir kitlenin duygusal bagajlarındaki duygu yükünün infilak ettiğini hayal ediyor, bu boşaltımdan doyumsuz bir haz duyuyorum. Öte yandan bu duygu yükünün infilak edemeden konumlandığı gövdeleri bitirişini hayal etmek bile istemiyorum.
Bu nedenle “Demokratik bir toplumun inşası Türkiye toplumu için gereklidir, fakat KHK’lı yurttaşlar için zorunlu koşuldur.” diyor ve bütün ezilmişleri bu inşanın ameleliğine davet ediyorum.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”