KHK Platformları Ege İl temsilcileri olarak yaptığımız Ankara programı, altı yıllık hak ve hukuk mücadelemizin en önemli duraklarından biri oldu.
Bugünün Türkiye’sinde ulaşılabilecek en üst seviyedeki siyasi aktöre ulaşmak ve meramımızı doğrudan ifade etmek, daha çok sembolik değer taşıyan bir faaliyettir. Sayın Kılıçdaroğlu, şüphesiz kendisiyle görüştüğümüz beş altı dakikalık bir zamanda ifade edebildiğimiz sorunlardan çok daha fazlasına vakıf. Fakat harareti her geçen gün artan Türkiye siyasetinin bu dalgalı dehlizlerinde, önümüzdeki dönemin baş siyasi aktörü olmaya en yakın aday olan sayın Kılıçdaroğlu tarafından kabul edilmek, KHK sorununun büyüklüğünün ve öneminin kabul edilmesi anlamını taşıyor. Bu, Türkiye hukuk sisteminin kendi özünden ve evrensel hukuk düzleminden uzaklığının kabulünü de içeren bir durumdur. Yıllardır derdini anlatacak muhatap bulamadığı gibi toplumun bütün kategorilerinden dışlanan, çoğunluk itibariyle hayatın sınırlarına gelen bir kitle için bu durumun önemi açıktır. KHK Platform gönüllüleri olarak aldığımız bu mesafenin sorumluluğunu taşıyor, bu sorumluluğa halel getirecek her türlü etkiden uzak duruyoruz.
CHP’nin insan haklarından, bu bağlamda KHK hukuksuzluğundan sorumlu milletvekili sayın Gülizar Biçer Karaca ile yaptığımız görüşme ise aileden biriyle gerçekleştirilen bir sohbet ve muhavere niteliğindeydi. Sayın vekil KHK sorununa hem duygusal hem de konuya hakimiyet bakımından vakıf olan nadir siyasilerden biri. Gülizar Hanım’ın konuyla ilgili duyarlılığı ve gayreti, sahte diplomatik kaygıları içermeyen bir samimiyet taşıdığından sayın vekil gönüllerimize girdi. Gönle girmek, meclis, saray vb “yüce” mekânlara girmek gibi kolay değildir, biliriz. Gönle girmenin yolu, samimiyetten geçer. İnsan yaşantısında dilden söylenilenlerin kulağı aşamadığı, kalpten söylenilenlerinse doğrudan kalbe ulaştığı sır değildir. Bu bakımdan sayın vekile öncelikle bir insan, sonrasında devleti tarafından dipsiz kuyulara atılmış yurttaşlar olarak minnettarız.
Bu tür programların en etkileyici yanlarından biri KHK coğrafyasının buğulu gözlü sakinleriyle kurulan etkileşim. Latife Tekin, yoksulların kendilerine özgü bir dilleri olduğunu söyler. Ona göre, yoksul yaşantısını anlamak kadar yoksulların dilini öğrenmek ve çözmek de zordur. Bunun genel şartı ya yoksul ya da yoksulların gönül özelliklerine sahip olmaktır. Tıpkı bunun gibi hatta bundan da öte, KHK coğrafyasının kendine özgü bir dili, endamı, havası ve ruhu vardır. Bir KHK’lıyı kendi sorunundan bahsetmese, sadece uzmanlık alanıyla ilgili konuşsa bile hıp diye tanırsınız. Onun kendine has buğulu bakışları, benzersiz bir ses tonu, ancak benzerleri tarafından bilinebilen ahvalleri vardır. Bu farklılıklar onların dokunduğu sosyal alanları da değiştirmiştir. Mesela Pazar tezgâhında patates soğan satan bir profesörü kendine has edasından hemen tanırsınız. Kargoda paket yapan bir sosyolog da kendisini ilk saatlerde ele verir. Evlere temizliğe giden hâkime Hanım, sadece görünen yerlerdeki değil evin her alanındaki pisliklere savaş açmasındaki adil tutumuyla açığa çıkıverir.
Bu kitlenin şifası da dünyadaki bütün dertlerin şifasından farklıdır. Onlar kendileri gibi olanla bütünleşmek, sarılmak ve halleşmek zorundadır. Kendileri dışında kalanların tavırlarıyla ötekileştirilenler, artık civa gibidir. Kendi dışındaki bir metabolizmaya uyum sağlaması şimdilik zordur. Bu farklılığın toplum dünyasının yarınındaki tezahürü şimdiden bilinemez. Fakat kendi şahsına münhasır özellikleriyle önemli bir zirvede duran bu kitle, toplumun en temel değiştirici ve dönüştürücü dinamiğidir.
…
KHK’lılar böyle de yavruları nasıldır? KHK’lı çocukları, çocukların kendi niteliklerini bir kere bırakırsak, maruz kaldıkları kötülüklerle özeldir. Henüz ana karnındayken zindanla tanışan bir bebeği düşünün. Zannettiğinizin aksine annesinin bütün duygularını hissederek soğuran, üstelik doğacak dünya olarak karanlık zindanların farkında olan bir varlıktır o. Gerisini getiremiyorum.
On dördünün değişim sorunlarını bile düşünemeden gaybubetteki annesine yemek götüren, zindandaki babasına ne kadar iyi yaşadıklarını anlatmayı görev bilen çocuklardır bunlar. Bu çocuklar kendilerine “Ne yaşıyorum, neden yaşıyorum?” gibi soruları sormayı akıl ettiler mi, bilemem. Belki cevapların ağırlığını tahmin edip soru sormaktan kaçmışlardır. Belki “Benim bir önemim yok, nasıl bir deneyim yaşadığımın da… Annem babam yaşasın, her şey vız gelir.” diye düşünmüştür bu körpe dimağlar. Kendine önem vermemeyi en önemli hissetmek zorunda olduğu çağda sindirmek zorunda kalan yavrularımız, ne yapıp edip kendi sızılarını bildirmemişlerdir ebeveynlerine. İş başa düşmüş, ailenin başına geçmişlerdir minnacık ve cılız omuzlarıyla.
Ebeveynler kendi dertlerine öyle gömülmüş öyle gömülmüşlerdir ki, gözleri önünde yok olmakta olan çocuklarını göremez olmuşlardır. Tebessüm maskesi takan bir çocuk, sızlanmayan anne baba maskesi takan ebeveynini bazen yüreğinin derinliklerinde suçlamış, bazen haykırmaya cesaret edebilmiştir: “Siz ne ettiniz bize böyle? Bize bıraktığınız hayata bir bakın hele!” diyebilmiştir kimileri.
Keşke hepsi içindeki öfkeyi kusabilseydi de suskun iyi çocuk rolüne bürünmeyi tercih etmeselerdi. Keşke çocuklarını koruduklarını zannederek zahirde hiç şikâyet etmeyen anne babalar, hiçbir duygunun gizlenemeyeceğini bilselerdi. Bilselerdi de duygularını çocuklarından gizlemeden, anlata anlata doya doya acılarını yaşasalardı. Keşke anne babalarının özgürce acılarını yaşadığını gören yavrularımız onları örnek alabilselerdi. Keşke yavrularımız yaşamaktan başka her türlü amaç ve idealden vazgeçme imkânı bulup hayata tutunabilselerdi.
Keşke bize güvenebilselerdi çocuklarımız, omuzlarımıza başlarını koyup hönküre hönküre ağlasalardı. Haykırışlarıyla yeri göğü inletselerdi. Dindar ana baba kibrinin dayattığı “mükemmel çocuk” olma iddiasından çıkıp “mükemmel olmayan çocuk” olabilselerdi.
Ey okuyucu, keşke çocuklarımız ne olursa olsun yaşayabilseydi. Merhum Nahit Emre Güney için Galata Kulesi sığınak olacağına keşke sinelerimiz sığınak olsaydı.
Ey KHK’lı yoldaşlarım! İnandığınız değerler aşkına çocuklarınıza gönül gözüyle bir kere daha bakın ve bu andan itibaren gönül gözünüzü onlardan asla ayırmayın. Onları yaşatmak, istemli ölümün çekiciliğinden çekip çıkarmak bizim elimizdedir. Çocuklarınızı sevgiye boğmanızı, şımartmanızı, tepenize çıkartmanızı öneriyorum. Merak etmeyin, sizin çocuklarınız isteseler de şımaramazlar. Keşke şımarabilecek kadar çocuk kalabilselerdi, keşke başımıza çıkacak kadar hadlerini aşabilselerdi. Keşke karşımızda çeneleri düşse, ruh dalgalanmalarını kelimelere aktarsalardı. Ne yazık ki bunları yapmaya imkân bulamadılar, çünkü mevcut sistemle el ele vererek onları daha büyümeden yaşlandırdık.
Bu günah hepimize ve bütün ülkeye yeter.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”