“Ateş her şeyi açıklayabilen bir olgudur. Ateş aşırı canlı bir elementtir.
Hem içimizdedir, hem evrenseldir. Kalbimizde yaşar: Gökyüzünde yaşar.
Maddelerin derinliklerinden yükselir ve kendini aşkın sıcağıyla birlikte sunar.
Cennette parıldar. Cehennemde yanar. Hem nezaket, hem işkencedir. Hem mutfak sanatı, hem kıyamettir.”*
Yaşamda ateşin gücü yadsınamaz. Bazen bir binayı, bazen bir ormanı, bazen bir insanı bir anda yok eder. Kontrol edilmezse bazen bir ülkeyi küle çevirir. Hem maddi bir güç olarak hem kalbimizde yaşayan haliyle ateş… Yüreğim yanıyor, ülke yangın yerine dönmüş, evimize ateş düştü, ocağımız söndü… Bunlar ateşin yüreğimizdeki sözleri.
“Thich Quang Duc’un (Ngo Dinh, Diem rejimi altında Budistlerin gördüğü zulmü protesto etmek için Haziran 1963’te kendini ateşe veren Vietnamlı Budist rahip) kendini yakma anlarından akıllarda en çok kalan şey, meydana çöken tuhaf sessizlik olmuştur. Aralık 2010’da kendini yakarak, Kuzey Afrika’da eşi benzeri görülmemiş bir karışıklığı tetikleyen Tunuslu seyyar satıcı genç Mohammed Bouazizi’nin yanarken bir şey söyleyip söylemediği kayda geçmemiştir.”**
Costika Bradatan “Fikirler İçin Ölmek” kitabında Bedenlerini ateşe veren ve toplumsal olayların fitilini ateşleyen , yakan insanların eylemlerinden bahsetmiş. “Kendini yakma eylemleri Karanlık Zamanlarda gerçekleşir ve bu insanlar başkalarının yolunu bulabilmeleri için bedenlerini muma çevirir” diyor.
Türkiye’de de son süreçte kendini fiilen yakan insanlar oldu. Ancak etkisi yukarıdaki örnekler gibi olmadı! 2020 yılının Şubat ayında, uzun süredir işsiz olduğu öğrenilen iki çocuk babası Adem Yarıcı, “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz?” diyerek Hatay Valiliği önünde kendini yaktı. Eylül 2019’da Ankara Kızılay Güvenpark’ta 45 yaşlarındaki R.Ç. isimli vatandaş, “İşsizim, açım, adalet istiyorum” diyerek kendini yakmaya çalıştı. Bugünlerde bu ülkede kendini fiilen yakan insanlar nasıl oluyor da yalnızca bir haber olarak geçiyor ve bir iki gün içinde gündemden düşüyor?
Kendini yakma eylemi ille de üzerine benzin dökerek bedenini ateşe vermek biçiminde olmayabilir. Bazen kendini toplum için feda eden, başına gelecek tehlikeleri bile bile doğru bildiğini yapmaktan, mücadele etmekten vazgeçmeyen insanlar vardır. Bu işin öncülüğünü ülkemizde ve dünyada çoğu zaman devrimciler üstlenmişler, katledilmek, uzun yıllar hapiste kalmak pahasına düşüncelerini uygulamaktan vazgeçmemişlerdir. Kendini ateşe atmak, yana yana kül olmak terimlerinin kaynağı da bu öncü insanlardır.
Temmuz 2016’dan beri tüm kurumlarda ve toplumda kimsenin anlam veremediği bir sessizlik hakim. Bu sessizliği yırtan bir direniş Yüksel Direnişi oldu. 4 yıldır ödemediği bedel kalmayan, şu anda da 4 üyesi tutuklu Yüksel Direnişi direnmeye devam ediyor.
Halkın Demokrasi umuduyla baktığı TBMM ise tarihinin en kaotik dönemini yaşıyor. Öncü olması gereken muhalefet milletvekillerinin çoğu halkın içinden çıkan politik iddiaları olmayan işçi ve emekçilerin cesur direnişlerinde görünmek ve destek mesajları atmak dışında faaliyette bulunmuyor.
İktidar ve ortağı partilerse meclisi babalarının çiftliği gibi kullanıyor. Ne yasa tanıyor ne anayasa tanıyor. Rant düzenleri devam etsin diye devletin kolluk gücünü de arkasına alarak yargıyı da sopa olarak kullanarak zulm ile abad olmaya çalışıyor. Yaşlı, genç, hamile, doğum yapmış kadınlar, çocuklar dahil bu zulümle karşı karşıya kalıyor. Çoğunluk sessiz, korkak…
Zulme ve yoksulluğa karşı direnen bazı işçi ve emekçiler dışında uzun süreli kararlı bir direniş yürüten, hiçbir zaman susmayan 1 insan gördük o da Kocaeli HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu idi. Ne Yüksel Direnişi’ni yalnız bıraktı ne de KHK hukuksuzluğuna karşı sustu. Ömer Faruk Gergerlioğlu pratiği ve kendi söylemlerinden de anlaşıldığı üzere bedel ödetileceğini bile bile bu yolda yürümeye devam ediyor. Bu anlamda gerçekler ortaya çıksın diye kendini ateşe atmış yanmakta olan bir adam var karşımızda. Ömer Faruk hoca vekilliği yüksek maaş ve kariyer basamağı olarak görmediğini kanıtlamıştır bizlere. Birçok zulmü açıkça ifade ettiği, kanıtlarıyla ortaya koyduğu için hedef gösterildiği halde susmamış, korkmamış, sinmemiş, doğru bildiklerini söylemekten vazgeçmemiştir.
Ömer Faruk hocaya paylaştığı bir haber nedeniyle 2 buçuk yıl hapis cezası verdirilmiş, bu ceza kullanılarak da 17 Mart 2021 tarihi itibariyle vekilliği düşürülmüştür. Vekilliğinin düşürülmesine öncülük eden sadece iktidar partisi ve küçük ortağı değildir, vekil fezlekelerini mecliste meşrulaştıran CHP’dir aynı zamanda diyelim ve bu cezanın verilmesindeki temel nedeni söyleyelim. Elbette Ömer Faruk hocanın ortaya çıkarttığı insan kaçırma, hamile ve doğum yapmış kadınlara gözaltı ve tutuklama, KHK mağduriyetleri ve yanında durduğu Yüksel Direnişi hedef olmasında çok etkilidir ancak son süreçte dillendirdiği ve iktidar üyelerinin söylemlerini toplumun gözünde küçültmeyi başardığı “çıplak arama” mevzusu İktidar için bardağı taşıran son damla olmuştur. Bardak AKP’nin zulüm örnekleriyle doludur. Artık toplum her yeni suçta hareketlenmektedir ve iktidarın en korktuğu şey tüm halkın direnişçilere öykünmesidir. Bu nedenle Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi susturulamayan insanların ipini çekmeyi amaç edinmiş iktidar, son hamlesini Ömer Faruk hoca ve HDP’nin kapatılması üzerine yapmıştır.
Ömer Faruk hoca susmuyor, meclisi terk etmiyor. Anayasa mahkemesi kararlarını tanımayan İktidarın tersine “AYM kararını verene kadar meclisi terk etmiyorum” diyor. “Evimle vedalaştım” diyen Ömer hoca TBMM binasındaki odasında direnmeye devam edeceğini söylüyor. Bir iki hafta önce ziyaret ettiğim ÖFG odası yalnızca mecliste bir milletvekili odası değil artık zulme karşı direniş alanıdır.
Ömer Faruk Gergerlioğlu hocanın kendini ateşe verdiği bu direniş karşısında Costıca Bradatan’ın şu sözlerini unutmayalım: Kendini yakma eylemlerinin toplumsal etkisi konusunda şöyle diyor; Kendini yakma eyleminin siyaseten etkili olabilmesi için anlatıcıya ihtiyaç duyması yanında suçlulukla dolu bir vicdanla karşı karşıya gelmesi gerekir. Yani suçlulukla dolu fikirler ve hisler tarafından yenilip biten bir toplulukta gerçekleşmedikçe etkili olamaz. Adaletsizliğe gösterilen alışıldık hoşgörü, kolektif korkaklık ve ahlaki uyuşukluk, siyasi baskı karşısında pasiflik, gayrimeşru değilse bile yenilmez olarak görülen bir güç (totaliter bir yönetim, askeri işgal) karşısında yenilgiyi kabullenme, suçluluk hissinin kaynağı olabilir.
Kendini muma dönüştürmüş bu adam karşısında saygıyla eğilelim ve direnişine omuz verelim. Ömer Faruk Gergerlioğlu kendini tutuşturmuşsa bu yangından karanlığı yararak çıkalım! Hassas bir göz ve suçlulukla dolu bir vicdan olalım!
Ömer Faruk Gergerlioğlu hocaya saygıyla…