Batı kapitalizmi 80’li yılların ikinci yarısından sonra üretim, dağıtım ve ticaret alanlarında kendine göre yeni bir stratejik tercihte bulunarak yeni bin yılda kendini yeniden üretmek ve küresel bir vazgeçilmezlik oluşturma hedefine yöneldi.
Bu stratejinin en önemli ayakları üretim süreçlerinde daha rekabetçi alanları öne çıkararak küresel rekabette üstünlüğü ele geçirmek ve siyasi ve askeri alanlarda da bu süreçleri pekiştirerek tek kutuplu bir küresel güç yaratmaktı.
Neydi peki üretim süreçlerinde üstünlüğü ele geçirilmesi hedeflenen alanlar…
1.Bilgi
2.Teknoloji
3.Finansman
Üretim süreçlerinde işte bu üç stratejik alanda, batı kapitalizmi diğer ülkelere ve ekonomilere karşı üstünlük sağlayarak, bu sağladığı üstünlüğü siyasi ve askeri güçlerle pekiştirerek yeni bir dünya düzeni kurmak istiyordu.
Bu isteğin sonucu Sovyetler Birliği, üretim süreçlerinde ortaya çıkan bu gelişmelerin hızla küreselleşmesine karşı ne ekonomik, ne de siyasi bir direnci olamadığı için tarih sahnesinden çekilmek zorunda bırakıldı.
Sovyetler için oyun bitmişti ve bu asrın olayı, pek çok tartışma ve teorilerin ortaya atılmasına neden olan devasa bir siyasi, askeri, ekonomik tartışma ve arayışı da beraberinde getirmiş oldu.
Kimi bilim adamları ve fütüristler bu olayı “tarihin sonu” kimileri de “tek kutuplu dünya” olarak okumaya çalıştılar.
Özellikle Francis Fukuyama’nın Sovyetlerin dağılmasında sonra batılı liberal demokrasinin ve ABD’nin küresel olarak hakimiyetinin kurulacağı tezi yani “tarihin sonu” en bilinen ve en çok tartışılan görüşlerin başında yer aldı.
Evet…
Batı kapitalizmi bu siyasi ve ekonomik gelişmelerin karşısında neo-liberal ekonomi politikaları hızla uygulamaya başladı ve bu uygulamaların en büyük tahribatı kamu kaynaklarında yaşandı. Devasa özelleştirmeler sonucu pek çok kamu kaynağı devletlerden alındı, sermaye sınıfına devredildi.
İkinci olarak batı kapitalizmi üretim süreçlerinde bilgi, teknoloji ve finansman odaklı üretim politikalarını tercih ederek imalat ve üretim işletmelerinden yavaş yavaş çekilmeye bu alanı doğulu ülkelere kaydırmaya başladı.
Üretim sürecinin katma değeri çok büyük olan özellikle bilgi, teknoloji alanı batılı şirketlerin hızla büyümesine (Apple şirketinin günümüzde değeri 3 trilyon USD, bu miktar Türkiye’nin dört yıllık GSMH fazla. Bunun anlamı tüm Türkiye halkı dört yıl çalışmasının karşılığında bir Apple satın alamaz demektir.) neden oldu.
Yalnız batılı kapitalizmin bu yeni bin yıl stratejisi zamanla işlerin öngörüldüğü gibi gitmeyeceğini gösterdi.
Evet, batı kapitalizmi halen güçlü ve halen küresel siyasi bir irade merkezi olarak kendini koruyor ama bu güç ve bu irade son on yıldır hızla zayıflıyor.
Çin, Hindistan ve hatta Vietnam gibi ülkeler yoğun üretim ve ticaret gücüyle doğunun dünya ekonomisinde yerini ve aldığı payı arttırdığı gibi batılı şirketlere karşıda rekabet gücü elde ettiler.
Ne oluyordu?
Olan biten neydi, özellikle Çin dünya ekonomisinden daha fazla pay alan ülkeler arasında ilk sıraya gelme gücünü elde ediyor ve bu elde ettiği güç ile de bölgesinde ve dünyada yeni siyasi otorite olma durumu açığa çıkıyordu.
Verdiği bir başka siyasi mesaj da otoriter dikta rejimlerinin de ekonomik alanda başarılı olabiliyor olmasıydı.
2030 yılında dünyanın en büyük ekonomisi olacağı iddia edilen Çin, bu yakaladığı ekonomik büyüklüğün avantajıyla bölgesel ve küresel alanda batıya karşı siyasi üstünlük kurmanın yollarını arıyor.
ABD siyaseti bu duruma karşı Trump dönemi dahil ve son olarak Biden dönemi, Çin’in bu ekonomik ve siyasi üstünlüğünü sınırlamak ve Çin siyasetini sınırlı bir alan içinde izole etmek için Avrupa başta olmak üzere Hindistan, Japonya ve Pasifik ülkeleriyle çeşitli planlar ve politikaları uygulamak zorunda kalıyor.
Çin’de buna karşı Moğolistan’dan İran’a oradan Çinhindi ülkeleri dahil Türkiye’ye kadar geniş bir alanda siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirerek, batının kendini köşeye sıkıştırmak istemesine karşı genişlemeci hamleler yapıyor.
ABD ve Çin’in bu durumlarına bakıldığında dünyayı bir satranç tahtasına çevirdiğini söylemek kanımca yerinde bir değerlendirme olur.
Yalnız ABD ve Çin arasındaki bu acımasız küresel rekabette Çin’in ve hatta ekleyecek olursak Rusya’nın, ABD’ye karşı, hatta Avrupa dahil yumuşak karnı olan çok önemli bir yan var.
Hukuk devleti, demokrasi ve insan hakları alanı…
Çin ve Rusya bu alanda açık bir dikta rejimiyle yönetilmeye çalışılıyor. Oysa bu iki ülke demokratik bir rejime geçmek için fırsatlar yakalamışlardı.
Çin 1989 yılında Tiananmen meydanında demokrasi ve özgürlük isteyenlerin taleplerini yerine getirecek bir siyasi sürecin önünü açabilseydi, bugün demokrasi ve insan hakları alanında daha iyi bir yere gelebilir, bu fırsatı ülkesi ve halkı içi bir fırsata çevirebilirdi.
En azından Deng Şiaoping tarafından ekonomik reform alanında atılan adımları akıl ederek, bu adımları Tiananmen nedeniyle demokrasi ve insan hakları alanında da atmayı akıl edebilselerdi, bugün Çin bambaşka ülke olabilirdi.
Olmadı, Çin devleti Tiananmen halkın özgürlük mücadelesini kanla bastırmayı tercih etti.
Ha keza Rusya Sovyetlerden sonra demokrasi yolunda adımlar atsaydı ki Yeltsin buna benzer açıklamalarda bulunuyordu.
Yapmadılar ve eski komünist parti kurmayları Sovyet devletini talan ederek oligark olmayı tercih ettiler.
Evet, doğunun batı karşısında yumuşak karnı demokrasi dedik.
İşte yine bir doğulu ülke olan Kazakistan’da patlak veren toplumsal olayların nedenin altında tam da bu sorun yatıyor.
Otuz yılı aşkındır süren bir Nazarbayev diktatörlüğü, yıllar boyu Kazak halkının sırtından ve ülkenin zenginliklerinden kendilerine bir saltanat kurarak insanların burnundan fitil fitil getirmişler.
Yerine kukla birisini koyarak sözüm ona iktidardan çekildiği söylenen Nazarbayev, perde arkasında ipleri elinde tutarak bu bezirgan saltanatını sürdürmeye devam ediyor.
Nazarbayev otuz yıldır “demokrasiden önce istikrar” diyerek bu zulme devam etmiş…
Ve son durumda doğal gaza hem de dünyada önemli bir doğal üreticisi olduğu halde yüzde yüz artış yapmış olması olayları tetikleyen neden olsa da esas neden demokrasi ve özgürlük sorunu olduğu her direnişçiye tutulan mikrofonlara söylediklerinden anlaşılıyor.
Bu karşı koyuş hükümetin istifası ve yapılan zamların geri alınmasına rağmen devam etti.
Kazakistan devlet başkanı Tokayev, hemen KGAÖ anlaşması “yani siz onu diktatörleri halka karşı koruma sözleşmesi olarak okuyun” Rusya’dan asker göndermesini talep etti.
Şimdilik Nazarbayev diktatörlüğünü ayakta tutmaya çalışıyorlar ve bunu yapan diktatörler sıranın kendilerine gelmemesi için bu kanlı müdahaleyi gözlerini kırpmadan acımasızca yapıyorlar.
Yalnız bundan kurtuluş yok.
Ya özgürlük ya kölelik, toplumlar özgürlüğe doğru yürüyecekler bu kaçınılmaz.
Dün Rusya, bugün Kazakistan yarın neresi?
Bu dikta rejimleri sürdürülemez ve doğunun batıyla rekabetinde bu yumuşak karnı ona her zaman engel olacak.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”