Çocukluk, masumiyeti barındırdığı için bu kadar aydınlık ve ferah bir kavram olmalı; temizliği, saflığı, kötülüklerden upuzak oluşu da. Çocuk olmayanların ya da çocuk ruhunu kaybedenlerin kendilerini hep üstünde konumladıkları çocukluktan bahsediyorum. Çocukluk ne kadar gözünü açtığı dünyayı bilmemek, merak etmek ve öğrenmekse, çocuk olmayış hep bilme, meraktan sıyrılma ve öğretmek demek.
Çocuklar bilmedikleri dünyanın karanlıklarından korunmalı diye öğrendiydik. Çocukken merakla açılan gözlerimizi hep çok bilen büyüklerimizin ağzından çıkan sözlere ve yüzlerinden yansıyan anlamlara dikişimiz, büyüklere duyduğumuz güvendendi. Onlar bilir; küçücük bir çocuğun anlam dünyasında hesap edilemeyecek kadar uzun bir ömür yaşadıkları, öğrendikleri için elbette. Bu bilgi yetişkin ruhlarında çöreklenmiş sevgi ve merhametle birleştiğinde, ortaya bilgelik çıkar. Yeryüzündeki tüm masumları koruyan, hele çocuklar üstünde tül gibi gerilen bir bilgeliktir bu.
Çocukluk dünyasına yansıyan budur. Çocuk gözleri etrafındaki büyükleri bu radarla taradığından, çocuk, sevdiği birilerinin diğer büyükleri tarafından eleştirilip kötülenmesine katlanamaz. Çelişkide kalır çünkü. “Ama o kötü bir insan değil ki, başka bir kötü olmayan insan onu neden bu denli kötülüyor olabilir?”
Çocukluğumdaki bu çelişkilerin yetişkin dünyamdaki koyu gölgesini hep hissederim.
Çocukluk dünyamızın o masum evreni aklın temayüz etmesiyle bulandığında bunalıma gireriz. Büyüklerimizin ergenlik diye istihza ettiği bu dönemi dingin geçiren kaç kişi vardır bilmem, fakat çalkantılı geçirenlerin oldukça kabarık olduğunu biliyorum.
Akıl yelpazesi çocuk ruhuna kendisini dayattığında etrafımızdaki önemli ötekilerin çehresinden bilgelik perdesi iniverir. Büyükler aslında o kadar da bilen, hata yapmayan değillerdir. Öyle ki kendilerinin geçtiği yollardan geçen evlatlarının büyüme çalkantılarını anlayamayacak kadar küntlerdir.
…
Büyünün bozulması hep zordur ama kötü değildir.
İnsanlık tarihindeki büyü bozulduğunda herkes çaresiz çığlıklar atmaya başladıydı. Marx, kitlesel çoğunluğun zirvesine koyduğu dine ‘afyondur’ dediğinde kopan karmaşayı hatırlasanıza. Dinsel metinlerle büyülenmiş ve uyuşturulmuş olduğunu kim, nasıl kabul edebilir? Bu soysuz zındığı dünya ve ukba cehennemine fırlatıp atmak en kolayı ve en hayırlı olanıdır.
Hep böyle oldu bu iş.
İnsanlık büyüyü hep sevdi. Aklı ve iradesiyle ulaşamayacağı zirvelere tek kelime veya işaretle ulaşacaktı çünkü büyüyle. Büyüden sıyrılmak çabayı ve dahi düşüp yaralanmayı, yaraları sarmayı, yeniden güçlenip yola koyulmayı gerektiriyordu çünkü. Buradaki uyuşmanın, uyuşturulma mı desek, getireceği acıların çaresi yine büyüseldi ve acıları katlanılır kılıyordu. Halbuki realiteye uyanabildiğinde insan, kendi gücünden, iradesinden ve çabasından başka bir kazancının olamayacağını gördüğünde, aslında kendisini bütün potansiyeliyle görmüş oluyordu.
Son tahlilde insanın kutsal olmayandan kaçtığını iddia ederken kendisinden kaçtığını söyleyebilir miyiz?
…
Bu modern ötesi çağda karşımıza dikilen tablolar insan zihninin kapasitesini aşar gibi görünse de aşmıyor aslında. Masallarda az gidip uz gidip ulaştığımız Kaf Dağı’na inanmayanımız var mıydı? Prensin kırk gün kırk gece şenlik yaparak evlendiği prensesi aldatacağı veya ondan bıkacağı aklımıza gelir miydi?
Prenses hayatı boyunca bebek gibi güzel kalacak, bütün çocuklarını otuz altı bedenli güzelliği bozulmadan doğuracak, prens ise hep o aşık gözleriyle bakacaktı ona.
İnsanlık tarihinde dinsel metinler aracılığıyla insan zihninde çizilen tablolar bu masallarda anlatılanlarla bile karşılaştırılamaz. Öte dünyada yaşlanmak, çirkinleşmek, yoksulluk, kıskançlık acısı çekmek… Hasılı acı yoktur arkadaş. O kadar büyük bir saadete ulaşabilmek ise bu dünyadaki çekeceğin acıya bağlıdır. Burada ne denli acı çekersen oradaki cennetin o kadar büyüleyici olacaktır.
Mantık tam anlamıyla budur. Daha doğrusu dönemin muktedirlerinin kutsal metinlerden süzüp doymak bekleyen zihinlere sunduğu bununla sınırlıdır.
İnsan aklına, fikrine ve iradesine yapılan vurgular sadece ve sadece itaati sağlamak için kullanılır. Akıl sahibiysen kârı bu denli açık bir ticarete dahil olursun, kendi aklına güvenip de büyüklerine itaati bırakırsan müflis bir yolcu olarak gözünü cehennemde açarsın.
Mutilere sunulan aklın çerçevesi bu kadardır işte. Kâinatın hangi kanunlar ve kurallar muvacehesinde işlediğini merak eden akıl, tehlikeli ve istenmeyendir bu güzergâhta. Onunla ilgili merak ve bilgiye ulaşma kapısı maazallah açılıverirse, başka serkeşliklerin başını çıkarması kaçınılmazdır.
İnsanın kendi aklına ve insanî melekelerine duyması gereken güven bu denli elinden alındığında, ortaya insanlık dışı bir varlık inşası çıkar. Bu varlık tanımlanabilir değildir. Metni yorumlayanların büyüsü o denli güçlüdür ki, altı yaşındaki evladını cinsel istismar nesnesi olarak kendi elleriyle sunar insan. Mesela bu çocuğu katletme fikrinde olanlara soru sorulmaz: Hani dünyada acı çekerek ulaşacaktınız tomurcuk memeli hurilere?
Bu dünyada daha filiz bile olamamış bir çocuğun gövdesinde sönümlenecek arzunun tekabül ettiği ışıklı ayetler var mıydı yüce kutsal kitabımızda?
Sormak yasaktır, soran ve merak eden sevilmez ve kabul görmez. Çünkü her soru, inşa edilen karanlığın gizli kapılarına işaret eden anahtarlar hükmündedir.
Bize yazıklar bile olmasın. Bize ne olacaksa o olsun.