Hayat ne kadar hızlı değişiyor, akışın debisi nasıl da dalgalı. Bir gün hatta bir an diğerine benzemiyor, daha dün uzun bir geçmişin ardından seslenebiliyor bize.
Günümüzde artık herkes programcı, kanal sahibi olmak için trilyoner olmak gerekmiyor. Bu, toplumsal ayrıcalık gerektirmeyen, muhteşem bir lüks. Kendi kanalını açan bir arkadaşım başlangıcı benimle yapmak istedi. Kabuğumda yaşayıp dış dünyaya pek yüz vermediğim bu dönemde her şeyden çok kanalın adı beni cezbetti: yamukbakanlar… Bu isimde temayüz eden bir kanal için ilk seçim tam isabet! Kanım kaynadı, hemen kabul ettim ve ilk programı yaptık.
“Kadınlık Hâlleri”, kendi hâline ayna tutarak yaşayan bir özne olmanın dışında akademide şaşmadan yürüdüğüm bir izlek. Hep kadın çalıştım, romanlarımda da hep kadın(lığı) yazdım. Kendi dışıma çıkamadığım, buna güç yetiremediğim için belki.
Programda Yoksulluk Kıskacında Kadın adlı kitabımdan hareketle kadın güçlenmesini, kadının kendiliğe giden yoldaki hâllerini konuştuk. Yoksulluk Kıskacında Kadın heyecan dolu, büyüleyici, beni büyüten bir çalışmaydı. 2006-2008 yılları arasında yaptığım bu çalışmaya yeniden göz gezdirdiğimde içim bir başka oldu; ne güzel ne coşkulu ne mutlu günler yaşamışız diye kıvandım. Ancak beni bu yazıya sevk eden başka bir konu var. Kitapta “kocadan para koparma stratejileri” diye bir başlık açılmış(tı). Yoksulluk durumlarının hepten kadınlaştığı durumlarda böyle şeyler oluyor, kadınlar kocalarından para koparıyordu!
“Nasıl?” diye sorduğumuzda aldığımız yanıtlardan birbiriyle örtüşen ikisi, içimde yeni boralar estirdi.
“Şimdi sözü ben alıyorum, gelelim fasulyenin faydalarına. Zaten ilk belirgin şeydir kadınlar arasında: yatakta kopar… ya der sen benim eşim misin başka şeyim mi? N’apim vermiyosun derim. Para varsa var, yoksa yok…” (Gülizar)
Aynı gruptan Kâmile, Gülizar’ı şöyle desteklemiştir:
“Açıyom her tarafımı… yemin ediyom açıyom… para peşin hayatım diyom… bak vercem diyo, bi kerecik diyo… hayır para peşin diyom… çocuklar falan gittiğinde ikinci balayımızı yaşıcaz hayatım diyom. Benim adam çok düşkündür ay heriflerin en güzeli diyom, sağından tutuyom solundan tutuyom ama parasız olmaz diyom. ” (gülüşmeler)
Alıntıyı buraya koyup konuya başka bir açıdan bakmak istiyorum.
Hayatım boyunca hayat kadınlarına karşı hep farklı bir sevgi hissettim. Kendisini “ben hayat kadınıyım” diye tanımlayan bir arkadaşım olmadı, bir hayat kadınını yakından tanımadım ancak içimden yükselen duygu onların hep göründüklerinden/algılandıklarından farklı temayüz ettiklerini söyledi. Belki bu duygunun şiddeti bana Fatima’yı yazdırdı. Bir felesefe öğretmeniyle bir hayat kadınının düşsel yolculuğunu anlatan kitapta hayat kadını Fatima, felsefe öğretmeni ise Başak’tır. Hikayenin başlangıcında felsefe öğretmeninin hayat kadınını doğru yola iletme/ kurtarma kurgusu baskın çıkar gibi görünür, ancak sonraları Başak’ın yol arkadaşının rahle-i tedrisine dahil olduğu, onun ruhsal büyüklüğünün önünde eğildiği görülür. Felsefe öğretmeni bunun için başaktır; öğrenerek, anlayarak büyümek ve çoğalmak isteyen bir kadındır çünkü Başak.
Nevval el Seddavi ise Sıfır Noktasında Kadın adlı romanında üç aylık hapishane deneyiminde tanıma ve dost olma imkanı bulduğu idama mahkum bir hayat kadınını konu edinmiştir. Hikaye insanı nefessiz bırakarak kendisini dayatır okuyucuya. Müslüman bir toplumdaki bir kadının “düşüşü ve ölüme gönderilişi”, bu hikayenin öznesi olan kadının kadınlığa, insanlığa ve hayata dair sunduğu insanlık ve duygu durumları içimizde yeni sorular yükseltir. Namus nedir, namuslu kimdir? Doğru nedir, dürüst kimdir? Bu soruların ardı arkası gelmez ancak sonuçta hepsi yanıtsız kalmaya mahkûmdur.
Nikos Kazancakis adlı söz büyücüsü de Günaha Son Çağrı adlı romanında ruhumuzu yerinden eder. Ah insanlık, ah aşk, ah çaresizlik, ahhh günah!… Maria Makdalena! Bu iki kelimeyi söylemesi bile insanı büyütüyor gibi gelir bana, adım bu olabilirdi mesela. Fatma Zehra yerine Maria Makdelena olabilirdim. Hz. İsa’ya aşık, onun ruh ikizi güpgüzel kadın. Kazancakis nasıl yapar bunu bilemeyiz, İsa’yı belki bir an için Maria Makdelena ile buluşturur, günah, ahh günah… Hadi hadi hadi der sanki. Ne var ki İsa son anda kendisini çarmıhın önünde bulur, çarmıh onu o çarmıhı çağırıyordur herhâlde; o Nikos değildir sonuçta, İsa’dır….
Ben günahkârları seviyorum, ne derece günah işleyebiliyorum bilemem ama işleyenleri seviyorum. Alâ-yı illiyyin-i kemalât söylemlerini sevmiyorum demeyeceğim, diyemem, demem. Ancak bir şartla! İnsanı mevcut insanlık durumuyla kabul eden, seven ve yargılamayan bir âlâ-yı illiyyin-i kemalât yolculuğunu ve yolcularını seviyor ve ellerinden tutuyorum. Böylesi bir yolculukta bu duruşun aksini mümkün görmüyorum çünkü.
Yoksa ellerim havada, benzer iddia sahipleri elime değmesin. Lütfen…