Virginia Woolf’un özgür üretim imkanı için önerdiği Kendine Ait Bir Oda ve yeterli aylık gelir, kadınların kendilerine özgü yaratımları için olmazsa olmazdı.
Woolf kendi döneminin İngiltere’sinde oldukça iyi şartlarda yetişen bir kadındı; ekonomik sorunları yoktu, kendine ait oda(lar)ı vardı. İşaret ettiği sorun bireysel olduğu kadar toplumsal ve çok boyutluydu. Kadının zihinsel üretimini mümkün kılan sadece ekonomik refah değildi; sosyal ve kültürel şartların oluşması da zorunluydu.
Türkiye toplumunda da durum farklı değil/di. Üstelik ekonomik, kültürel ve geleneksel betonların altında kalıp ses’lenme mücadelesi veren kadınların sayısı oldukça kabarık/tı.
Bugün, tarihe not düşmek adına örnek bir deneyimi anlatacağım:
Kadın kitap ve kalemle doğmuş gibiydi, hayatının en işlevsel argümanlarıydı bunlar. Ne ki yanlış bir evlilik yapmış, ekonomik kısıtlılığın yanında, kültürel ve geleneksel bir ağın içinde bulmuştu kendisini. Ağlar çelik gibiydi, kadının elinde ise kelebek kanadından kılıçlar.
Yoksulların eline “buzdan kılıçlar” veren Latife Tekin’e selam olsun.
Kadının elinde kitap bulunmasında pek sorun yoktu; orada öğren(i)ci olduğu, ötesine öykünmediği için belki. O da olmasa, kulaktan bildirilenlerle yetinerek haddini aşmasa iyiydi ancak kadın hadsizceydi işte.
Kadının kendine ait bir odası, masası, dahası ev dışı alana çıkmak için pasaportu yoktu. Zaman kendisini doldurduğunda, kadın yatağının üstündeki yastığı kendisine masa yaparak kurşun/ tükenmez kalemlerle çizgili defterlere kusmaya başladı. Bu tam bir kusmaydı; kusmazsa eğer içindeki ifrazat beynine gidecek, Allah korusun onu şizofreniye sevk edecekti. Ne ki kustu, şizoreni bir kenarda ona küstü.
Kadın kelimelerle cisim bulan duygularından bir kısmını kağıda aktarmış, sıra onları diğerlerinin duygularına katmaya ve bilinçlerine aktarmaya gelmişti. Sonuçta başka bilinçlere ulaşmayan söz, söylenmiş sayılmazdı.
Kadın yazılarını bir şeffaf dosyaya koydu, ev dışına çıkacak pasaportu olmadığı için pasaport amirine dileğini bildirdi. Pasaport amiri kadını dikkatlice dinledi, bir duyguların cisim bulduğu şeffaf dosyaya bir kadına baktı. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Biraz düşünür gibi yaptıktan sonra bildirdi: Kadının dışarı çıkması için gerekli belgeler/i yoktu, ancak kendisi bu dosyayı yetkili mercilere ulaştırabilirdi. Yetkili mercilerde pek çok tanıdığı, kendisini seven ve sözlerini dinleyen kişiler vardı.
Kadın kelimelere dökülen duygularını koyduğu şeffaf dosyayı dikkatlice pasaport amirine verdi. Yüreği kırık bir sevinç, tek kanatlı bir umutla doluydu.
Yine de akşamı zor etti, akşam şeffaf dosyanın akıbetini sordu pasaport amirine. Yoğun işler nedeniyle henüz o kadar sıradan bir işe vakit bulunamamıştı. Nihayet üç beş gün sonra dosyanın yetkili mercilere iletildiği söylendi kadına.
-Ne dedi, ne dedi, ne dediiiiii?
Bu bir çığlık/tı.
Çığlığın evrende acı bir yankısı vardı. Onu sadece evren duy(uyor)du.
Pasaport amiri, konuyla ilgili geri bildirimin ancak bir hafta sonra yapılacağını bildirdi kadına.
Yine sürünerek geçen bir hafta. Evren bu bir haftada durmaksızın çağıldayan sessiz çığlıkları neresine sığdırsın, bilemedi.
Bir hafta yıl gibi geçtikten sonra şeffaf dosyanın akıbetini yeniden sordu kadın. Cevap yoktu. Cevap yoktu. Cevap yoktu…
Haftalar haftaları takip etti. Kıpkırık sesli sorulardan bunalan adam en sonunda kükredi; seslenmedi, kükredi. O, saçı uzun aklı kısa kadın, kendisini ne zannediyordu da o kadar büyük yetkisi olan mercilerden cevap bekliyordu? Otursun/du oturduğu yerde. Yürümesin, koşmasın, konuşmasın. Otursun oturduğu yerde…
Halbuki kadın durmanın insanı yoracağının, hatta öldüreceğinin tam farkında.
Dışarıya sustu kadın. Cisimleşmiş duygularını harflere yüklemeye devam etti. Harflerin bile beli bükülüyor ancak taşıdıkları yükü seviyorlardı. Bu, devam etti.
Günlerden bir gün, kadının, pasaport amiri olan kocasının işyerine gitmesi gerekti. Bu, nadir olarak çıktığı dışarı’dan biriydi. O gün işyerinde temizlik ve düzenleme vardı, kadın hep hep hep kenarda oturuyordu. İşyerinde düzenleme yapan çalışan kadın, boyu tavana ulaşan dolabın üstündeki gereksiz şeyleri toparlayıp çöpe atıyordu. Çalışanın dikkatini kalabalık kağıt yığınının içinde bir şeffaf dosya çekmişti; dosya, dosya gibi değildi; dokunanı yakan bir enerji taşıyordu böğründe. Çalışan kadın neyin ne olduğunu anlayamadan döndü, dosyayı elinde sallayarak sordu:
-Amirim bu ne? Dolabın üstüne atılmış, atayım mı çöpe?
Ortada karanlığı aydınlatan bir ışık çaktı, aslında ışık ışık gibi değildi; aydınlatmıyor, acı veriyor ancak kadının zihnindeki sorunsalı açıkladığı için ışık gibi görünüyordu.
İçinde kelebek kanatları uçuşan kadın oturduğu yerden kalktı kalktı kalktı, şeffaf dosyayı aldı aldı aldı, ses etmedi.
Ses etmedi ancak içindeki kelebek kanatları hayatını saran çelik ağları paramparça etmiş, kadın artık ses’lenmişti.
…….
Kadın zorlu bir mücadele sonucunda pasaportunu aldı.
Yetkili kişilerle bizzat görüştü, yazdıkları hemen kabul gördü.
İfrazatları şizofreniye yol açacağı yerde okurların gönlüne umut olarak aktı aktı aktı.