İsrafil’in Sur’unu akort ettiği zamanlardayız sanki.
Yangınlardan, sellerden, çeşit çeşit felaketten bahsetmiyorum sadece, kendi felaketini kendisi yazan insanın bin bir türlü hallerinin bir kıyamet provasına dönmesinden bahsediyorum.
İnsan kibirli bir yaratık. Kibirli olmanın kötü tarafı şudur altını dolduramayınca felakete döner. Doğa karşısında bu kadar güçsüzken ona karşı meydan okumaya kalkmak ahmak olmakla eşdeğer aslında.
Dere yatağına apartman diken, orman ortasına HES konduran, ağaçları betonla değiştiren, açgözlü insan karşısında doğa sabırlı bile denebilir üstelik.
İnsan aynı zamanda ahlaki eksikliklerle de doğmuş; ırkçılık gibi, cinsiyetçilik gibi, açgözlülük gibi ahlaksızlıkları barındırıyor bünyesinde.
Babil Kulesini yıkan da işte hem o altını dolduramadığı kibri hem ruhunun parçası olan ahlaksızlık değil miydi zaten.
Felaketlerden felaket beğendiğimiz bu kıyamet provasında, bir kaç gündür Kabil’e giren ve Afganistan’da yönetimi ele geçiren Taliban’ı konuşuyoruz.
Taliban dediğin, kadının düşmanı; en çok orası ile ilgiliyim.
Kadını insan görmeyen, ona mal muamelesi yapan, eve kapatmaya ve kendi zevk ve ihtiyaçlarına köle yapmaya çalışan her erkeğin içinde yaşıyor zaten “Taliban”, ama bu bir devlet iktidarı haline geldiğinde asıl kıyamet başlıyor.
“İnsan hakları” diye diye Amerikan Başkanı olan Biden tayfasının insandan kastının kendi insanı olduğu anlaşılalı çok olmadı, aksine cidden inanmış mıydık bir süre? Belki.
Lunaparkta eğlenen Taliban görüntülerini sevimli bir gülücükle seyrettiğinden şüphelendiğim Birleşmiş Milletlerin “iyimser” halleri de herhalde “bu işten biz nasıl sıyrılırız” dışında bir anlam ifade etmiyor.
Ahlaksızlık dediğim yere tam da buradan dönüyoruz; medeni ve modern batının ikiyüzlü ahlaksızlığını yeni tanımasak da, böyle kabak gibi ortada kalınca belki daha net anlaşılıyor mesele.
Çaresizce öldürülmeyi bekleyen ya da kim bilir kimin tecavüzüne uğrama korkusundan kendilerini öldürerek kurtulmak düşüncesindeki kadınların yüzüne bakmaya utanması gereken batı dünyasının açıklamaları, ahlaksızlığın arsızlığından öte bir şey değil.
“İnsan hakları”ymış; hadi oradan!
Bu arada bizim coğrafyada neler oluyor peki?
“Coğrafya kaderdir.” tevekkülünden çıkıp, “İnsan coğrafyanın kaderidir aslında” idrakine varamayacak mıyız diye düşünürken, Doğu Perinçek’in açıklamaları düştü önüme.
“Taliban Afganistan’ın Mustafa Kemal’idir.” diyor zat.
“Mustafa Kemal” özenle mi seçilmiş, burada “Atatürk” deniyor mu denmiyor mu, emin değilim, bir yanlış yapmayayım şimdi, durup dururken. Kemalistlerin dayağını yemeyelim. Ama, Kemalistler bu zatın bu söylemine bir şey diyecekler mi diye de beklemeyelim.
Mustafa Kemal Atatürk ile Taliban’ı karşılaştırmak bile akıl dışıyken, bir de benzetmek, benzetenin kimliğine de bakıldığında durum sahiden bir kara deliğe benziyor.
Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren giderek yükselen bir kadın hareketine kayıtsız kalmayan ya da kalamayan Atatürk’ün, kadın hakları konusundaki tavrını hatırlamak bile bu benzetmenin saçmalığını gösterir. (NOT: Kadınlara haklarını “vermek” diye bir şey yok canım.)
Peki, bu cümleyi kuran zat bunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Ama onun hikâyesi çok başka muhtemelen. Çözen varsa hepimize anlatsın.
Bir de başka yerinden yanaşalım mı meseleye; Taliban üstünden Atatürk övgüsü yapmak isteyenlerin dilinin ayarının kaçtığı yere yürüyelim mi?
“Müslüman değilsek ahlaksız, Atatürkçü değilsek yobaz ve nankör, milliyetçi değilsek vatan haini, kansız” olduğumuzu iddia edenlerin demokrat olmayı sindiremeyen ahmak ağızlarına ıslak naylon terlikle vuralım mı?
Kutsallarınızı siyaset alanına bu kadar arsızca ve hoyratça soktuğunuz anda onları bir tartışma alanının ortasına bırakırsınız. Bence tartışmaya açık olmayan hiçbir şey yoktur; iyidir de tartışmak. Ama bu kafa, hepsi bir diğerinden beter üstelik tartışmaya kalktığınız anda saldırıp linç etmekten, yetmezse bin türlü yalanla ve iftirayla oyunu çirkin yerlere taşımaktan da utanmadığı için, bu ülkede sağlıklı bir demokrasi tartışması da olanaksızdır.
Aydın ahlakı dediğimiz şey hiç konuşulmaz mesela, herkes birbirini “yandaş” olmakla suçlar ama kendi yandaşlığına “yiğit demokrasi savaşçısı” maskesi giydirmeye kalkar, poposunun açıkta kaldığını da görmez.
“Acaba biz de Afganistan olur muyuz?” korkusundan beslenenlerin, laiklikten alıp kutsal devletçiliğe kadar yaydığı antidemokratik ve “en güzeli bizim faşizmimiz, buyurmaz mıydınız” soytarılığının temeli de bu ahlak yoksunluğudur.
Demokrasi zor iştir. Hazmedilmediğinde ağrı yapar.
Ahlaki sorunlarını çözemeyen bir toplum da hazmedemez gerçek demokrasiyi, sahtesine sarılıp kurtulacağını zanneder.
O sırada İsrafil de, Sur’unun akordunu yapar bitirir.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”