Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler (Gülten Akın)
8 Kasım 2021 Pazartesi Ankara 28 ACM’de mahkememiz vardı. KHK direnişçilerini 2020 Ağustos ayında gözaltına alıp tutukladıkları, kimimizin 6 ay kimimizin 10 ay tutsak kaldığı davanın mahkemesi… Dostlarımız bizleri yalnız bırakmamışlardı. Avukatlarımız da oradaydı. Mahkeme saatini geçince aşağıya lavaboya indiğimizde başladığını telefon açılınca öğrendik ve yukarıya çıktık. “Sanık” sandalyelerine oturduk. Hayli kalabalık bir “sanık” grubuyduk. Heyet de yerini almıştı. Bilgisayarın arkasındaki savcı da…
Yoklamalar, savunmalar derken bize de sordular; mütalaa hakkında savunmanızı yapacak mısınız? Hayır dedim ben. Hazır değilim, süre istiyorum. Alev, Mehmet ve Nazan da aynı talepte bulundular. Mahmut abi ve bizim davaya “renk katsın” diye davaya karıştırdıkları birkaç direniş destekçisi genç savunma yaptılar. Daha sonra avukatların konuşmalarına geçildi. Salonun önünde gördüğüm, kırlaşmış saçları ve boyu uzun, ince adam da Mahmut Konuk abinin avukat olan kızının yanında cübbesiyle oturuyordu. Söz istedi ve ayağa kalktı. Hafif kambur, daha doğrusu biraz öne eğik duruyordu. Sonradan konuşmalarından anladım ki eğik durmasının nedeni boyunun çok uzun olmasından değil, yıllardır mahkemelerde gördüğü hukuksuzlukların ağırlığındandır.
Adana’dan katıldığını söyledi davaya. Sonra dedi ki bu ince adam “Dosyayı inceledim. Bu bir kumpas davasıdır. Bu iddianame başlı başına suçtur. AKP’nin kolluğu bir kumpas hazırlamıştır. Yıllardır biliyoruz, böyle birçok kumpas davası gördüm. Hükümetin emrindeki polis bunu hazırlar ama iddia makamı neden buna alet olmuştur?” Sonra bizlere dönüp “Ben burada sanık göremiyorum. Bu insanların hepsi önünde saygı ile eğilmemiz gereken, elleri öpülesi insanlardır. Bırakın yargılamayı onlara teşekkür etmeliyiz. Çünkü sizin de ihtiyaç duyacağınız Demokrasi’nin savunusunu yapıyorlar. Onları cezalandırmak demek hak mücadelesini engellemek demektir…” Nasıl oldu bilmiyorum-ki mahkemelerde bundan özellikle kaçınırım- kirpik diplerimde bir sızlama ile gözyaşlarım boşandı… Adını sonradan öğrendiğim avukat Şiar Rişvanoğlu’nun, bu ince adamın “elleri öpülesi insanlar” sözünden sonra yaşaran gözlerim onun coşkusu ile artarak devam etti. Nazım’ın dediği gibi ayıpsız, aşikare, yağmur misali… Bir anne olarak yiğitçe…
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
Farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
Ayıpsız,
Aşikare,
Yağmur misali?
Neylersin alışkanlık
İçin kan ağlarken yüzün güler
Dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine.
Bazı şeyler karşısında tutamam kendimi. Öyle mahkemeymiş, heyetmiş, yok ne derlermiş filan hesaplamam. Ağlanacak şey varsa ağlanacaktır. Belki bu sözlerde ağlanacak ne var diyenleriniz olacaktır. Bir zaman Polis saldırısı sırasında direnirken bir abla çekiştiren polislerin elinden beni almış, insan hakları anıtının taşına oturtmuş ve polislere bağırmıştı; “Kadın daha yeni ameliyat oldu, kalbine pil takıldı, utanmıyor musunuz, öldürecek misiniz?” Ben de o sırada bizi anıttan uzaklaştırmaya çalışan polise karşı slogan atıyordum. Ve gitmek istemediğimi, buna hakları olmadığını bağırıyordum. Korumaya aldıktan sonra yanıma oturarak saçlarımı okşadı ve iyi olup olmadığımı sordu. Elleri saçlarıma dokununca, bu da benim yüreğime dokundu, elimde bile olmadan gözlerim yaşardı. Polisler ağladığımı görmesin diye yüzümü ablanın omzuna gömdüm. Etrafımdakilere “Biz dövülürken değil sevilirken ağlarız” dedim.
Bugün 14 Kasım… Direnişe başlamamın beşinci yılı doldu. 29 Ekim 2016’da KHK ile ihraç edilince, 14 Kasım 2016’da İhraç edildiğim okulumun önünde “İşimi, Ekmeğimi, Öğrencilerimi İstiyorum” diyerek direnişe başladım. İlk günümde milletvekillerinden, sendikalı arkadaşlara kadar onlarca insan desteğe gelmişlerdi. Öğrencilerim camlardan el sallıyorlardı. Bir polis ordusu beni gözaltına alıp okulumun önünden kaçırırken kızım da oradaydı. Henüz lisede okuyan çocuğumun şaşkın ve korkan bakışları arasında hunharca saldırdıkları o günden 20 Ağustos 2020’de tutuklanıp, Ocak 2021’de tahliye olduğum güne kadar uğramadığım şiddet, kabalık, duymadığım küfür ve hakaret kalmadı polislerden. Yüzlerce kez gözaltı, 40’a yakın dava, ev hapsi, tetikçi medyanın trol gazetecilerinin iftiracı haberleri… Bunların hiçbirinde bir kez bile ağlamadım, of demedim, öfkemden, hesap soran tavrımdan bir kez bile taviz vermedim. Ama işte sevilirken durum farklı oluyor…
Mahkeme sonrası Alev’le konuşurken fark ettim ki onun da gözleri dolmuş. Canım dostlar! O kadar şiddete, cinayete, tacize-tecavüze; o kadar arsızca faşizme maruz kaldık ve gözlerimiz o kadar büyük saldırılara şahit oldu ki bu çirkin şeylerin için de söylenen tatlı sözler bahar esintisi gibi yüreğimizi titretiyor, hasret kaldığımız inceliklerin sevgisine bırakıveriyoruz kendimizi. Faşizme inat ölesiye sevsek birbirimizi… Saçlarımızı okşasak, kucaklasak birbirimizi hep… Düşmanımıza benzemesek hiç…
Bugün, artan kronik hastalıklarımdan dolayı evdeyim. Sokağa çıkmıyorum. Evimin tadını çıkarıyor, film izliyor, bol bol kitap okuyor, kardeşlerimle dostlarımla 5 yıldır yapamadığım sohbetleri yapıyor, onlarla bir kahve içmenin tadına varıyorum. Ama sanmayın eve kapanıp gözlerimi bana yapılanların kat be kat fazlası adaletsizliğe uğrayanlara kapatıyorum. Gözüm kalbim sizlerde, direnişlerde, adalet mücadelesinde…
9 Kasım’da beşinci yılına giren Yüksel Direnişi hala devam ediyor… Aralık 2016’da direnişimin 25.günü kalp pili takıldıktan sonra okulumun önünde yalnız durmayı gözümün kesmediği zaman Ocak 2017’de direnişimi Yüksel caddesine taşımıştım. Direnişlerimizi birleştirerek büyütmenin onuru unutulmaz! Siz de bu büyük direnişi unutmayın, kazanacaklarına olan umudunuzu kaybetmeyin. Bir direniş kazanırsa hepimiz kazanırız. Çünkü her kazanım faşizmde açılan bir gediktir. Bizlerin tutuklanmasının ve yargılanmamızın tek nedeni de budur. Kaynayan AKP kazanında gedik açılmasın diyedir… Direnişçileri yalnız bırakmayın, ses olun nefes olun!
Rabia Naz’dan, Kadirova cinayetine, Ceyda Yüksel’den, katledilen Umut’a, Berkin’e, Burak Oğraş’a, Gülistan Doku’ya, Ayşe Özdoğan’a kadar birçok adaletsizliğe uğrayan ailenin sesi olan Adalet Platformu siyasi partilerden, elini taşın altına koymayan sivil toplum örgütlerinden bağımsız öz güçlerine dayanarak kurulmuş bir halk meclisidir. Gözünüz onlarda olsun!
İşçi direnişlerine kulak verin. İşsizlere, açlara, öğrencilere, Boğaziçi direnişine, Mağaza-Market çalışanlarına, sokaklarda iş cinayetlerinde hayatını kaybeden kuryelere, barınamayanlara, geçinemeyenlere kulak verin. Dayanışmayı bırakmayın. Bilin ki bu nobran, gözünü kan bürümüş, paradan başka her değeri harcayan sisteme karşı bizi kurtaracak olan incelikler ve ince insanlar olacaktır.
İnce, uzun, kır saçlı, avukat cüppesini cüssesiyle değil yüreği ile dolduran İnce adam Şiar Rişvanoğlu’ya saygıyla…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”