Hatırlarsanız 28 yıl önce yani üniversite öğrencisi iken tutuklanmış ve yalnız başına bir hücrede tutulan şair İlhan Sami Çomak’a mektup yazmıştım. Ona mektubumda, o gözaltına alındığında ben ne yapıyordum ile başlayıp yargılanma süreçleri dahil, dönem dönem basına yansıyan hukuki süreçlerine tekabül eden yıllarda neler yaptığımı anlatmış ve tutsaklığına dair düşüncelerimi ifade etmiştim.
Abisi mektubumu İlhan’a iletti. İlhan’ın mektubu aldığında çok mutlu olduğunu da ifade etti. Önceki gün bana yazdığı mektubun da fotoğrafını attı. Mektup geldiğinde ben Çorlu ailelerinin Ankara’da yargılandığı mahkemedeydim. Salona alınmamış, dışarıda Halk Tv muhabir ve kameramanlarıyla davanın sonuçlanmasını beklerken sohbet ediyordum. Mektubu ayaküstü okumak istemedim.
Saatlerce ayakta bekledim. Biliyorsunuz bende omurga romatizması var. Uzun süreli ayakta durduğumda şiddetli sırt ağrılarım başlıyor. Davanın ara vermeden uzamasından kaynaklı daha fazla bekleyemedim ve arkadaşlarla vedalaşarak ayrıldım. Yorgun bir biçimde Alev arkadaşla buluştum. O da hastaneden çıkmış ve çok yorulmuştu. Bir yere kendimizi zor attık ve bir çay içerek dinlendik. Sonra eve döndüm ve mektubu evde okudum.
Tutuklanmamış ve hapishanede en azından aylarca kalmamış olanlar İlhan’ın mektubundaki imgeleri, köşeleri çok da görmeyebilir. Ben gördüm. Daracık bir mekandan, 28 yıllık aynılıktan dışarıdaki insana iyi hissettiren sözler söylemesine, oradan sizi düşünen bir naiflikle umut dağıtmasına, sizi yüz yüze gören insanların bazılarından daha iyi anlamış olmasına hayret etmemek mümkün değil.
Çok ağladım… Acıdığımdan, üzüldüğümden değil kesinlikle! Hırsımdan, öfkemden, bu örgütlü kötülüğe adaletsizliğe duyduğum derin karşı durma hissiyle ağladım. Dışarıda olması gerekirken İlhan’ın tutsak oluşuna; içeride olması gerekirken bize zulmedenlerin serbest olmasına duyduğum öfkeyi anlatamam.
Mektubu sizin için buraya yazdım. Orijinalini de ekliyorum. Mektubun sonundaki umut cümlesini en önce yazıyorum;
“Kendine, kalbine dikkat et. Az kaldı çıkmama. Dışarıda dost sohbetin için her zamankinden daha dikkatli ol lütfen…”
Merhaba Acun Öğretmen;
İsmail Beşikçi’nin “Anılar” adlı kitabını okuyorum. Çok sevdim kitabı. Beşikçi hoca her zamanki sadeliğiyle yazdıklarını anlatıyor. Bu kitaptan önce bir başka eğitimcinin, Wadad M.Cortas’ın “O Sevdiğim Dünya” adlı kitabını okudum. Mezun olduğu Ehliya Kız Mektebi’ne kırk yıl müdirelik yaptıktan sonra (35-75) yılları arası emekli olan bu dirençli kadının, kendi yaşadıklarına paralel olarak anlattıkları; Arap-İsrail ilişkileri, Suriye ve Lübnan’daki belirsizlikler vb. konuda, pek çok kitabı okumaya eş değer düzeyde aydınlatıcı bana kalırsa. Wadad M.Cortas’ın bu kitabı, savaş ortamında umuttan, geleceğe olan inançtan ve ne olursa olsun eğitimden vazgeçmemenin önemini göstermesi bakımından çok önemli.
Madem birkaç gündür bu değerli eğitimci ve hocalarla yol alıyorum, bir de sana başvurayım istedim. Mektubunla hücremde açtığın patika yürümeye değer kesinlikle. Hem daha önemlisi sen de tıpkı Beşikçi ve Cortas gibi mağdur edilmiş bir eğitimcisin. Ben eğitimcilere güvenirim.
Güzel ve çok içten mektubun mutlu etti beni. Sana teşekkür ederim. Senin merhabandan türlü türlü hoş kokulu çiçekler aldım, denizi dalgalarıyla, dağı heybetini zedelemeden hücreme dolacak kadar aldım, ağaçları, en sevdiğim meyveleriyle narı, inciri, dutu aldım… Benim hücrem dardır ama geniştir! İşte bu genişliğe insanın gülüşünden saçılanları, dost elinin sıcaklığını ve akarken suların çıkardığı sesleri zedelemeden aldım.
Birkaç gün sonra 28.yıldan gün alacağım. Doğrusu epey ihtişamlı bir yaşam olduğu söylenemez. Uzun ama insan ruhunu yarıp kahreden bir tekrar olduğu için bütün bu yıllar, anlatması çok kısa sürer. Bazen dışarıdan insanlar dikkat çektiğinde bu zorlu uzun yılların farkına varıyorum. Sen yıl yıl yaşadıklarını somut olaylarla yazmışsın. İşte benim buna denk bir yaşam deneyimim olmadı bu yıllarda. Toplam acı, hayatıma yön verdi, evet, ama bir deneyimin diğerine ulanmasıyla türlü türlü şeyler yaşamadım hiç. Süreğen ve çok ısrarcı bir kötülükle karşı karşıya olduğumdan, hayat dediğim şey kötülüğe karşı koymakla geçti benim açımdan. Hep bir direnç noktası aradım ve en nihayetinde şiir ve edebiyatta buldum bunu.
İnsanlara özgünlük katan pek çok şey sayılabilir. Bana kalırsa bizi sınayan büyük acılar ile kötülük karşısında alacağımız tutum bunların başında geliyor. Şimdi dönüp geriye baktığımda kötülük ve onun doğurduğu amansız acıya karşı kendimi dönüştürdüğümü söyleyebilirim. Bu elbette çok zor bir kararlılığı gerektiriyordu sevgili Acun. Ama bunu başardım. Şimdi tüm yaşadıklarıma rağmen nefretten uzak, tertemiz duygularla, hep iyiliğe çalışma azmi ile dolu bir akılla sana yazıyor olmak, düşünüldüğünden daha kıyıcı zamanlardan geçerek ancak mümkün olabildi.
Tüm bu yolculuğum boyunca ruhumu koruyup ilerlememde sanatın ama illa da şiirin sıkı şekilde elimden tuttuğunu söylemek gerektir. Şiir beni amaçsız ve işsiz olmaktan kurtardı, anılarımı, hayal gücümü keskinleştirerek korumama ve üretmenin verdiği hazla beni olgunlaştırarak geleceğe umutla bakmamı sağladı.
İşsiz olmak kötüdür, işsiz bırakılmak! Bunu en iyi sen bilirsin, anlarsın elbette. Senin ısrarla görevine dönme çabanın, bu uğurdaki aktivitelerinin “evime ekmek götüreyim” in çok ötesinde bir anlamının olduğunu biliyorum. Hayatına anlam katan değerlerin peşindesin, amaçsız bırakılmayı kabul etmeme derdindesin. Bunların ve bir de emeğine bağlı iyi bir insan olmanın savunusu var “İşimi, Ekmeğimi, Öğrencilerimi Geri İstiyorum” da. Israr iyilere ve iyiliğe yakışan bir kavramdır!
Sevgili Acun,
Merak ettiğim bir şey var. Senin yavrun, İpek kız yani, üniversiteyi kazanıp okuyabildi mi bari?
Kendine, kalbine dikkat et. Az kaldı çıkmama. Dışarıda dost sohbetin için her zamankinden daha dikkatli ol lütfen.
Sevgi ve selametle kal.
İlhan Sami
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”