Türk devletinin himayeleri altında siyaset yapan yerli ve milli partiler, her ne kadar birbirleriyle iktidar, muhalefet gibi görünseler de iş, hak ihlalleri, özgürlükler ve Kürt meselesine geldiği zaman, arada ki bu ince çizgi aniden ortadan kalkar ve “iktidarı ve muhalefetiyle biz bir bütünüz” durumu ortaya çıkıverir.
Bu oyun, neredeyse 70’li yıllardan beri süregelen bir siyaset realitesidir.
Bu siyasi anomali, her dönem Türkiye’nin durduğu yerde saymasına ve hatta zaman içinde çokça gerilemesine neden oldu.
Bu siyasi düzenin zaman içinde dejenere olması ya da ayarlarının bozulması durumun da ise bu seferde askeri darbeler ve ara rejim uygulamalarıyla sistem tekrardan rayına koyularak yola devam edildi.
Tüm bu siyasi süreçlerin ülkeyi, 2021 yılında sürüklediği yer ise ekonomisi batmış, demokrasi ve hukukun zerresi kalmayan, yurttaşlarının geçimleri ve gelecek kaygıları travmatik boyutlara ulaşmış, gençlerin çoğunun ülkeyi terk etme durumuna geldiği bir karabasan ülke durumuna getirmiş olduğudur.
Tüm bunlar devletin hiç umurunda değil, onun dikkat merkezinde, yurttaşlarının mutluluğu, özgürlüğü ve refahı yok zaten ve hiçte olmadı.
Devletin dikkat merkezinde sadece ve sadece kendini korumak vardı.
Ekonomi batmış, demokrasi ve hukuk bitmiş, bunlar onu hiç ırgalamıyordu.
O kurduğu düzenine güveniyor.
Ülkede insanların algılarını iyi yönetiyor.
Kurduğu eğitim sisteminin güçlü bir cehalet yarattığını biliyordu.
Devlet yapısının her ne kadar anayasasında yazsa da, kuvvetler ayrılığına dayanmadığını aksine cumhuriyet tarihi boyunca kuvvetler birliğiyle devletin yönetmek için ne tür kumpaslar kurduğunun farkında olarak.
Yargının, muhalif olanlara karşı devletin bir zulüm sopası haline getirilmesi ve talimatla mahkeme kararlarının alınmasının ve gerçekleşmesinde oynadığı baskıcı rolün farkında bulunuyordu.
Velhasıl sonuçta, kurulan bu otoriter devletçi yapının sürdürülmesi için hak, hukuk, yasa ve anayasa ile uluslararası sözleşmeleri yok sayan gözü dönmüş bir kara düzeni konuşuyoruz.
İşte bu devlet, güvenliği için ayakta kalabilmesi için sürekli bir düşman yaratması ve sürekli o düşman üzerinden gerginlik ve çatışma üretmesine acil ihtiyaç duyuyordu.
Bu düşman yaratılmasının dönemsel nedenleri oldu her zaman, Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimler ile farklı din ve inanış sahibi olanlar, İttihat Terakki döneminin devlet düşmanlarıydı.
Ermeni soykırımı ve daha sonra 6-7 Eylül olayları gibi farklı baskı ve şiddet uygulamaları sonucunda devlet ilan ettiği bu düşmanları etkisiz duruma getirerek, hem güvenliğini kendince sağlamış oldu ve hem de milli ve manevi bir toplum yapısı kurmaya çalıştı.
Sonraki dönemlerde Kıbrıs meselesi ve Kıbrıs Rum kesimi ile Yunanistan’la düşman durumunu idare etmeye çalıştılar.
Bu durum halen güncel bu arada.
Kıbrıs halen iflah olmadı. Çünkü sorunun çözümünde değil çözümsüzlüğünden fayda umuyorlar. Bu böyle olunca Rum tarafında da kendileri gibi düşünenlerle işbirliğine gidiyorlar.
Ve soğuk savaş dönemi düşmanı komünizm idi.
Hikaye, şuydu, “komünistler bir kış günü geleceklerdi.
Oysa kaç kış geçti, soğuk savaş bitti ve SSCB dağıldı ve komünistler halen bir türlü gelmemişti.
Ama devlet güvenliğini sağlamak için “komünizmin” ekmeğini çok yedi…
Her muhalif olana komünist yaftası yapıştıran devlet ve onun basını ve yargısı binlerce insanı işkenceden geçirdi ve sayısız insanın hayatını karartı.
90’lı yıllarda soğuk savaş bitince devlet geçici bir süre düşmansız kaldı.
Ancak devlet önce Refahyol hükümetine karşı “irtica tehdidi” dedi ve 28 Şubat post-modern darbesiyle bu süreci engelledi.
Ve işte o yıllardan sonra bugüne kadar yıllardır baskı altında tuttuğu Kürtlerde bir siyasi hareketlenme ülke gündemine geldi oturdu.
Kürtler aktif siyasete artık kendi partileriyle girmek istiyorlardı.
1990 yılı haziran ayında Halkın Emek Partisini (HEP) kurdular.
HEP’ten HDP’ye aradan geçen 28 yıl içinde Kürtler devletin gadrine uğrayan partilerinin yerine yenilerini kurarak devam ettiler.
Bu sürede, ayrı ayrı olmak üzere tam dokuz parti kurarak aktif siyasetin içinde kalmayı başardılar.
Milletvekillerinin yaka paça meclisten alınmasına, meclis kürsülerinde uğradıkları saldırılara, kör kurşun ile suikasta kurban giden milletvekillerine rağmen siyaset içinde kalmak ve mücadele vermeyi bırakmadılar.
HDP, 2018 genel seçimlerinde %11.70 oy oranı ile yaklaşık altı milyon seçmenin oyu alarak meclise 67 milletvekili ile 2. muhalefet partisi olarak girdi.
Bu siyasi pozisyonuyla HDP, her iki siyasi ittifak içinde kilit rolde bulunmaktadır.
HDP bu durumunu, binlerce üyesinin tutuklanmasına, milletvekili ve belediye başkanlarının görevden alınmasına ve eski eş genel başkanlar Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde olmasına rağmen sürdürmektedir.
Son yerel seçimde HDP seçmeninin oynadığı kritik rol sonucu, millet ittifakı adaylarına destek vermesiyle, Cumhur ittifakı, İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Adana gibi büyük şehirlerde seçim kaybetmesine neden oldu.
HDP’nin bu siyasi pozisyonu bugünde devam ediyor.
Cumhur ittifakı işte HDP’nin bu pozisyonunu bozmak ve bunun üzerinden kendine seçim kazandıracak bir fayda sağlamak istiyor.
Ve HDP’nin üzerine üçlü bir saldırıyla gidiyor.
İzole et, tecrit et ve imha et…
İzole et, dışındaki partilerle arasını aç ve ittifaklarını engelle, tecrit et, siyasetin dışına çıkar ve sonra imha et…
Aslında HDP’nin izole edilmesi millet ittifakında çatlak yarattı.
İYİP “fezlekelere meclise gelirse evet deriz” dedi.
Tecrit var şimdi sırada “HDP’yi kapatalım ve yöneticilerine siyasi yasak getirelim” MHP bu işe çok teşne üzerine düşeni yapacak görünüyor.
Ayrıca HDP seçmeninin oylarını alacak yeni bir parti arayışları devam ediyor.
Siyasi imha ise sürüyor.
Osman Kavala için gezi davasından mahkeme kararlarına rağmen yeniden yargılama gibi yedi yıl önceki 6-8 Ekim 2014 Kobane olayları gibi kapanmış gitmiş davaları yeniden gündeme getirerek HDP’li yönetici ve vekiller suçlanıyor.
Son olarak meclise sevk edilen 33 milletvekilinin 28’i HDP’li…
Bu fezlekeler meclisten geçerse HDP fiilen meclisten atılmış olacak demektir.
Şimdi..
Tüm bunlar olası bir erken seçim işaretleri gibi gözüküyor.
Ancak genel görünüm, iktidar partileri oy kaybettiği için iktidar bunu göze alamaz diyorum.
Çünkü HDP seçmenin oylarını bölmek veya onları seçimleri boykot etme noktasına getirecek bir siyasi formül bulamazlarsa, erken seçimi göze alamazlar.
Diğer yandan HDP’nin kapatılması işini göze alırlarsa ki gündemde ki bir konu, yerine yeni bir parti kurmalarına fırsat vermeyecek bir kumpas kurabilirler.
Yani HDP seçmenini seçeneksiz bırakabilirler.
Her koşulda bunların herhangi biri uygulanmış olsa da mevcut siyasi kaos daha da artar.
CHP ve İYİP iktidarın bu tezgahına su taşımaktan vazgeçmeli…
HDP’li seçmeni “nasılsa bize oy vermeye mecburdur” diye düşünenlerin hesabını bozacak kadar politik bir seçmen kitlesi olduğu bilinmelidir.
İktidarda, sizin bu kurnazlığınızı bildiği için sürekli ilişkileri sabote edecek neden yaratarak sizi HDP’den uzak tutmaya çalışıyor.
Gare operasyonu sonrası nasıl iktidara karşı hesap soran siyasi sorumlulukla davrandıysanız, bu duruşunuzu HDP ile aranıza sokulan nifakları boşa çıkartarak sürdürün.
Ancak o zaman iktidar olma şansınız olabilir.
Bizden söylemesi…