”Eğer bir kişi hakkında şüphe duyarsam onu öldürürüm. Hata yapıp onun beni öldürmesine izin vermektense, bir kişiyi öldürmek yanılgısında bulunurum, bu benim için daha iyi.”
Bu sözleri okurken bile acıyla sarsılıyor insan.
Hamileliği sırasında bebeğini düşürmek için çok çabalayan annesi, doğumundan sonra çocuğuna “karşı koyan” anlamına gelen Saddam ismini koyacaktı. O istenmeyen çocuk büyüyüp kudretli bir tirana dönüşecek ve bu sözlerle korku salacaktı.
On yaşında eline tabanca verilmiş olan Saddam, o yaşta bir cinayet işler. Kader ağlarını örmüştü, cinayet işleyen o çocuk, büyüyüp genç bir kiralık katile dönüşecekti.
General Kasım’a suikast girişimine katılan genç Saddam, bu başarısız suikast girişiminden sonra Mısır’a kaçıp, bir süre siyasi sürgün hayatı yaşar. Cemal Abdülnasır’a hayranlığı Saddam’a ilham olmuş, Nasırizm ideolojisinin Araplar arasındaki popülerliği onun da başını döndürmüştü. Bu ideolojik dönüşüm ile ülkesine bir cellat olarak geri dönecek, tarihin kendisine şans kıldığı yoldan ilerleyerek iktidarı eline alıp Irak’a hükümdar olacaktı.
***
İktidarı eline aldıktan beş gün sonra gerçek yüzünü ve sapkın ideolojisini korkuyla halka pazarlayacaktı. Partisinin üst kademelerinin çoğunlukta olduğu bir toplantı tertip etti. Toplantı kameralar karşısında yapıldı. Zalim bir diktatörün ayak sesleri duyuluyordu artık. İktidarına karşı bir komployu açığa çıkardığını, bunu yapanların da salondaki partililer arasında olduğunu açıkladıktan sonra sahnedeki koltuğunda ayak ayak üstüne atıp keyifle purosunu içmeye koyuldu.
Bir muhbir kürsüye çıkıp, komplocu olduğunu iddia ettiği kişilerin isimlerini okumaya başladı. İsmi okunan hazır bekleyen polislerce dışarı çıkarılıyordu. Salondaki partililer ölümle yaşam arasında ecel terleri dökerken, Saddam, müstehzi gülüşüyle adeta nispet yapıyordu. İki yüzden fazla partili Saddam’ın korku salarak muhkem kıldığı direktörlüğünün kurbanı olmuştu.
Korku en büyük silahıydı. Bu silahı etkin bir şekilde kullanarak kimseye mukavemet etme imkânı bırakmıyordu.
Güç sarhoşu Saddam, İran-Irak savaşı devam ederken, bir kabine toplantısında durum değerlendirmesi yapar. Bütün kabine üyelerine söz verir. Söz sırası Sağlık Bakanı’na gelince mâkul bir öneri işitilir. Sağlık Bakanı, ateşkesin elde edilebilmesi için Saddam’a geçici olarak görevinden çekilmeyi önerir.
Saddam, açıksözlülüğü için Sağlık Bakanı’na teşekkür eder. Akabinde tutuklanması için emir verir. Sağlık Bakanı’nın eşi kocasının affedilmesi için gelip Saddam’a yalvarır. Saddam, kocasını teslim edeceğine dair söz vererek kadını teskin edip evine gönderir.
Saddam sözünü tutar ve ertesi gün kocasını evine gönderir. Lakin ceset torbasının içinde, parçalara ayrılmış şekilde.
***
Rejimin celladı olarak siyasete başlayan Saddam, ülkenin kaderini, yaşayan halkların hafızasını sonsuza dek değiştirecek adımları bir bir atıyordu. Arap dünyasının lideri olma hayaliyle başlattığı İran – Irak savaşında bir milyondan fazla insan öldü. Savaş yorgunu iki ülke 1988’de ateşkes ilan etti.
Saddam’ın en vahim barbarlığı bu tarihren sonra gelecekti. Kürtlerin İran’la birlikte hareket ettiğini bahane göstererek Kürdistan’a yönelik operasyonlara hız verdi. İmha harekâtı özellikle 1988 yılında doruğa ulaştı.
Enfal Operasyonu kara harekatları, havadan bombalamalar, yerleşim yerlerinin sistematik bir şekilde yıkılması, toplu zorunlu göçler, idam mangaları ve kimyasal silah kullanımı dahil her türlü insanlık dışı uygulama ile hayata geçirildi.
Rejim tarafından yürütülen operasyonların liderliğini Ali Hasan el-Mecid yaptı. Bu isim özellikle Halepçe katliamında üstlendiği rolden dolayı Kürtlerin hafızalarına kazınacak ve “Kimyasal Ali” olarak anılacaktı.
***
Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kararında “suçların suçu” olarak tanımlanan “soykırım” kelimesini ilk ortaya atan kişi Polonyalı Yahudi bir avukat olan Rafael Lemkin’di. Ermeniler’in 1915’te Osmanlı yönetimi tarafından uğratıldıkları mezalim Lemkin’in barbarlık suçu olarak adlandırdığı soykırımı kavramlaştırmasında etkili olmuştur.
Lemkin şöyle tanımlar: “Soykırım milletin tüm üyelerinin kitlesel kırımlarla yok edildiği durumlar hariç, bir milletin anında yok edilmesi anlamına gelmek zorunda değil. Ulusal bir grubun yok olması niyetiyle grubun elzem yaşam kaynaklarının yok edilmesi amacını taşıyan çeşitli hareketlerden oluşan örgütlü bir planı ifade eder. Bu tür bir planın hedefi ulusal gruplara ait siyasi ve toplumsal kurumların, kültürün, dilin, milli hislerin, dinin ve iktisadi varlığın tahrip edilmesi ve bu gruplara dâhil kişilerin bireysel güvenlik, özgürlük, sağlık, onur ve hattâ yaşamlarının yok edilmesidir.”
***
Soykırım olarak kayıtlara geçen Enfal, 8 aşamada gerçekleştirildi. Irak’taki askeri ve milis güçlerinin yanısıra sivil kuruluşlar da bu operasyonlara katılıp, görev yaptılar. 12 Mart 1986’da başlayıp, 7 Haziran 1989’da sona eren soykırım ve imha sürecinde 182 binden fazla Kürt katledildi.
Tutuklanarak Irak çöllerine götürülenler, buralarda kazılan çukurlara diri diri gömüldü. 4500 köy ve 30 ilçe yerlebir edildi. Yerleşim yerleri talan edildi, ağaçlar kesildi, geride kalan ne varsa yıkılıp yakıldı.
Kürdistan’da bir milyondan fazla insanın göç etmesine neden olan Enfal operasyonları döneminde, 16 Mart 1988’de Halepçe ve çevresine yönelik kapsamlı ve nihaî saldırı başlatıldı. Bu yapılanlar Saddam rejiminin asıl niyetini izhar etmesi bakımından da önemlidir. Dirilip, toparlanması mümkün olmayacak şekilde Kürtleri imha etmek, rejimin temel amacıdır.
Saddam, İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için rejim birliklerine zehirli gaz bombaları kullanmayı emretti. Irak ordusu önce bölgeyi konvansiyonel silahlarla bombalayarak camların kırılmasını sağladı. Bununla ikinci harekatın önünü açtı. Sonra da kimyasal bombalar devreye girdi. Camlar kırıldığı için içeri kaçanlar da zehirli gazlardan kurtulmadı.
***
İkinci bombardıman başladığında ortalığa kesif bir koku yayıldı. Yoğundu. Dağlardan, derelerden esiyordu. Elma kokusuydu. Lezzetli ve kışkırtıcıydı.
Ölümden kaçtıklarını düşünerek ölüme koşuyordu insanlar. Yol kenarları, çiçeklerin süslediği yeşile kesmiş kırlar, sokak araları, kapı eşikleri, evler, felaketten korunmak için bir tür güven duygusuyla açılan mahzenler, her yer ölüm kokuyordu.
Düşman acımasızdı. Bir ihtimal kurtulan olur diye her şeyi düşünmüşlerdi. Kusursuz bir ölüm en iyisiydi onlara göre.
Gökyüzünden ölüm yağıyordu. Mevsimsiz yağan kar gibi, vakitsiz bastıran yağmur gibi toprağa düşüyordu ölüm. Yukarıdan aşağıya yayılan kesif koku bütün şehri kaplıyor, her yere sokuluyor, ince ince bütün her şeye işliyordu.
Toprağın, ağaçların, suyun, hayvanların biçimini değiştiriyordu. Dağ taş, börtü böcek, kuşlar, insanlar anlaşılmaz kelimelerle aman diliyordu. Her şey acının rengini alıyordu. İnsanların bakışlarında biçimlenip, düşüncelerine tesir eden bu koku vadi boyunca esen rüzgârla daha da ağırlaşıyor, iyice çekilmez hale geliyordu.
Sessiz ve göze görünmeyen bir acı hissediliyordu.
Belirsiz sözcükler, tamamlanamamış cümleler her yerdeydi. Gelişi güzel dağılıvermişti ortalığa.
Günler yoktu. Geceler yoktu. Zaman kaskatı kesilmişti. Her şey ölmüştü. Halepçe’de sağ kalan tek şey ölümdü.
***
Saddam Hüseyin yıllar sonra yargılandığı mahkemede kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında, “Allah işgalcilerden büyüktür” demek dışında bir şey diyemedi.
Yargıçın Halepçe’de beş bin Kürd’ün katledilmesiyle ilgili açıklama istemesi üzerine Saddam, konuyla uzaktan yakından ilgili olmadığını, bu olayı sonradan duyduğunu söyleyecekti.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”