‘Olan her şeyde hayır vardır’ demiş atalarımız. Atalar söyledikleri pek çok şeyde haklılar galiba. Kuşkuculuğumun debisi bu kadar yüksek değilken almış kabul etmişim bu sözü, bunun için mutluyum. Çünkü olanların ardındaki hayrı büyük ölçüde görebildim şimdiye kadar. Doğru bakarsam, bundan sonra da göreceğimden eminim.
Küresel köyümüzün ahalisini özgürlüğünden eden pandeminin karanlık yüzünden kuşkusu olan var mı? Binlerce insan öldü; birileri ölenlerin ve ölmek istemeyenlerin sırtından kasasını doldururken birilerinin kasası boşaldı. Bu diyalektik ilişkinin etkileri hâlâ çekip gitmedi. Küresel salgının çok boyutlu karanlığı anlatmakla bitmez.
Diğer taraftan topluca evimize kapatıldığımız bu sıkıntılı dönem pek çoğumuz için inziva işlevini gördü. ‘Pandemiden sonra/pandemi sürecinde’ diye bir kavram türedi farkındaysanız. Grup görüşmelerimde sıkça duyduğum bir uyanış sancısının ilk cümlesi… Evlerine kapatılan insanlar öncelikle aile ilişkileri, sonrasında da kendileriyle yüzleştiler. Görüş açılarında arz-ı endam eden çok boyutlu aynalardan kaçamadılar, bu karşılaşma dirilticiydi.
(Karşılaşmayı reddedenlere ve kendisinden kaçmayı seçenlere diyecek sözümüz yok.)
Bununla kalmadı, dört duvar arasına hapsedilmek pek çoğumuzu iyice yabancılaştığımız doğayla buluşturdu. Doğal bir sürüklenmeyle doğayla karşılaştık; ağaçlarla göz göze geldik, insan görünümlü olmayanların da dili olduğunu keşfettik. Az şey mi?
Belki de öncelikle ‘15 Temmuz’dan sonra’ diye başlayan uyanış sancılarından ve acılardan söz etmeliydim. Ne var ki yazarken konular kendi sırasını seçiyor, yapacak bir şey yok.
Hayatımın hiçbir döneminde acı sevici olmadım; acıya benzer duygularımı içimde yaşamayı tercih ettiğim gibi ‘acı’ diye tanımlanan deneyimlerime ‘acı’ demeye bile yanaşmadım. Buna içim elvermedi. Çünkü çok genç yaşta şunu öğrenmiştim: Hadiselerin bir dili vardır, onları çözmek gerekir. Her kahkaha mutluluğun, her gözyaşı da acının ve mutsuzluğun işareti değildir.
15 Temmuz sürecinde kendim için ilk defa ‘acı çekmek’ ifadesini kullandım birkaç kere de olsa. Gerçekten acı çektim çünkü, bu kadar sahici bir duyguyu ifade etmek gerekir. Acı çektim fakat bu acı zannedildiği gibi görünüşte kaybettiklerim için değil, görünmeyende kaybettiklerim yüzündendi. Görünmeyen düzlemdeki kayıplarımın ise en sahici kazancım olduğunu anlamakta gecikmeyecektim, fenomenolojik sosyolojinin ‘hiçbir şey göründüğü gibi değildir’ düsturu daha sosyolojiye bulaşmadan hayatıma yerleşmişti ne de olsa. Acım, tanısı henüz koyulmayan bir hastalığın şifasına ulaşmak için geçirdiğim bir ameliyat sürecini dayatıyordu sezgilerime.
Olanda hayır vardır.
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, görünmediği gibi de değildir…
Bekle, oku ve anlamaya çalış…
Evet buna talimliy(d)im ve güzellikler kendisini göstermekte gecikmedi. Bu güzellikleri başka bir yazının konusu yapmayı düşünüyorum. Bu yüzden kokusunu aldığım baharın muştusunu vermeyi yeterli görüyorum bu yazımda.
Volkanik patlamalardan sonra ortada canlı ve canlılık adına pek bir şey kalmaz. Fakat bu yeni bir başlangıcın habercisidir, sonrasındaki yeni dirilişin.
Bütün dünyada, özellikle ülkemizde yıllardır fokurdayıp duran volkan ne zaman kendisini gerçekleştirecek, insanlı dünyadaki yansımaları nasıl olacak bilmiyoruz. Ancak bildiğim bir şey var: Bu fokurdamanın merkezinde kendi varlığının hakikatini anlamaya yönelen bir insan grubu, ülkemizdeki aydınlık iklimin muştusudur. Bu grubu oluşturan renkler farklıdır, bu yüzden onu gökkuşağına benzetebilirsiniz. Grupta, garip coğrafyamızın göğünde hiç duyulmayan çok sesli bir senfoni kendiliğinden bestelenmiştir. Bestemiz dış dünyada duyulmaya ve dalgalarının debisini arttırmaya başlamıştır.
Yakın gelecekte bir gün merkezdeki bu çekirdek meyve veren bir ağaca dönüşecek, renklerini ve seslerini tüm dünyaya ulaştıracaktır.
Belki hayal kurma yönelimim beni psikoza sürüklemiş, pozitivistlerin ölçücüklerine göre dellenmişimdir. Bu mümkün. Ne ki bu kadar akıl ve vicdan terazisinden uzaklaşmış bir toplumun delisi ve güzel günlerin dellalı olmayı toplamın akıllısı olmaya tercih ediyorum.
Âkil bir varlık olmayı, bilimsel kimliğimi, hasılı her şeyi(mi) kokusunu duyar gibi olduğum bir istikbal için feda ediyorum anlayacağınız. Seve seve hem de.
Güzel günler göreceğiz çocuklar, çiçekli günler
Yeniden âşık olmayı öğrendiğimiz
Ve güneşli gözyaşları dökebildiğimiz…
1 İzmir KHK Platformunun kuruluşunda kendime ‘deli’ dediydim de rahmetli Prof. Dr. Haluk Savaş “Ben deli demeden kimse kendine deli diyemez!” deyivermişti. Bu yüzden ‘belki’ diyorum…
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”