Faşizmin pek çok tanımı vardır. O yüzen filozoflar ve siyaset bilimciler, bir ‘faşist minimum’ (asgari tanımlayıcılar) aramışlardır. Ama faşizmin en belirgin özelliği, onun siyasi liberalizmin her türüne karşı duyduğu derin nefrettir. Gerisi akışkan ve hibridtir. Bu nedenle ‘faşizmler’den söz etmek daha doğrudur. Faşizm, çeşitli enstrümanlarla çalınabilen tek sesli bir ezgi gibidir.
Faşizmin sağlam bir felsefi dayanağı (doktrini) yoktur. Totaliter bir zihniyet ve uygulamaları ile karşımıza çıkar. O yüzden her ulusta ve dönemde başka görünümlere, dışavurumlara bürünür. Kimi zaman laik, kimi zaman dini özellikler taşır. Toplumun gelişme ve örgütlenme düzeyine bağlı olarak otoriter veya totaliter yönü daha ağır basar.
Faşistler için hayat bir savaştır. Çünkü hayat bir varlık(-yokluk ya da beka) mücadelesidir. ‘Biz’den veya ‘biz’e yakın olmayan tüm grup, ırk veya milletlerle mücadele etmek, onlara baş eğdirmek veya yok etmek, var olabilmenin ön şartıdır. Bu şartı yerine getirmek için güçlü olmak gerekir. Eşitlik, demokrasi, insaf, hoşgörü gibi kavramlar güçsüzlük vesilesidir. Güçsüz düşmenin mazereti olamaz.
Faşistler, kutsal kitaplardaki merhamet, af, şefkat gibi öğretileri, efendilere yaranmak durumundaki kölelerin mazeretleri olarak görürler. O yüzden gerçek bir faşist, sofuluk derecesinde dindar değildir.
Güçlü ve güçsüzün yeri ayrıdır. Hiyerarşi, yani eşitsiz diziliş (emir veren ve alan) toplumların ve dünya düzeninin esasıdır ve korunmalıdır. Söz konusu hiyerarşinin dayanaklarından biri, biyolojik üstünlüktür. Kimi etnik gruplar, halklar veya ırklar diğerlerinden daha akıllı, yetenekli ve soyludur, ahlaken de üstündür. Onların yönetmeye ve dünyaya nizam vermeye hakları vardır. Bu hakka karşı çıkanların yok edilmesi doğaldır.
Faşizmin, selektif ve abartılı bir tarih anlayışı vardır. Bu tarih anlatısında zaferler, başarılar ve yücelik ön plandadır. Yenilgi, çöküntü ve zafiyet yoktur. Bunlar ancak kötücül dış güçlerin ve iç hainlerin komplosu olarak bahse konu olur. Kuşkusuz, bu bakış açısı bir komplo teorisi kurgusuna sahiptir. Komplonun diğer ucunda milletin veya halkın saflığına, üstün meziyetlerine, kudretine, başarısına kast eden ‘düşmanlar’ vardır. Onlar, bastırılmalı, sürülmeli veya imha edilmelidir.
Faşistlerin atıf yaptıkları tarih, tüm üstün ve imrenilecek özelliklerine rağmen, düşmanlar ve hainler tarafından onlardan çalınmıştır. Milletin hakkı yenilmiş, mağdur edilmiştir. Faşistler, mağduriyet duygusu olmadan yücelttikleri her şeyin kaybına dayanamazlar.
Tek tesellileri –ve tabii varlık nedenleri- yitirilmiş şanlı geçmişi yeniden diriltmektir. Bu onların kaderi ve misyonudur. Faşizm, sürekli tehdit ve tehlikelere karşı uyanık olmayı ikaz ederken iki şeyi önerir. Grubun (halkın veya ulusun) saflığını koruması ve ‘yeniden doğuş’. Faşizmin dili yücelik imaları kadar ‘yeniden doğuş’ mitleriyle doludur. Halk/ulus/ırk yolunu kaybetmiş, tarihi misyonunu unutmuş ve dayanışmasını ihmal ettiği için başarısız olmuşsa o, doğru yola yeniden döndürülmelidir.
Sapmanın en önemli nedenleri arasında özgürlük ve eşitlik kavramları gelir. Her iki kavram da faşistlerin kendilerini özdeş kıldıkları topluluğun biricikliğine, özgünlüğüne ve üstünlüğüne aykırıdır. Onları sıradanlaştırmakta, zayıflatmaktadır. Demokrasi de öyle; rekabet, üstün grubun harcı değildir. ‘Biz’ varlıksal olarak ‘ötekilerden’ farklıdır ve değerlidir. Bu farkı, değeri ve gücü dışa vuracak gösterişli merasimler düzenlemek, topluluğun niteliklerini şahsında temsil edecek üstün bir önder ortaya çıkarmak faşizmin tipik özelliklerindendir. Ulus ve önder, parlak tarihi misyonun, yani davanın araçlarıdır. Dava, büyük, üstün, haklı, yenilmez bir ulusun oluşturulması ve her şeyin üstünde yer almasıdır. Sonuç böylesine parlak olunca araçların önemi yoktur!
Gelelim faşizmin dünyada çeşitli ülkelerde ve dönemlerde tespit edilen ana özelliklerine:
1-Faşistler kendilerini, semboller, bayraklar, flamalar, vatansever sloganlar, marşlar ve çeşitli üniformalar aracılığıyla dışa vurular. Bunlar onların dayanışmacı bir grup olduğu görünümünü sergiler. Toplantıları renkli, gürültülü ve coşkuludur. Her faşist kahraman olmak için doğmuştur. Zaten tarihi sıradan insanlar değil, kahramanlar yazmıştır. Kahramanların başında da fatihler gelir. Bu nedenle faşizm, erilliğin, erkeksi değerlerin üzerine kurulmuştur. Fethetmek (kesinlikle saldırganlık, işgal ve istila olarak algılanmaz ve sunulmaz) faşizmin merkezi değeridir.
2- Faşistlerin kendi hareket serbestilerinin ötesinde başkalarının haklarına ve özgürlüklerine saygıları yoktur. Çünkü başkalarının hak ve özgürlükleri, kendilerine tehlike arz edecek girişimlerin nedeni olabilir. Bu da bir güvenlik sorunudur.
İnsan haklarına saygılı değildirler. Şiddete eğilimli oldukları kadar, şiddet uygulamalarına duyarsızdırlar; diğer tarafa bakarlar. Uzun tutukluluk sürelerine, işkenceye, suikast ve idamlara olumlu bakarlar.
3- Düşmana ihtiyaç duyarlar çünkü düşmanlar onları bir arada ve ortak bir davaya bağlı tutar. Düşman diye tanımlanan gruplar (dinsel ve etnik azınlıklar, ülkedeki yabancılar, solcular ve ‘terörist’ olarak adlandırdıkları muhalifler) yok edilmelidir. Bu konuda acımasızdırlar ve her yöntemi kullanırlar çünkü bu bir varlık-yokluk olgusudur.
4- Militaristtirler. Tüm toplumun ve hayatın emir-komuta düzeninde yönetilmesini savunurlar. Orduyu önemserler ama sivil toplumu kontrol etmek için faşist önderliğe doğrudan bağlı paramiliter (resmen asker olmayan silahlı) teşkilatlar kurarlar.
Faşist önderlerin çoğu asker olmamasına rağmen askeri üniforma giyerler. Toplumu bir ordu gibi düzenlerler ve herkes, bu askeri (hiyerarşik) düzende ‘dava’nın başarıya ulaşması için görevlendirilir. Bireylerin rolleri, ne kadar fedakârlık gerektirirse gerektirsin, oynamak zorundadırlar. Her kişi başka bir kişi tarafından; her kurum, başka bir kurum tarafından gözetim ve kontrol altında tutulur. Önderliğin tanımladığı davadan sapmak ve değişiklik önermek hıyanettir.
5- Yaygın cinsiyetçilik. Faşistler, erkek egemenliğine inanır. Aralarına aldıkları kadınlardan erkeksi nitelikler bekler. Erkek egemen toplumsal değerleri yüceltirler. Doğum kontrolüne, boşanmaya ve eşcinselliğe (içlerinde eşcinsel eğilimde olanlar genel nüfustaki dağılımdan az değildir) şiddetle karşıdırlar.
6- Genel olarak özgürlüklere, özel olarak ifade özgürlüğüne karşıdırlar. Özgürce tartışmayı sevmezler çünkü sözel cephaneleri sınırlı, argümanları sığdır. O nedenle, basın-yayını kontrol etmek, haber akışını ve yorumları sansürlemek eğilimindedirler.
7- ‘Beka’ ve ulusal güvenlik onlar için saplantı düzeyinde önemlidir. Bu iki olgunun ardında dinmeyen bir yok oluş korkusu ve bağımsızlığını kaybetme kaygısı vardır. Kendilerinde var olan bu korku ve kaygıyı topluma aşılarlar. Bu sayede savunma haline soktukları toplumun içinde taşıdığı farklılıkları görünmez kılar ve toplumsal enerjiyi sıkılı bir yumruk gibi düşmanlarla kavga etmeye yöneltmeyi umarlar.
8- Din ve siyaset iç içe geçmiştir. Dini, bir inanç sistemi olmaktan çok toplumu bir arada tutan geleneklerin kasası olarak görür ve yaralanırlar. Hitler ve Mussolini örneklerine bakıldığında her iki lider de dindar değildir. Ama önderlik ettikleri hareketler, dini, toplumu harekete geçiren ve devletin etrafında birleştiren ideolojik bir araç olarak kullanmıştır.
Dinsel kavramlar, kıssalar ve ayetler, siyasal mesajları süslemek ve kuvvetlendirmek için kullanılır. Önderliğin ve davasının desteklenmesi adeta bir dini görev olarak tanımlanır.
9- Faşizm, iş dünyası ve sanayi ile simbiotik bir ilişki içindedir. Gücü önemseyen, yayılmacılığı hedef haline getiren faşizm, işlek bir ekonomiye, üretken bir sanayie ihtiyaç duyar. Bu doğaldır çünkü askercil rejimlerin sadece gösterişli bir önderliğe değil, ordularının silah, araç ve gereçlerini üretecek bir sınai ekonomiye ihtiyaçları vardır. O nedenle faşist yönetimler ekonomiyi, özellikle sanayii korur ve kollarlar.
Savaş sanayiini kuramayan ülkelerde görülen faşizm, yerel ve yerlidir. Sınır-ötesi harekat kabiliyeti ya sınırlıdır ya da yoktur.
10- Faşizm, sivil toplumun düşmanıdır. Toplumu yukardan aşağıya örgütleyen faşist hükümetler, bağımsız veya özerk her örgütlenmeye kuşku ile bakarlar ve gücünü kırmaya çalışırlar. Kıramadıklarını yok eder veya gayelerine hizmet edecek biçimde sıradanlaştırırlar. Bu özerk örgütlenmelerin başında yargı, üniversite ve işçi sendikaları gelir. İşçi sendikalarının sol eğilimi olması ve üretimi (grevlerle) durdurabilme kapasitesi, toplumu sıkılı bir yumruk gibi görmek isteyen faşistleri çok tedirgin eder. Onların yönetim anlayışı uzlaşıya değil, kontrole ve izin verdikleri kadar serbestiye dayanır.
11- Faşizm, Aydınlanma’nın değerlerine ve kanıt temelli düşünceye, başka bir değişle modernizmin fikriyatına karşıdır. Faşistlerin aydınlara ve bilim insanlarına karşı ciddi bir kuşkuları vardır. Bu iki grup soran, sorgulayan, eleştiren insanlardan oluşur. Ezberlerden ve önyargılardan ibaret olan bilgileriyle faşistler, bağımsız düşünen, dogmalara itibar etmeyen kişileri kendi dar zihinsel dünyaları için bir tehdit olarak görür.
Akademisyenler, yazarlar, düşünürler ve sanatçılar sık sık tutuklanır, yargılanır ve hapse atılır. Suçlarından çok kurulu düzen için tehdit nedeni olarak görüldükleri için eziyete uğrarlar.
Faşizmin özellikleri arasında eleştiri alışkanlığı yoktur. “Eleştirel analiz”in içerdiği düşünce farklılıklarıyla yeni sentezlere ulaşma fikri, faşist zihniyetin tasavvuru dışındadır.
Sanat da faşistlerin hedeflerinden biridir. Özgür düşüncenin ve yaratıcılığın ürünü olan sanat eserleri, faşizmin dogmatik dünya görüşü için ‘yıkıcı’ niteliktedir. Bu nedenle kitaplar, filmler toplatılır, yakılır; sahnelerin perdeleri kapanır; tartışma toplantıları ‘terörist faaliyet’ olarak nitelendirilebilir. Heykeller kırılır veya depolara kaldırılır.
Faşizmin dili basittir. Önderlerin ve sözcülerin kullandıkları dil ağdalı, karmaşık olmadığı gibi düşünce derinliğinden de yoksundurlar. Sıradan insanın anlayacağı ve etkileneceği (duygusal olarak uyarılacağı) bir yapıdadır. Düşündürmez, hedef gösterir; tahlil etmez, itham eder.
12- Faşizmin en patlayıcı cephanesi komplodur. Ülkeye ve millete kast eden hainler her daim orada bir yerde zarar vermek için beklemektedir. Bunlar, suç işlemeye ve kamu düzenini bozmaya meyilli insanlar ve örgütlerdir. Çoğu içerdendir; düşmandan öte haindirler. Milletin varlığına (bekasına), bağımsızlığına, ekonomisine ve geleceğine kast etmektedirler. Bunlar ilk elde cezalandırılmalı veya tecrit edilmelidir. Bu nedenle kanunlar, pek çok eylemi suç olarak tanımlayacak biçimde esnetilir. Onları uygulamak için iç içe geçmiş kolluk kuvvetleri kurulur ve geniş yetkilerle donatılır. Halk da vatanseverlik adına kolluk güçlerinin aşırılıklarına hoşgörü gösterir veya başka tarafa bakar.
Suç ve ceza, faşizmin kamu alanında en çok kullandığı kavramlardandır.
13- Faşizmin hedefi, kafası karışmış, tedirgin, örgütsüz ve kendini kaybedenler safında gören orta-sınıfı kazanmaktır. Özellikle sosyal-ekonomik bunalım dönemlerinde orta-sınıfın, alt-sınıf saflarına düşme korkusu artar. Faşist ideolojinin başını kaldırıp, destek kazandığı dönemler, bunalım ve kaybedişmiş savaşlar sonrasıdır. “Yeniden güçlü olmak”, şanlı tarihi canlandırmak (diriliş miti) faşizmin ana ideolojik temalarıdır ve krizlerden etkilenen orta-sınıfta rağbet görür.
İşçi sınıfın sendikal örgütlülüğünden, üst-sınıfın ekonomik avantajlarından mahrum olan orta-sınıfı kazanmak ve huzura kavuşturmak, devletin imkânlarını ve kadrolarını orta-sınıfa açmakla mümkündür. Bu yüzden faşistler, devlet aygını ele geçirince himaye ve kollamayla orta-sınıf mensuplarını sadık destekçiler haline getirirler.
14- Faşistler, yetkili ama sorumsuz, yani hesap vermeyen bir yönetim anlayışına sahiptirler. Siyasi kariyerlerine hangi düzeyden ve nasıl başlarlarsa başlasınlar, devlet teşkilatının tüm siyasi aygıtlardan daha güçlü olduğunu bilirler. Bu nedenle, hep devleti ele geçirmek ve devlet aracılığıyla yönetmek isterler.
Devlet aygıtını ele geçirince liyakat ilkesini çok önemsemeden tüm mevki ve yetkileri kendi aralarında paylaşırlar. Yaptıklarından, önderden başkasına sorumlu değildirler. Ondan başkasına hesap vermezler; hele halka hiç…
Bu düzenin, yozlaşmaya ve zayıflamaya açık olduğunu, kendi felaketini içinde taşıdığı açıktır. Ama onlar, öylesine göz kamaştırıcı bir sahte dünya kurgulamışlardır ki gerçeği(ni) görmezler.
15- Seçimler, faşistlerin işine yaradığı sürece başvurdukları bir meşruiyet aracıdır. Suriye’de Hafız Asad, Irak’ta Saddam Hüseyin gibi diktatörlerin bile seçim yaptırdıkları hatırlanmalıdır. Ama onların istediği kesinlikle kazanacakları, hileli seçimlerdir. Siyasi rakipler kötülüğün simgeleridir. Rakip adaylar/önderler, yarışmadaki diğer ‘taraf’ değil hain ve düşmandırlar. Saldırıya ve suikasta uğramaları sıkça görülen olgulardır.
Seçim yasaları ve usulleri her seçimde değişir. Yandaş olmayan medya baskı ve tehditle susturulur. Fikir farklılıklarına veya değişik yorumlara zafiyet ve bölücülük diye bakılır. Faşist parti ve teşkilatlar, destekçilerinin sayısına bakmadan kendilerini “halkın sesi” olarak görür ve sunarlar. Çünkü saf ve iyi olan (gerçek) halkı onlar temsil etmektedirler.
Bitirirken söylenecek olan son söz şudur: Güç arayanlar ile güçsüzler var oldukça; çaresiz ve kuşatılmış kitleler ‘kurtarıcı’ aradıkça ve kaderlerini ona teslime hazır oldukça faşizm hep bir olasılık olarak bulunacaktır. Ama faşistler, her zaman ve her yerde bulunacaktır.