ABD Başkanı Donald Trump ikinci kez seçilemeyince birçok kişi üzüldü, daha fazlası sevindi. Sevinenler, “normale dönüleceği” için memnundular. Gerçekten normale dönülecek mi, yoksa başka bir normal mi oluşuyor? Bunu zaman gösterecek.
Trump, hiçbir zaman sevilen bir başkan olmadı ama yaptıkları ve söyledikleriyle hep dikkatleri üzerinde toplayan bir siyasi aktördü. Akıldan çok duygulara hitap etti ve öfke, korku ve kaygı gibi duyguları yerleşik düzene karşı harekete geçirdi.
Çok zengin olduğu halde bilgisiyle, davranışları ve zevkleriyle bir seçkin değildi. Bilgisini değil, bilgiçliği bir ustura gibi kullandı ve yerleşik düzeni tehdit etti. Ama eleştirdiği düzenin yerine kendi önderliğinde farklı ilkeler, ölçüler ve kurumlardan oluşan bir düzen teklifi getirmedi. “Peşimden gelin” dedi ama nereye gideceği hakkında bir fikri ve hazırlığı yoktu.
Destek verenler de onda bilgi ve seçkin nitelikler aramıyordu. Salgının da katkısıyla işini, geçim olanaklarıyla birlikte gelecek ümidini yitiren (tutunamayan) kentli orta-sınıf, göç ve işsizlik nedeniyle ekonomik ve sosyal çevrelerinin güvencesini yitiren kırsal nüfus, onun düzen-karşıtı söyleminin etkisinde kaldılar. Dışlandıkları ve saygı görmedikleri duygusuyla, hınçlarını Trump’ın sorunlarının nedeni olarak gösterdiği azınlıklara, göçmenlere yönelttiler. Trump, ırkçı ve yabancı karşıtı söylemi ve yerleşik kurumlara olan karşıtlığıyla onların sözcüsü oldu.
Trump, aslında Amerikan rüyasının öldüğünü gösterişli biçimde ilan eden kişidir. Onun düzenlediği cenaze törenine katılanlar, ne ‘rüyadan’ pay, ne de sistemin ölümden miras alamayacağına inananlardır. Onlar, hoşnutsuzluklarını, gösteriler ve isyanlarla dışa vurmuş, sonunda da protesto ettikleri seçkinleri, Hillary Clinton’un şahsında onu seçmeyerek göstermişlerdir.
Amerika’nın beyaz, üniversite mezunu, kentli elitinin halkın sıkıntılarını ve beklentilerini hiç anlamadığı iddiasıyla siyasete atılan Trump, siyasal sermayesini bu boşluktan devşirmiş ve giderek yoğunlaşan orta-sınıf altı hoşnutsuzluğunun sözcüsü haline gelmiştir. Bu anlamda Trump, ülkesinin bilinmeyen bir kesimini ve onların gerçeklerini ortaya çıkarmıştır. Siyasal yorumcular, onun açtığı kapının kapanmayacağını iddia ediyorlar. Seçimi kaybetmiş olsa bile temsil edilmeyen kesimlerin bir sözcü ve temsilci arayışı devam edecek gibi görünüyor.
TRUMPİZM VAR MI?
Kimi yorumcu “trumpizm”den söz ediyor. Bu deyiş, bir doktrin ima ediyor ama değil. Donald Trump’ın şahsında somutlaşan bir kültür krizi ve siyasal temsil boşluğuna verilen ad. Yoksa, değişen Amerikan toplumunda ‘dışarıda bırakılanların’ öfke ve isyanını dile getirmek bir milyardere düşmez. Böyle birinin daha adil bir ekonomik düzen, muhtaçlar için sağlık ve sosyal destekleri savunması mümkün mü?
O bunu hiç yapmadı. Ama 2016 seçimlerinde eski eliti tahtından indirmesi, o güne kadar Amerika’yı yönetenlere büyük bir travma yaşattı. Onların sanılan kadar güçlü ve topluma öncülük edecek ayrıcalıkta (elit) olmadıklarını gösterdi. Siyasal kurumların ve normların sanıldığından daha kırılgan olduğu; siyasal elitin ve karar alıcıların, Amerikan halkının bir bölümünü tanımadığı, onların sıkıntı ve ihtiyaçlarına duyarsız kaldığı ortaya çıktı.
Trump, yerleşik düzene ve karar alıcılara karşı duyulan hınca bir çıkış gösterdiği için 2016’da seçildi ve eğer kimi zaman akıl sağlığını sorgulatacak tuhaf davranışlar, kronik yalancılık ve ahlaki zafiyet, salgınla ilgili kötü bir yönetim göstermesiydi muhtemelen yeniden seçilebilirdi. Başkan seçilen Joe Biden’le arasında çok büyük bir oy farkı yok. Toplumun alt tabakalarını mağdur eden yapısal ve siyasal zafiyetler sürdüğü müddetçe başka Trump’lar onların saygı ve destek beklentilerini, öfkelerini ve hoşnutsuzluklarını dillendirecek. Trumpizmin bir anlamı bu.
Diğer anlamı da toplumun alt kesimlerinin Amerika’nın giderek etnik, dinsel ve kültürel olarak daha çeşitli olmasına gösterdikleri tepkinin dışa vurumu. Bu, birçok ülkede görülen bir olgu, sadece Amerika’ya has değil.
Birçok siyasi önder, duyguları -korkuları kaşıyarak, gururlanma ihtiyacını uyararak- çeşitli ülkeleri yönetiyor. Onlara popülist önderler deniyor. Örneğin Trump, ülkesine olan Meksikalı göçünü önlemek için ABD-Meksika sınırına duvar yaptırıp bedelini Meksika hükümetinden isteyeceğini ilan etti çünkü, ona göre Meksikalılar, “suçlu ve tecavüzcüydü”.
İslami radikalizmi önlemek için ABD’deki camileri kapatacağını da aynı cesaretle söylemesi, onun gibi düşünen milyonlarca göçmen/sığınmacı karşıtı yurttaş olmasındandır. Basın özgürlüğüne ve demokrasinin dayandığı fikir ve kültürel çoğulculuğa da pervasızca karşı çıkması, “Amerika kirleniyor” diye endişe duyan kitlelerin desteği sayesindedir. Trump, onların duyguların sözcülüğünü başarıyla (!) yapmıştır.
Özetle Trump, akıl ve itidalin değil, duyguların ve kavganın yolunu seçmiştir. Bu seçimi kolaylaştıran, ülkenin artık iki farklı, birbirini anlamayan, birbiriyle iletişimi yitirmiş ve bir Amerikan vaadi olan “parlak gelecek” (Amerikan rüyası) ümidini kaybeden kitlelerin varlığıdır. “Duyguların hükmettiği bu kitle, kendine yabancı kalan doğrular yerine, kendine ait yanlışlara sahip çıkmayı tercih ediyor.” (Mücahit Bilici). Trump, bu gerçeği kaba ve yerleşik kurumları (bu arada demokrasiyi de) örseler tarzda da olsa duyuran çanı çalan kişidir.
TRUMP’IN AÇTIĞI YOLDA
Toplumsal kesimler arasında aşınan veya yıkılan ekonomik ve kültürel köprüler yeniden kurulmazsa yeni Trump’lar zuhur edecektir. Onun “Amerika’yı yeniden büyük kılmak” sloganı boş görünse de Amerikan rüyasını yitiren kitleler için bir yurtseverlik çağrısıdır. Bunu gerçekleştirmek için Trump, Amerikalıları savaşa (bir tür cihada) çağırmaktadır, çünkü bu kutsal bir savaştır; kaybedilmiş Amerika’yı geri kazanma savaşı… Seçim afişlerinden birinin elinde makinalı tüfek tutan Rambo’nun vücuduna Trump’ın kafasının monte edilmiş olması ve yanında askeri bir helikopter durması iyi seçilmiş bir sembolizmdir: Amerika’yı koruyan kahraman…
Ama bu ‘kahraman’, yurttaşları birbirine düşürdü, ayrışmış bir toplumda köprüler kuracağına, yandaşları ya da sözcülüğünü üstlendikleri ile diğerleri arasında var olan ayrılıkları derinleştirdi. Pek çok popülist siyasetçinin yaptığını yaptı: Galvanize olmuş bir toplumda kendisini destekleyenleri radikalleştirerek diğerlerine ve sisteme iyice düşman hale getirdi. Yandaşlarının saflarını sıklaştırırken, toplumsal kesimler arasında buluşulup, uzlaşılacak ortak zemini, savaş alanı haline getirdi. Bu anlamda birçok ülkede yerli Trump’lar var.
Trump’ın pervasızlığının, anayasal değerleri hiçe sayan saldırganlığının bir üslup değil, zehirli bir müdahale olduğu geç anlaşıldı; yıkamadığı güçler-ayrılığı mekanizması sayesinde sistem kendisini korumayı başardı. Ama 2020 seçimlerinde aldığı oy oranı ve destekçilerinin gürültülü varlığı altta yatan derin sorunları saklayamıyor.
GERİDE KALAN VE YOK OLMAYAN GERÇEKLİK
‘Yurtseverlik’, Trump yandaşlarının kendilerinden olmayanlara karşı çektiği silah haline geldi, getirildi. Bu da sivil dayanışmayı ve vatanseverlik duygusunu köreltmek gibi olumsuz bir sonuca yol açtı. Ancak, bu sorunlar, sadece Amerika’ya has değil. Pek çok ülkede var. O yüzden Trump olayını onun şahsından soyutlayarak düşünmek lazım, özellikle de şu gerçeği: Demokrasi bir isim veya statik bir durum değil, bir fiil. Değişir, gelişir, zayıflar ve sürekli güçlendirilerek yaşatılması lazımdır. Kendini, ilkeleri, değerleri ve kurumlarıyla koruyamayan bir demokrasi, isimden ibarettir. Onun işleyişinden şikâyetçi olanların değişim baskısına, kapsayıcılığını genişleterek yanıt veremeyen demokrasiler, demagoglar ve popülistler tarafından ciddi hasara uğratılabilir, hatta rehin alınabilir. O yüzden demokrasi, bir “fiil” olarak görülmelidir.
Trump’ın 2020 seçimlerini kaybettikten sonra ülkenin siyasal geleneklerini (özellikle seçimle gelmek ve gitmek) ve anayasal değerlerini (özellikle yargının bağımsızlığını) tahrip ederek, sistemi“ üzerinde ot bitmeyecek toprak” halinde bırakması, onun ne kadar tehlikeli bir zihin yapısına sahip olduğunu ortaya koymuştur: “Bana yaramayan, yok olsun”! Ancak, bu zihin yapısını tüm popülist önderlerde değişen derecelerde görmek mümkün.
Tamam, Trump kişi ve kişilik olarak sevimsiz ve arıza çıkaran bir adam. Ama yol açtığı tahribat kişisel bir olgu değil. Tek kişinin gücü buna yetmez. Sistemin kendini sürdürecek ve koruyacak mekanizmalara, kurum ve ilkelere sahip olması gerekir. İşte Trump tecrübesi, Amerikan toplumu bağlamında bunların bir hayli zayıfladığını ortaya koymuştur.
Trump’ın genellikle endişeli, geleceğinden korkan, saygı görmediğine ve ülkesindeki zenginlikten pay almadığına inanan, yönetenlere güvenmeyen, onların uygunsuz işlerine/kararlarına alet edildiğinden kaygı duyan, gerileyen iş kollarında (paslı kuşak) çalışan, üniversite diploması olmayan, yaşlanan, dindar beyaz erkeklerden oy aldığı tespit edilmiştir. Destekçileri sadece onlardan oluşmuyor tabii, ama oy tabanı onlara dayanıyor. Onlar da sahip oldukları ülkenin ellerinden alındığına inanarak öfkeleniyorlar. Araştırmalara göre sisteme güvenmiyorlar. Bu öfkeyi meydanlarda, medyada dile getiren Trump’ın ardına takılıyorlar. Trump, onların karşı karşıya kaldıkları karmaşık sorunlara basit çareler sunuyor: Yabancıları kovmak, Latin Amerika ve Ortadoğu ülkelerini aşağılayarak Amerika’nın büyüklüğünü vurgulamak… (Rahip Andrew Brunson hapisten salıverilmezse Türkiye ekonomisini mahvedeceğini söylediği hatırlanmalı.)
Trump’ın yaptıklarının hep bir ikinci adı vardı. Onun zihninde ve dilinde gerçekler (olanlar), yedekleriyle (olması gerekenlerle) yer değiştirmişti. Bildik olayları açıklayan kavramları değiştirmeye çalıştı. Bunda da bir hayli başarılı oldu, en azından izleyicileri nezdinde… Yarattığı alternatif gerçeklik, yaşanan dünyaya uymasa da parlaktı, vaatkardı.
Trumpgiller, (popülist önderler) için hayat bir savaştı ve her zaman savaş vardı. Bu savaşı onlar başlatmasa da üstlendiler. Kavramları yeniden tanımladılar. Onlar, bir yer değiştirme ustasıydı. Yarattığı sorunların sebebi değil, mağduru rolünü iyi oynadılar. Mesela Trump, maske takmak, “özgürlüğü engelliyor” dedi. Hastalandı, “bu, o kadar da kötü bir hastalık değilmiş” dedi. Sonunu da bu çelişkili ve güvenilmez davranışları getirdi, yoksa temsil ettikleriyle ve harekete geçirdiği duygu seliyle bir daha seçilebilirdi.
Çok kişiyi mağdur eden bir siteme saldırırken kazandığı popülerliği, ortak sorunlarda (örneğin Covid’le mücadelede) sergilediği güvenilmez tavırlarıyla heba etti.
Siyaset bilimciler ve gazeteciler, Trump sonrası Amerika’da siyasete ilginin arttığı söylüyorlar. Öyle bir cepheleşme oldu ki ya bu cephelerden birinde yer almak ya da cepheleşmenin tehlikesine karşı durmak için herkes kendi çapında harekete geçti.
Donald Trump ve Trump Amerika’sında olanlar sadece bu ülkeye has şeyler değil. Birçok ülkenin gerçekleri ve önderleri benzerlikler gösteriyor. Çıkaracak dersler de yakın tarihe ışık tutacak nitelikte.