Üstümüzde her geçen gün kendisini katlayan bir lanet var. Öyle bir labirent ki bu lanet, döngüsüne kapıldıktan sonra dışına çıkmaya imkan yok gibi görünüyor.
Bu döngünün tehlikesini harfler önceden sezmiş ve alanı çoktan terk etmiş. Hangi durumu anlatmaya kalksak ortada ilaç niyetine harf bulamıyoruz.
Eskiden lügatleri elimizde tutamazdık; bu sadece ellerimizin küçüklüğünden değil, lügatin cesametinden kaynaklanıyordu. O eski günlerde harfler hiç nazlanmadan gelir, ifade zorluğu pek yaşamazdık.
Devir değişti. Ortada duygularımızı bile aktaracak kelime kalmadı.
Yoksa duygular da mı kayboldu?
Duygular bazı kesimlerde varlık yitimine uğrasa da genelde çoğaldılar aslında. Çünkü kendisini tamamlama potansiyelinde doğan insan varlığı duyguları olmadan bırak tamamlanmayı, yaşamayı bile beceremez. Yaşamak sadece biyolojik varlığın işaretçisi değil, bedenimizde ve ruhumuzda hissettiğimiz duyguların göstergesidir.
…
Duygularımızı nasıl ifade edeceğimizi bilemiyoruz bu harf yokluğunda.
Utanç, kahır, üzüntü, çaresizlik diyecek oluyoruz, kanallar karışıyor ve bir anlam kargaşası doğuyor. Çünkü birbirini tamamlayan bu duyguları kelimelere dökmeye yeltendiğimizde ayrı bir deprem oluyor insan zihninde ve gövdesinde. İtiraz bu, neyin kime itiraz ettiğinden emin değiliz. Sahiciliğin sahtekârlığa itirazı olabilir mi acaba?
Sahi “deprem” diyebildik.
Depremin yıkıntısında kalmaklığımızdan olabilir mi bunca travma?
Ülkemin güneydoğusunun haricindekilere ne oluyor, demeyiniz. Biz bir bütünüz. Lanetlilerin lafızlarında ve karanlık lügatlerinde bölünüp parçalanmış görünsek de aslında öyle değil…
Biz bu yurdun her santiminde bir bütünüz.
“Göçük altında kalmayanlar kalanlara yardım etsin!” diye bir çığlık duyulduydu ama nafile… Deprem hepimizi yuttu.
Bu hâli tanımlayacak kelime de yok ortalıkta, dil hepten firar etti bu insandışılaşmaya ve bizi terk etti.
İnsanı insan yapan düşüncesi ve düşünceden süzülen diliydi ne de olsa, dilsiz ve düşüncesiz mi kaldık şimdi?
Dilsiz kaldık ama düşüncesiz kaldığımızdan emin değilim; öyle olsaydı beynimi hafakanlar basmazdı.
Düşüncesiz kalmadıysam dilsiz kalmamın başka nedenleri olmalı.
Karşımda bütün uzuvlarıyla haykıran on binlerce insan var, “Bırak laf kalabalığını, yardım gerek bize!” diyorlar. Çığlıklar arşı aştı, gök onu taşıyamadığından yerde ikinci bir deprem oldu.
Yer, insandışı varlıkların ürettiği beton mezarları yutmakta çok cömert.
Acı kendisini çoğaltmada mahir, böylesine katlanan başka bir duygu yok belki de.
Baba, soğuktan donarak ölen kızcağızının elini tutmaktan vazgeçmemiş; aklından veya taşa dönen kalbinden ne geçiyor veya geçemiyor bilinmez. Öylece oturuyor göçük dibinde, evladının donmuş eline vefayla tutunarak.
Haykırışların tek tercümesi var: Acı ve çaresizlik…
Bu manzaranın şahitleri belki de hayatlarında ilk kez beş duyularının sağlamlığından memnun değil.
Belki de hayatlarında ilk kez insan olmanın dayanılmaz ağırlığı altında eziliyorlar.
Çaresizlik denen illet, hayatımızda bizi çok kereler yokladı ama şimdiki gibi asla…
…
Bu tanımsız karmaşanın insan görüsünü açma gibi bir özelliği olabilir mi?
Tarifsiz acıların insanın fakültelerindeki perdeleri aynı anda ve durumda sonuna kadar açma potansiyeli olduğunu biliyorum.
İnsan zihinlerindeki ve kalplerindeki perdeler lanetin onulmaz acısıyla açılırken, olanlardan pek de haberi olmayan bir kitle, bir kesim, bir insandışılaşma tezahürü laf peşinde…
Her zamanki eylemselliklerine bu kapkara günde nasıl bu denli güvenebildikleri ayrı bir araştırma konusu. Peşin hükümlü olmayalım; belki düşünme, duyma, hissetme, insan oluşu algılama yeteneklerini kaybetmişlerdir.
Ancak hüküm verebileceğimiz bir konu var: Musibetlerle kurulan musibetlerle yıkılmaktadır artık.
Kutsal şemsiye kutsala bağlı olanı her zaman çeker; rasyonalite çoğu zaman geçerli olmaz bu şemsiyenin altında. Aslında kendi içinde çelişen bir durumdur bu, çünkü insan hayatını düzenlemek amacıyla gönderilen kutsal metinlerde öncelikle vurgulanan akıldır. Düzenleme, akıl sahiplerinin anlayış yüksekliğine izafeten gönderilmiştir.
Halbuki akla böylesine vurgu yapan kutsal, rasyonaliteyi belli ölçüde iptal eder. Veya öyle görünür. Söylenenin sorgulanıp eleştirilmeden kabul edilmesi ve eyleme dökülmesi beklenir ki, bu, rasyonaliteye uygun değildir.
Üst akıl alt akıl deyip bu teslimiyeti meşrulaştırabilirsiniz elbette. Üst akıl olarak teslim olduğunuz tanrı veya temsilcileri çoğu zaman kalabalıktır oysa ve bunların söyledikleri birbirine uymaz.
Üst akıl iddiasıyla teslimiyet bekleyen devlet yöneticileridir çoğunlukla. Sadece her anlamda ağır yaralanmış günümüzde değil, tarihin her kıvrımında bu kutsal şemsiye ve dayatımını görürüz.
Kendisini yirmi yıldır ikame etmeyi başaran kutsal şemsiye son üç günde yırtıldı. Kendisini kutsal ve karşı koyulmaz ilan edenlerin eliyle hem de.
Bu yırtığın onarım imkanı yoktur.
Toplumun hiçbir kesiminde bu köhnemiş şemsiyeye prim verip omuzuna alacak olan yoktur artık. Olabilenler zaten var hükmünde değildir.