Türkiye gündemini takip etmek imkansıza yakın hale geldi. Olup biten her şeyi bir günde eskiten başka bir toplum var mıdır, bilemiyorum.
Gündem gül goncası gibi karanlık dererken hep umutlu olmayı ve aydınlık günlerin inşasında amelelik yapmayı tercih ettim. Bu bilinçli tercih, çocukluğumun dupduru dünyasından çıkmayı reddeden nahif yapıma olduğu kadar, insana duyduğum güvene dayanıyor.
Son altı yıldır insan varlığının ne’liğiyle ilgili inançlarım yapı söküme uğrasa da insanın kendisini ve dünyayı dönüştürebilme gücüne inancım hiç sarsılmadı. Son tahlilde koskoca dünyayı karanlığa boğan birkaç karanlık zihin olduğu gibi, onu karanlıktan çıkaracak olanların ordular mesabesindeki çokluğu gerekmez.
Ülkemdeki son bir hafta, bu düşüncemi besleyen olaylara şahitlik etti. Selahattin Demirtaş’ın zindandan gönderdiği mektubun muhatapları bu ülkenin demokrasi savunucuları ve aydınlık zihinleriydi. Sayın Demirtaş bize gönderdiği mektupta ülkemizin barışa ve huzura ulaşabilmesi için evrensel reçeteler veriyor, Türkiye gündemine çareler sunuyordu.
Devlet despotizmiyle altı yıla yakındır İçeri’de tutulan bu insan, Dışarı’daki kesif karanlıktan umut kesmek bir tarafa, karanlığı dağıtıcı reçetelerin peşinde(ydi).
İçeri’yi hiç deneyimlemedim, insan özgürlüğüne kelepçe takan bir ortamda yaşamanın nasıl olduğunu anlamak için İçeri’yi deneyimlemek şart olmasa gerektir. Demirtaş’ın ötelendiği, itelendiği, dahası etkisiz hale getirildiği bir toplumda bir yurttaş olarak temayüz ediş şekli çok önemli ve değerlidir.
“Ülkemizin içinde bulunduğu kaos ve sürüklendiği çöküşten çıkışın biricik yolu farklılıklarımızla birlikte, ortak akılla hareket etmektir. Aynı denizde buluşan farklı nehirler olarak akmak bir zaaf değil, demokrasinin gücü ve güzelliğidir.”
Demirtaş’ın bu ifadeleri son üç yıldır demokrasi ve hukuk mücadelesi verdiğimiz KHK Platformları’nın mottosuyla birebir örtüşüyor. Devlet mezalimine uğrayan biz KHK’lıların haklarını alabilmesi ve bütün yurttaşların demokratik bir topluma ulaşabilmesi için “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” kavramlarını bir slogan olmaktan çıkarması ve sindirmesi zorunludur. Aksi taktirde zulmün ögeleri değişecek, fakat despotizm ve beraberinde getirdiği insandışılaşma değişmeyecektir.
…
İnsana duyduğum güveni besleyen diğer konu ise Latife Tekin ve dünyamıza hediye ettiği Zamansız…
“Aşktan başka çaresi yok dünyanın, bana öyle geldi, öyle yazdım.” diyen Latife Tekin, karanlık ve kanlı arenalarda yaşam savaşı veren bizleri aşkın büyülü nefesini üfleyerek hayata çağırıyor. Hayatı kendinde bir güzellikte yaşamayı neredeyse unuttuğumuz bu korkunç arenada, benzersiz bir erotizmle süslediği aşkla buluşmaya davet ediyor bizi.
Akıl sahipliği iddiasının bu kadar irrasyonel bir dünya yarattığına sıkça rastlanmaz. Türkiye toplumunun canı dudağına gelmiş yurttaşları olarak akıldan ve aklî olandan yüz çevirmedik, çeviremeyiz, bu mümkün değildir. Fakat aklın bireysel çıkarlara odaklandığı bu karanlık oyunlardan ne pahasına olursa olsun çıkmak istiyoruz. ‘Aklın bir toplumu getirdiği nokta buysa, akıldan istifa ediyor ve başımdaki huniyle gurur duyuyorum dediğim’ sır değildir. Fakat kendi çıkarlarını merkeze almış iktidar erkinin muhaliflerini zeka özürlü yerine koyduğu şu hengameye, aşkın ve sevginin coşkusunun yanında aklın itidaliyle karşı koyacağız.
Bu bağlamda Latife Tekin’in aşka, erotizme ve yaşamsallığa çağrısı vazgeçilmez öneme sahiptir. Çünkü bizler insanız ve insan olmak bakımından insanî olana yöneliriz. Ondan mutlu olur, onunla tatmin buluruz.
İnsanî olan ise doğada aşkla var olan insan harici varlıkların deneyimlerinden ve güzelliklerinden bağımsız değildir.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”