Sürekli gerilim, sürekli çatışma siyaseti zamanla kendine sürdürebilir bir düzen kurabiliyor.
Çünkü siyasal ve toplumsal alanda sürekli çatışma ve gerilim genel olarak toplumu umutsuzluğa itiyor. Bu umutsuzluk yeni ve doğru olan bir gelecek için verilecek olan veya gösterilecek olan çabaları örseliyor. Bu durum genel bir atalet ve vurdumduymazlığa neden olabiliyor.
İşin doğrusu sonrası böyle bir gerilim ve çatışma ortamına alışıyorsunuz. Zamanla sinirleri alınmış bir mahluka kendinizi benzetiyorsunuz. Her gelen kötü haber seni daha fazla umutsuzluğa alıştırıyor. Kanıksıyorsunuz. Tepkilerin zamanla azalıyor sonra giderek hiç bir tepki gösteremeyen bir hipnozun içinde yuvarlanıp gidiyorsunuz.
Hak ihlalleri, hukuksuzluk, adaletin yokluğu yapılan bir sürü haksızlıklar, işkence ve kötü muameleler ve devletin iktidarın elinde bir suç aparatına döndürülmüş olması… Tüm bunlar senin kökten karşı olduğun olaylar olmuş olsa da tüm bu kötülükler öyle üst üste getiriliyor ki; buna karşı önce tepkilerin azalıyor ve sonrada sadece sessizce izleyen bir seyirciye dönüşüyorsunuz. Öyle sakin ve tepkisiz bir maç seyircisi gibi kalakalıyorsunuz.
İşte bu ruh halinin yaratılması ve sürdürülebilir olması için iktidar olağanüstü bir çaba gösteriyor. Ve bu nedenlerle;
İçerde ve dışarda zulüm rejiminin sürdürülmesi için kimsenin kafasını kaldırmasına fırsat vermeden, sürekli gerilim ve çatışma siyasetini bir yönetim tarzı olarak sürdürmektedir iktidar için esas olan…
İktidar bu siyasetin cephanelerini ise terörle mücadele ve beka sorunu olarak göstermektedir.
Terörle mücadele ve beka sorunu ile karşı karşıya olma iddiası onun daha fazla hukuk devletini terk etme ve kanun devleti bile olma dışına çıkmasının nedenleri olarak kullanmasına zemin hazırlamaktadır.
Ancak bu kaos rejiminin kötü etkileri, siyasi ve toplumsal tepkilerden ziyade daha çok ekonomi alanında görülüyor. Yani siyasi ve toplumsal alanda yönetim aracı olarak kullanılan terörle mücadele ve beka sorunu mavalı ekonomide işe yaramıyor. O bildiği gibi kendi realitesi içinde gidiyor.
Her ne kadar TÜİK gibi iktidarın elindeki kurumlar enflasyonu gerçek olan oranların altında açıklıyorsalar da bu, kamuoyunda tepkiyle karşılanıyor.
Son olarak Mayıs ayı enflasyonunu %0.89 olarak açıklayan TÜİK’e karşın akademisyenlerin kurmuş olduğu ENAG Mayıs ayı enflasyonunu %3.94 olarak açıkladı.
Aradaki fark yaklaşık üç katı kadar ve yine TÜİK’e göre yıllık enflasyon %16.59 iken ENAG son beş aydaki enflasyonu %16.50 olarak açıklıyor.
Bence ekonomide en sert muhalefeti dolar yapıyor. Neyse onu söylüyor.
Geçenlerde TRT Haber’de Cumhurbaşkanı “faizlerin düşürüleceğine” dair bir laf etti ve dolar anında bu açıklamaya karşı sert bir yükselişle cevabını verdi.
İktidar ekonomide işe yarayacak mavalların ne olabileceği konusunda harıl harıl arayışta, önceleri “kendi uçağımızı, otomobilimizi yaptık.” Sonra “uzaya gidiyoruz” mavalları zaman içinde iş yapmadığı için son zamanlar da “milyarlarca metre küp doğal gaz bulduk.” mavalına sarılmış olsalar bile buda onların derdine derman olacak gibi gözükmüyor.
Bir başka maval da reformlar mavalları idi. Yargı reformu bunların en meşhuru yani yargılamada yaşanan vahim adaletsizliklerin üzerine gidileceği gibi bir hava yaratıldı ancak onun da içi boş bir çuval olduğu kısa sürede anlaşıldı.
Bu durumdan sonra ortaya çıkabilecek siyasi ve konjonktürel araç ve olanaklara bakmak lazım…
Siyasi muhalefetin birlik olma halinin siyasi dayanağı “güçlendirilmiş parlamento” önerisiyle sınırlı gözüküyor. Bu birlik halinin siyasi ve toplumsal karşılığı sadece bu olamaz.
Nedeni çok açık orta yerde her yanıyla çürümüş ve çürütülmüş bir devlet aygıtı ve onu etrafını sarmış bir dikta rejimi var. Muhalefetin buna bir cevabı olmalı…
Bu çürümüş devletin hangi reformlarla veya devrimsel kararlarla iyileştirileceğini söylemeleri gerekir.
Bu devlet artık toplumsal bir atık ve bir çöp durumuna getirilmiş bir devlet….
Bu vahim durumun içinden özellikle yargıda ve bürokraside nasıl ve hangi programla çıkılacak bu belli değil…
Millet ittifakının, HDP üzerinde iktidarın bilinçli olarak kurduğu siyasi baskı ve linç için yaptığınız hiç bir şey olmadığını biliyoruz. Ancak iktidarın sizi HDP’den uzak tutmak için özellikle kurduğu bu tezgahı ne zaman bozacaksınız bunu bilmiyoruz.
Bu deli soruların karşılığını Meral Akşener kısmen açıkladı. Akşener mealen “İlk turda Millet İttifakı kendi, HDP kendi adayını çıkarmalı.” dedi. Bunun anlamı önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ilk turda kazanma ihtimali yok, seçimler ikinci tura kalır ve sonrada HDP seçmeni ikinci turda mecburen bizim adayımıza oy verir.
Öyle mi olur acaba Meral hanım?
Bu bilinmez ama Akşener, HDP yönetimi “Partimize ve Kürtlere karşı yapılan haksızlık ve hukuksuzluklara sırtını dönenler bizden oy beklemesin.” diye aldıkları bir ilke kararları olduğunu unutuyor herhalde…
Bir de bence ilk turda alınamayan seçimlerin ikinci turda bunların elinden alınma olasılığını ben görmüyorum. Bu tespitler büyük siyasi hataların içinde olduklarını söylüyor.
Şimdi…
Bir başka araç ise batıyla olan ilişkilerin akıbeti ne olacak?
Bu soruya 14.Haziran’da Brüksel’de NATO zirvesinde Biden ile Erdoğan görüşmesin de yanıt aranacak. Erdoğan masaya eli zayıf olarak oturacak, Biden ise Halkbank davası gibi daha etkin bir pozisyonda masaya geliyor.
Biden, biryandan Türkiye’yi batı ittifakı içinde tutmanın öneminin farkında diğer yandan ise Türkiye’nin bu haliyle batıya karşı aşırı sorunlu bir ülke olduğunun da farkında…
Bunun siyasi anlamı Biden, Erdoğan’a karşı bir nevi havuç/sopa diplomasisi üzerinden yaklaşacak. Beş aydır telefon bile etmediği Erdoğan ise Ortadoğu’da, Libya’da, Ege ve doğu Akdeniz’de ve Rusya’ya da köşe sıkışmışlıktan kendini kurtarmak için batı kartını kullanmak isteyecek…
Ancak bu öyle kolay olabilecek bir durum değil önce batının Erdoğan’dan talepleri var.
S400 füzelerinin iadesi, Suriye ve Irak politikalarında yapıcı bir rol üstlenmesi, doğu Akdeniz’de gerilim yaratmaması ve en önemlisi de hukuk ve demokrasi alanında iyileştirici adımların atılması gibi…
Benim bu görüşmeden çok fazla beklentim yok.
Ancak zaman içinde bu görüşmeler devam ettirilirse karşılıklı bir pozitif gündem yaratılabilir ve bu Erdoğan’a bağlı bir durum…
Evet, son olarak Sedat Peker 9.videosunuda medyada servis etti. Detaylara girmeyeceğim işin özeti devletin, siyasi iktidarın elinde bir suç örgütüne dönüşmüş olmasıdır.
Düşüne biliyor musunuz, bir bakan bir iş adamına kumpas kuruyor ve hakkında soruşturma başlatıyor ve sonra “senin hakkında dosya var hemen yurtdışına çık.” diyor.
Bunu da onun bir başka iş adamında alacağı olan parayı bırakması karşılığında yapıyor.
Bu anlatılanın anlamı, devlet siyasetçilerin, bürokratların elinde mafya örgütleri ile iş ve suç birliği içinde bir aygıta dönüştürülmüş olması durumudur.
Bakanla Mafya babası arasında fark kalmamış gibi görünüyor.
Peker’in bu vahim saatli ve tarihli iddiaları karşısında kimse susamaz ve kimse bu gerçeklerin üstünü örtemez.
Birazcık ahlak ve vicdan sahibi insanlar kalmışsa yargıda ve devlette bu soygun düzeninin üzerine yürümelidir.
Umut edelim öyle olsun.
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”