Şimdilerde bir kitaba başladım. Diyalektiğin Dansı… Yok kitabı tanıtacak değilim. Henüz okumaya başladım. Ama büyük ihtimal her zaman yaptığım gibi okuduğum kitap bende birçok çağrışım yaratacak ve o çağrışımları sizinle paylaşmak için yazacağım. Yazmak böyle bir şey işte… Her şey pratiğin içinden doğuyor. Yazmak için düşünmeniz, düşünmek içinse bir eylemin içinde olmanız gerekiyor.
Yaşadıklarımız zaten bizleri düşünceden düşünceye savuruyor. Mesele yaşadıklarımızı bir diyalektik içinde görebilmek ve o ilişkiler ağını çözebilmek. İşte o zaman taşlar yerine oturuyor ve biz gelecekte nereye yürüdüğümüzü daha net görebiliyoruz. Biliyorum hemen aklınıza analistler geldi. Olan biteni videolarla analiz edenler… Bana çok faydalı gelmedi. Siz faydalanıyor musunuz bilmiyorum. Çünkü madde koşulları içinde anlam kazanır. Yani sizin koşullarınız ve bakış açınız nereden ise olayları öyle değerlendirmeniz normal. Ne mi demek istiyorum? Anlatayım…
Yıllar önce yani İhraç edilmeden önce sınıfta derslere girerken çocuklarda birbirlerini anlamaları üzerine bir gösteri yapardım. Bir evrak çantam vardı. Onu masaya koyardım. 4-5 öğrenciyi masanın arka tarafına çıkartır. Çantaya bakın ne görüyorsunuz diye sorardım.
– Siyah bir çanta
– Başka…
– sapı var
– başka…
– bu kadar!
Masanın ön tarafındakilere sorardım sonra,
– -siyah bir çanta
– başka…
– iki tane cep…
Masanın arkasındakilere
– Arkadaşlarınız iki tane cep var diyorlar. Sizce iki cebi var mı çantanın?
– Arkadaşlar diyorsa vardır!
– Ya yalan söylüyorlarsa. Ya cep yoksa? Siz buradan cep var mı yok mu göremiyorsunuz. Onlarsa var diyor. Bu durumda ne yapmamız gerekir?
Sessizlik olurdu büyük ihtimal. Beklerdim cevap gelmesini. Ama çoğunlukla ne yapmaları gerektiğine dair cevap gelmezdi öğrencilerden. Eğer farklı düşünmesi öğretilmiş birkaç çocuk varsa sınıfta, doğru öneriler gelirdi. Çözümü şöyle sunardım;
– Çocuklar şimdi masanın arkasındaki öğrencilerle, önündeki öğrenciler yer değiştirsinler.
Yer değiştirirler ve sonra aynı soruları sorardım. Cep yok diyenler olduğunu görür, cep var diyenler yok diyenleri anlarlardı. Sonra yine herkes yerlerine geçer, masanın arkasındakiler arkaya, önündekileri ön tarafa geçirir başka bir öneri sunardım.
– Çocuklar eğer siz yer değiştiremiyorsanız çantanın yerini değiştirebiliriz.
Çantayı tersine çevirirdim. Cep göremeyenler cebi görür, cep görenler çantanın arkasında cep olmadığını görürlerdi. Böylece birbirlerini anlamaları için ne yapmaları gerektiğini anlatırdım. Sizin olduğunuz yerden görünen çanta ile onların olduğu yerden görünen çanta aynı değil. Çantada değişen bir şey yok. Ama sizin gördüğünüz biçimiyle çantanın biçimi değişiyor değil mi? Öyleyse gördüğünüzde ısrar etmek yerine yerinizi değiştirerek, başka pencerelerden bakarak, baktığınız şeyi her yönüyle inceleyerek daha doğru bir tanım yapabileceğinizi anlayabildiniz mi?
Tabii ki anlarlardı. Çünkü onların henüz kirlenmemiş ve çarpıtılmamış bir düşünce biçimleri vardı. İşte şimdi okuduğum kitabın başlangıçta beni etkileyen bölümünü anlatabilirim. Diyalektiğin Dansı’nda diyor ki Bertell OlLman “Kapitalizm yadsır, olmadı gizler baktı olmadı, çarpıtır!” Kapitalizm’in bu gerçeğinin farkında olmadan bir şeyin gizlendiğini, yadsındığını ya da çarpıtıldığını fark edemezsiniz. Hele hele Kapitalist iktidarların davranış biçimlerini hiç kavrayamazsınız. Bunları kavrayamazsanız bulunduğunuz yerden çantanın cepleri var diye ısrar eder, cebi göremeyenleri lince kalkışırsınız. Ne çantayı etraflıca incelemek, ne de pencerenizi değiştirmek aklınıza gelir. İşte diyalektik bakmak tüm ilişkiler ağını fark edeceğiniz bir görme biçimidir. Bu görme biçimini en kısa sürede kavramaya, öğrenmeye, geliştirmeye çalışmalısınız.
Somut bir örnek verelim. Müsilaj sorunu Kapitalist iktidarın önce yadsıdığı bir sorun. Nedir müsilaj? Denizler, içinde hayat olan yani organizmaların yaşadığı bir su kütlesi. Oksijen olan bir yerde hayatın olması çok normal… Deniz canlılarının yaşadığı bir su kütlesinin de insan ve doğa için tehlikeli olması söz konusu olamaz. Ancak siz bu su kütlesine kimyasal atıkları boşaltırsanız denizin kirlenmesini bırakın bir daha kendini temizleyebilmesini, oksijen üretmesini, organizmaların canlı kalmasını sağlayamazsınız. Deniz ölür. Canlılar ölür. Ve denizin öldüğü yerde suyun artık bizler için yaşam kaynağı olmasını bekleyemezsiniz. Müsilaj artık bir ölünün ifrazatından başka bir şey değildir.
Kapitalist şirketler ve de bu Kapitalist iktidar bu sonucu görmüyor muydu? Görüyordu. Ne yaptı? Önce YADSIDI. Yani görmezden geldi. Çünkü kar hırsı bu gerçeği görmesinin önüne geçiyordu. Doğanın yok olması umurunda bile değildi çünkü asıl mühim olan şirketlerinin ayakta kalması ve karına kar katmasıydı. Sonra ne yaptı? Kendisini uyaran bilim insanlarının raporlarını hasıraltı yaptı. Yani GİZLEDİ! Halktan gizledi. Çünkü sömürdüğü halkın sömürülmeye devam etmesi için uyutulması gerekir. Artık gizleyemez duruma gelince yani müsilaj denizin yüzeyine çıkıp gözle görünür hale gelince ne yapıyor? ÇARPITIYOR! Müsilaj kozmetikte kullanılabilecek haberi, ardından müsilajı tarımda kullanacağız haberleri, ardından müsilaj sorun değil çünkü kanal İstanbul yapıldığında müsilaj sorunu kalmayacak haberleri… Siz bunlar gibi kaç çarpıtmaya şahit oldunuz? Ben yüzlercesine… Çünkü diyalektik düşününce olayların arkasındaki ilişkileri rahatlıkla görebiliyorsunuz. Net!
Hiçbir “analist” eğer diyalektik bakmayı bilmiyorsa olayların doğru değerlendirmesini yapamayacaktır. Yaptığı şey ancak Marx’ın mitolojisindeki Cacus hikayesindeki köylülerin açıklamalarına benzer. Diyalektiğin Dansı kitabının başlarında Ollman, Marks’ın, Roma mitolojisinden aktardığı bir öykü anlatır; Yarı insan, yarı canavar olan ve bir mağarada yaşayan Cacus geceleri öküz çalmak için dışarı çıkar. Öküzleri çaldığını kimse anlamasın diye de başlarından itip geriye doğru yürüterek mağarasına götürür. Sabah öküzlerini yerlerinde bulamayan köylüler, ayak izlerine bakarak öküzlerin Cacus’un mağarasına girmediğini, tam tersine oradan çıktığını ve kırda kaybolduğunu düşünürler. Ollman bu konuda köylülerin düşünceleriyle ilgili der ki; Buradaki temel sorun gerçekliğin aslında kendi görüntüsünden daha fazla bir şey olması ve bu bakımdan da sadece ve sadece görüntülere, gözümüze çarpan anlık ve dolaysız verilere odaklanılmasının son derece yanıltıcı sonuçlar vermesidir.
Dememe o ki sevgili okuyucular, diyalektik bilmezsek bir canavar -dünyanın hangi ülkesinde olursak olalım bu canavar aynı karakteri gösterecektir- bizleri iki türlü kandıracaktır:
1- Öküzlerimizi kurnazlıkla çalacak, onları tersine yürüterek bizim malımızı çalmadığını iddia edecektir. Ya da;
2- Bizi öküz yerine koyarak başımızdan ittirerek tersine yürütecek mağarada canımızı alacak ve kimse mağarada bizi öldürenin bu canavar olduğunu anlamayacak, herkes kaybolduğumuzu iddia edecektir.
Her iki durumda da kaybeden biz olacağımız için hem biz diyalektik bakmayı öğreneceğiz hem de tanıdığımız herkese diyalektik düşünmeyi öğreteceğiz. İşte o zaman yenilmez ve sömürülmez olacağız!
Ne diyorduk? Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz!
“Bu makale yazarının görüşlerini yansıtır. Gazete Davul’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”